12 Ekim 2025 Pazar

Bugün Deccal'in kaçıncı günü?

Bediüzzaman Hazretleri, Deccal'in dört gününe dair rivayeti analiz ederken, iki türlü te'vilde bulunuyor. Bunlardan birisi 'fitnenin kuzeyden güneye doğru ineceğiyle' ilgili. Onu alıntılamayacağım. Ancak ikinci te'vil bize lazım:

"Rivayetlerde var ki, 'Deccalin birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.' (...) İkinci te'vili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var. 'Bir günü, bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır...' diye, gayet yüksek bir belâğatla ümmetine haber vermiş."

Yakınlarda, Mısırlı düşünür Fuad Zekeriya'nın kaleme aldığı, Kapı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmış(!) Çağdaş İslamcı Harekette Hakikat ve Hayal isimli kitabı okudum. Kitap, özetle, 'dünyacı' olduğunu saklamayan bir müellifin, "Neden İslamcılık/İslamcılar iktidara gelmemeli?" sorusunun altını çaresizce doldurma çabasından oluşuyor. Özelde hakkında konuşulan Mısır. Ancak, yazarın argümanlarının, daha genel-geçer olmak iddiası barındırdığını düşünmekteyim. Evet. 'CHP zihniyeti' dediğimiz şeyin Arap versiyonuyla tanışmak isteyenlere bu kitap tavsiye edilebilir. Böyle bir zenginleşmeye(!) ihtiyaç duymalanlar içinse yazımızın konusuna dönelim:

Fuad Zekeriya, özellikle kitabın ilk yarısında, İslam coğrafyasındaki seküler/dünyevî (veyahut 'sol' da diyebilirsiniz) rejimlerin/tutumların son durumlarını da üstünkörü analiz ediyor. Aydınlanmacılık(!) hakkında özeleştiri verdiği bu gibi yerlerde İslam coğrafyasındaki gelecekleri hakkında iyimser şeyler söylemiyor pek. Ona göre dünyevîleşme çabaları ilk günkü coşkusundan epeyce yoksun. Hatta, daha kendi satırlarına gelmeden, kitaba yazdığı Önsöz'de İbrahim Abu-Rabi diyor ki:

"Mısırlı düşünür Celil Amin'e göre, çağdaş Arap aydınlanma hareketi son dönemde iki nedenden ötürü sınırlarına dayanmıştır. Birincisi: Ortadoğu'da giderek İsrail'in yörüngesine girmiştir. İkincisi: Hertür dindarlığı terörist olarak kabul edip saldırmaktadır. Modern Arap kültüründeki 'tenvirî eğilim'in gerçekten tükendiği Arap dünyasındaki geçmişinden bellidir. (...) Ayrıca bu eğilim, kaderini, Arap dünyasındaki diktatörlük rejimlerinin hayatta kalmasına bağlamıştır. Ancak en güçlü kozları olan 'modernleştirici seçkinler' toplumu modernleştirmekte başarısız olmuştur. Üstelik çağdaş tenvirî Arap düşüncesi dinsel düşünceye yönelik saldırılarını yoğunlaştırmıştır..."

Önsöz'ün ilerleyen kısımlarında da İbrahim Abu-Rabi benzer gerçekleri dillendirmektedir:

"Arapların içinde bulundukları koşulları gözönüne almadan Batı'nın projesini körükörüne izlediler. Arap aydınlanması Arap aydınlarının Batılı aydınlar karşısında hissettiği aşağılık duygusu üzerine bina edildi. Körfez Savaşı sırasında Arap düşüncesinde iki tenvirî kamp vardı. Biri sosyalist, öteki kapitalistti, ama ilerleme ile akılcılık düşünceleri ve 'dine karşı duydukları nefret' onları birbirine bağlıyordu."

Fuad Zekeriya ise kitabının 24. sayfasında asıl itirafı yapıyor:

"Günümüzde Arap dünyasında sekülarizm her alanda savunmaya çekilmiştir. Ana hedefi 'şiddetli İslamcı akıma karşı direnmek'tir. 20. yüzyılın başlarında birinci sekülarizm evresinde yapılanların tersine, kendi projesini hazırlamak iddiasında değildir. Bu artık olumsuz bir sekülarizmdir. (...) Çağdaş Arap sekülarizm hareketi 20. yüzyılın başlangıcında ortaya çıkan öncelinden şu özellikleriyle ayrılmaktadır: Birincisi: Çağdaş Arap sekülarizminin diğer rönesans projeleriyle rekabet edebilecek bütünlüklü bir projesi yoktur. İkincisi: Türdeş bir insan grubu ya da düşünce akımları tarafından desteklenen bir söylem yaratmaktan uzak olan bu sekülarizm, ideolojik yönelimleri farklı çeşitli gruplardan oluşmaktadır. Üçüncüsü: Bu farklı grupları birleştiren şey 'İslamî projeyi reddetmeleri'dir. Bu da demektir ki, bunlar olumsuz özellikler üzerinde işbirliği yapmakta ve olumlu yönelimler konusunda fikir ayrılığı içinde bulunmaktadır. Bu durum çağdaş Arap sekülarizmini daha işin başında savunma konumuna yerleştirmiştir."

'Savunma konumu' ha? Bediüzzaman Hazretleri ne demişti sahi: '(...) yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.' Daha sonra İslamcılık-sekülarizm kıyaslamasına şunları da ekliyor Fuad Zekeriya:

"İslamcı hareket, milyonlarca insanı yanına çekip, toplum hayatında radikal değişiklikler yapmaları için yüreklendirirken (bu aynı zamanda, örtülü ya da açık olarak, statükoyu hepten reddetme çağrısıdır), görünen o ki, sekülarizm sadece değişim isteyen bu güçlü sesin susturulmasını savunmaktadır. Sonuç olarak, sekülarizm, mevcut statükonun kabulünü içerir."

Fuad Zekeriya'nın Mısır'daki seküler akımlar/rejimler hakkında dillendirdiği bu karamsar özeleştiriler, bir anlamda, Türkiye için de geçerli sayılır. Çünkü aynı yollardan, belki daha da şiddetlisiyle, Türkiye de geçmiştir. Zaten Fuad Zekeriya da bazı makalelerinde buna dikkat çeker:

"Mısır'daki devrim dinle ilgili bir miktar kaygı duymuştur ama bu kaygı ne Türkiye'deki Atatürk devrimine benzemiştir ne de terimin Batı'daki anlamında sekülarist olmuştur. (...) Temmuz devrimi, başka birçok devrimden, örneğin, kesin bir sekülarist yaklaşım izleyen ve dinsel kurumların sayısını/etkisini büyük ölçüde azaltan Türkiye'deki Atatürk devriminden ya da dinsel kurumların itibarını öteki kurumların itibarı pahasına yükselten İran devriminden ayrılır."

Hülasa: Fuad Zekeriya, eseri boyunca, sanki Bediüzzaman Hazretlerinin te'vilini doğrular gibi, İslam coğrafyasında 'sol' diye tarif edilen hareketlerin/rejimlerin tükenişini resmediyor. Onların 20. yüzyılın başındaki 'büyük değişimleri' tekrarlamak gibi bir enerjilerinin kalmadığını, artık sadece mevcud pozisyonlarını ne pahasına olursa olsun korumak üzerine çalıştıklarını, anlatıyor. Başarısızlıklarından dolayı da halkın yüzünü İslam'a/şeriata döndüğünü çaresizce kabulleniyor. 'Bu kem(!) gidişatı engellemek için' eserini kaleme aldığını söylüyor.

Peki bu telif 'surda açılan mukaddes mi mukaddes deliği' kapatabilecek mi? İslam coğrafyasında sol yeniden yükselebilecek mi? Bence mümkün değil. Kahpe rüzgâr nereden eserse essin. Deccal'in dördüncü günü doluyor. Evet. Artık onlar üzerimize gelemiyorlar. Sadece vaktiyle aldıkları kaleleri/mevkileri tutmaya gayret ediyorlar. 'Değiştirilmesi teklif dahi edilemez' maddelerin arkasına saklanıyorlar. 5816'ya yalvarıyorlar. Nerede bir büst-heykel görseler, ayık-sarhoş, dertlerini anlatıp yardıma çağırıyorlar. Cümlesi boştur-boşunadır. Biz iman ediyoruz ki Aleyhissalatuvesselam Efendimiz hakkı haber vermiştir. Bu akış tersine dönmeyecektir. Dördün beşincisi olmayacaktır. Allah dinini tamamlayacaktır. Kemalistler istemese de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Altay tankı Kur'an'da geçiyor mu?

Bizi aptallaştıran hasma karşı hüsnüzannımızdır. Ancak bir aptal düşmanına karşı hüsnüzan eder. Ve başına gelecek felaketlere böylece daveti...