İz'an etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İz'an etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2013 Çarşamba

Cadde-i kübra neresi?

On haftadır bir grup talebe, Metin Karabaşoğlu abiyle Ene Risalesi okumaları yapıyoruz. Amacımız; öncelikle Ene Risalesini anlamak. Fakat Ene Risalesinin merkezleştiği bir düzlemde külliyatı tarama imkanını da elde ediyoruz. Mesela tekrar be tekrar atıf yaptığımız metinlerden birisi; Lema­at’taki ‘dimağdaki meratip’ meselesi. ‘İnanma’ veya ‘bilgiyi işleme’ dereceleri olarak kendimce tarif ettiğim bu me­ratip, başka bir açıdan bakıldığında bilginin ahlaka/hale dönüşüm aşamalarını ifade ediyor kanaatimce.

Tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, iltizam ve itikad ola­rak sayılan bu mertebeler, doğru bir şekilde oturmazsa zihinde, külliyata, kısmen kör bakılmasına sebep aslında. Lemaat’ın devamında bu mertebelerin her birinin başka bir haleti (belki davranış şekli) olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman, külliyat içinde kullanımıyla da bu farklılıkları hissettiriyor. Örneğin; Ene Risalesinde, enenin kendisinde bir rububiyet ‘tasavvur’ etmesini sorunlu görmezken, devamında buna ‘itikat’ etmesinin büyük bir sorun olduğunun altını çiziyor. (Bu nüansa uyanmamızı sağladığı için Metin abiye teşekkürler.)

Eğer iyi bir külliyat okuru olmak istiyorsanız, nüanslara uyanabilecek kadar hassas olmalısınız. Ve bazen bir kelimenin kuyruğunda ileri/geri taramalar yapabilmelisiniz. Bu okumalar esnasında böyle bir hassasiyet ufaktan oluştu bende. Kavramlar gözümde parlamaya başladılar. Mesela iki yazıdır anlamaya çalıştığım “Mahrem bir suale cevaptır” mektubunda da aynı metne yapılan atıflar ve bu atıflar içinde bir gariplik dikkatimi çekti.

Orada Bediüzzaman ‘tasavvur değil tasdiktir’ ifadesini kullanarak meratip içerisinde külliyatı yukarılara doğru çıkarırken; diğer taraftan da ‘iltizam değil iz’andır’ diyerek eserlerini aşağıya çekiyordu. Evet, yazılan Sözler, tasavvurlardan ibaret değildiler. Akılcı bir onaylamaya erişmiştiler. Fakat diğer taraftan Bediüzza­man, aksi yönde bir uyarıyı da yapıyordu peşisıra: “Bu metinler tasavvurdan yukarıdır. Fakat iltizam seviyesine çıkmaya zorlamazlar. Hedefleri önce tasdik, sonra iz’andır.”

Baktım, Lemaat’ta da tasdik ve iz’an peşpeşe geliyor. Yani birbirlerine bitişik aşamalar. Yalnız birinde akıl, diğerinde kalp var. “Peki” dedim kendime “Bediüzzaman eserlerini neden itikad dairesine kadar yükseltmiyor, hatta iltizamı bile yakıştırmıyor, iz’an’a çekiyor?”

Baktım ki, cevabı zaten aynı bahsin devamında varmış. Mesela orada tersten alırsanız diyor ki; “mezcine eğer olmaz muktedir” bu merte­belerden arızalar da ortaya çıkabilir. Mesela tahayyül safsataya ne­den olur. İltizam taassubu getirir. Fakat buna bedel, itikad ta­sal­lub (sağlamlık) belirtisidir. İz’an’ın getirisi imtisal olur. Tasdik de iltizama (taraftarlığa) götürür. Yani bunlardan bazılarının sıralamadaki etkileri tamamen pozitifken, bazılarının durumu biraz daha dengesizdir. Ama illa “mezcine eğer olmaz muktedir.”

Anladım ki; Risale-i Nur insanları akıllarıyla onay verdikleri (tasdik) ve tüm latifeleriyle inandıkları (iz’an) dairelerinde mücadele veriyor. Getirisi taassup olan bir iltizamı (ne kadar yüksek görünse de) aramıyor. Makam-ı tasdike çıkmayan kuru tasavvurlarla da işi yok! Ütopyalar da kurgulamıyor. O bir cadde-i kübra ki; herkesin istifade/kabul edebildiği bir bilgiyi tasdik ve iz’an ekseninde üretiyor, öğretiyor.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...