Sunday, January 15, 2017

"Çocuk dövmemek sünnettir" üzerine bir küçük itiraz

Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzadeleri bir hırsızlık, haksızlık, yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir suç işler, birşey çalarlarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı, suçu, Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini de keserdim.” (Müslim, Hudud 2)

Bu meselede şunu reddetmem: Son yıllarda modernistlerin Amerika'yı yeniden keşfeder gibi İslam'ı yeniden keşfetmeleri 'yeni buluşlara' karşı bizi daha hassas bir hale getirdi. Bugüne kadar hakkında 'acaba' demediğimiz namaz gibi, hac gibi, oruç gibi, tesettür gibi, takva gibi birçok kavram modernistlerin dilinde 'O aslında öyle değil şöyledir'le anılmaya başlayınca din ayaklarımızın altından çekilir gibi oldu. Biz de "İslam geçtiğimiz pazartesi gelmedi ki kardeşim. 1400 yıldır var!" diyerek zemine daha güçlü tutunmaya başladık. Bu da şu refleksi beraberinde getirdi:

Dine dair 'daha önce bildiğimiz şeyleri değiştirecek' veya tabir-i diğerle 'ezberbozan' ne duysak "Acaba selef-i salihîn bu konuda ne demiş?" diye bakmaya kendimizi mecbur biliyoruz. Eğer yeni duyduğumuz şeye oradan bir dayanak çıkıyorsa habersizliğimizi (çok şükür) cahilliğimize verip rahatlıyoruz. Yoksa tereddütte kalıyor ve soğuk bakıyoruz. Hem bu konuda mürşidimiz de bize benzer bir kaygıyı salık veriyor ki, onu da şurada buluyorum ben:

"Kur'ân-ı Hakîmin esrarı bilinmiyor; müfessirler hakikatini anlamamışlar, diye beyan olunan fikrin iki yüzü var. Ve onu diyen, iki taifedir. Birincisi: Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki: Kur'ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkemâtını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabilinden, hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez. Evet, zaman geçtikçe Kur'ân-ı Hakîmin daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. Yoksa—hâşâ ve kellâ—Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur'âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nasstır, kat'îdir, esastırlar, temeldirler. Kur'ân ("Bu Kur'an'ın lisanı apaçık Arapçadır...") fermanıyla, mânâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o mânâlar üzerine döner, takviye eder, bedâhet derecesine getirir. O mensus mânâları kabul etmemekten—hâşâ sümme hâşâ—Cenâb-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar."

İşte duyduğumuz yeni şeyler 'tetimmat kabilinden' ise rahatlıyoruz. Değilse, 'Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur'âniyeye şüphe getirmek' anlamına geleceğinden korkup bazı karşı çıkıyor bazı tevakkuf ediyoruz. Benim Metin Karabaşoğlu ağabeye (Allah afiyetle uzun ömürler versin) twitter'da yaptığım itiraz da biraz bu arkaplana yaslanıyordu.

İtirazlarıma şahit olmayanlar için bir kısa özet geçeyim: Metin ağabeyin "Çocukları Dövmemek Sünnetir" başlıklı güzel bir yazısı var. Yazının ilk kısmı, hiçbirisine itiraz edemeyeceğimiz ve hakikaten Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın şan-ı şefkatine pek yakışan misallerle, onun çocuk sevgisini anlatıyor. Fakat devamı, mezkûr şan-ı şefkatten hareketle “Onlar yedi yaşına geldi mi, çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına gelince de kılmadığı takdirde, onları dövün.” (Ebu Davud, Salat 26; Tirmizi, Salat 2) hadisinin 'yanlış anlaşıldığı' iddiasında bulunuyor. Ve diyor ki:

"Hazindir ki, eğitim için bula bula ‘eğmek’ kökünden türetilmiş bir fiili bulan, dayağı ise ‘cennetten çıkma’ gören bir sosyo-kültürel ortam, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın hadislerine bakışa ve hatta hadislerini tercüme edişe de sirayet etmiş; algıdaki yanlış seçicilik bir hadisi nazarlardan gizlerken, bir diğer hadise yanlış mânâ verdirmiştir."

Yazının devamında ise 'ihtisas kesbetmiş bir isim' olarak anılan ancak kim olduğu söylenmeyen birisinden nakille (Ben bu kişinin Mehmet Emin Ay Hoca olduğunu tahmin ediyorum ve alanını da 'hadis' değil 'din eğitimi' diye biliyorum), Arapça dil kaidelerine göre, hadiste 'vurmak' diye anlaşılan kelimenin 'ısrarcı olun' veya 'teşvik edin' diye anlaşılması gerektiği söyleniyor.

İşte, Ahmed'in itirazları da tam bu noktada başlıyor. Çünkü Ahmed de küçüklüğünden beri karıştırdığı ilmihal kitaplarında bunu böyle öğrenmiş. Hatta twitter'daki itirazının ardından kontrol için merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hoca'nın ilmihalini açıp bakıyor ve şu satırlara rastlıyor:

"Müslümanlar, henüz yedi yaşına girmiş çocuklarını namaza alıştırmakla görevlidirler. Bu çocuklara ana-babaları ve yetiştiricileri namaz kılmalarını öğretir ve yaptırırlar. On yaşına bastığı halde namaz kılmayan çocuğa velisi, üç tokattan ziyade olmamak üzere, hafifçe el ile vurur."

Bediüzzaman'ın çağdaşı olan böyle isimlerden daha eski âlimlerin kitaplarında mesele nasıl geçiyor, bunu tam olarak bilmiyorum. Ancak benzerleri günümüzde yetişmeyen bu insanların nasları yorumlarken 'sosyo-kültürel ortam' veya 'algıda seçicilik' eseri olarak hata yapabileceklerini kabullenemiyorum. Hatta, bilakis, 'sosyo-kültürel ortam' ve 'algıda seçicilikten' (buna bir de modernizmin dogmalarını ekleyelim) etkilenmeye daha müsait olanların biz olduğumuz kanaatine sahibim. Nitekim, bundan birkaç ay önce, Caner Taslaman'ın, Bediüzzaman'ın Mucizat-ı Ahmediye Risalesi'nde yer verdiği 'çocuğa beddua' olayını diline dolaması nedeniyle ona yazdığım cevapta bu arızaya dikkat çekmeye çalışmıştım. Hatta demiştim ki:

Eğer "Allah Resulü aleyhissalatuvesselam böyle şey yapmaz!" türünden 'göreli' bir itiraz ile bu meseleye bakılırsa, Kur'an'da, Hz. Hızır (a.s.) ve Hz. Musa (a.s.) kıssasında geçen 'Hz. Hızır'ın bir çocuğu öldürmesi' hâdisesi de itiraz edilebilir bir hale gelir. Bize böylesi meselelerde yakışan: Hz. Musa'ya (a.s.) (ve onun örnekliğinde de bize) yaşadıkları üzerinden öğütlenen sabrı ve hikmet arayışını yapabildiğimiz ölçüde gösterebilmektir.

Belki cehaletimin bu noktada tekrar altını çizmem gerek. Ben Arapça bilmiyorum. Ama Arapça bilmediğimi biliyorum. Bu yüzden de, başta Bediüzzaman'ın isabetle ifade ettiği gibi; onların dili, fehmi ve sosyolojisi üzerine inmiş bir kitap olan Kur'an'ı (ve tefsiri olan hadisleri) yorumlamada kendimi müstakilleştiremiyorum. Böyle meselelerde, ister istemez, aklıma şu soru geliyor: Metin ağabeyden (veya onun nakilde bulunduğu kişiden) önce bu hadise şu manayı veren olmuş mu?

Eğer olmuşsa, ne âlâ, demek böyle anlayabilmek de mümkündür. Elhamdülillah. Fakat yoksa? O zaman şöyle ikinci bir soruyla yüzleşmek kaçınılmaz oluyor: Bu yorum 'tetimmat kabilinden' birşey değildir. Bundan önce anlaşılanın yanlış olduğu iddiasındadır. O vakit, aman, bu yol bizi şuraya çıkarmasın: "O mensus mânâları kabul etmemekten—hâşâ sümme hâşâ—Cenâb-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar."

Hem aynı fiilin farklı bir kullanımı Kur'an'da da kadınlar hakkında var: "Geçimsizliğinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın, sonra da hafifçe dövebilirsiniz." (Nisa sûresi, 34) Bu ayete 'dövmek' kelimesi üzerinden (ki hadisteki kelimeyle aynı kökten gelen bir kelimedir) 'sonra da onlara ısrarcı olun' veya 'teşvik edin' manası veren (bildiğim kadarıyla) bir tane müfessir yok.

Hatta fıkıh kitaplarında bu 'dövmenin sınırlarına' dair açılmış bâblar var. Nasıl birşeyle, nerelerine ve ne şiddetle vurulabileceğine dair izahlar yapılmış. Şimdi, yarın birisi de, tıpkı bu hadiste yaptığımız gibi Cenab-ı Hakkın veya Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın kadınlara gösterdiği şefkate dair misalleri topladıktan sonra dese: "Bu ayete şimdiye kadar verilen mana sosyo-kültürel etkinin veya algıda seçiciliğin ürünüdür." Bilmiyorum bu iddiaya ne cevap veririz?

Hülasa: Eğer bu hadise verilen mezkûr mananın selef-i salihînden bir dayanağı varsa bana düşen çenemi kapamak olur. "Elhamdülillah!" der ve yeni birşey öğrendiğim için Allah'a şükrederim. Fakat modern zamanlara kadar bu hadise şu manayı veren yoksa endişeyle sorarım: Sakın ha biz, modernizmin bize dayattığı ön kabuller nedeniyle, nasları büküyor hale gelmeyelim? Sakın, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın dilinden kendi doğrumuzu (modern zaman doğrusunu) diyor olmayalım?

Ben de endişemi ağabeyim bildiğim Metin Karabaşoğlu'na 'hakikati rendeçlemek' adına yazıyorum. İnşaallah, o beni delillerle cerh eder, ben de o delilleri paylaşmaktan iftihar ederim. Tevfik Allah'tan ve hamd yalnızca Ona.

No comments:

Post a Comment

Arnavut Metin'e ben "Diamond Tema olamazsın!" demedim

Hikâye o ya. Adamın birinin pek hayırsız bir oğlu varmış. Edepsizliğinden ötürü babası "Sen adam olamazsın!" dermiş. Bizimkine de ...