Tuesday, August 22, 2017

Unutulmamak yokluğun varlığıdır

Herkesin işe yaradığını hissetmeye ihtiyacı var. Bir hikmet ile gönderildiğimizi hepimiz seziyoruz. Sezgi nedir? Sezgi içimizin bizden önce bilmesidir birşeyleri. İçimiz bizden önce biliyor. Hikmet yokluğunda çektiğimiz azaptan biliyoruz. Bir işe yaramamız lazım. Kendimizden aşkın birşeyin parçası olmamız lazım. Bir amacımız olması lazım. Bütünsüz parçaya huzur yok. Peki nasıl bir işe?

Gözümüz yükseklerde... Varlığımızın tüm kainat için bir anlam ifade etmesini isteriz elimizden gelse. Öyle ki, biz olmasak, kainat hayıflansın. "O olsaydı herşey tamam olacaktı!" desin. Yüzü asılsın. Tadı kaçsın. Canı sıkılsın. Mutsuz olsun. Varolsun ama varolmuş gibi de hissetmesin. Yoksunluğumuz kalıcı bir yokluğa dönüşsün onda. Eksik kalsın. Böyle önemli olmak istiyoruz.

Hem ya varlığımızın ebedî olmasını yahut da yokluğumuzun unutulmamasını istiyoruz. (Unutulmamak yokluğun varlığıdır.) Ama yokluğumuzun unutulmadığını da bir yerlerden görebilmeliyiz. Bu ne demek? Arzumuzda yalan var demek. Demek yokken de varolmak istiyoruz. Yine şahit olmak istiyoruz yokluğumuza. Yokluğumuza ancak şahidi olarak katlanabiliriz. O da eğer unutulmayacaksak...

Peki ya unutulacaksak? Ardımızda varlığımızı hatırlatan iz/izler kalmayacaksa? O zaman ne yaparız? Eğer unutulacaksak gerçekten yokolmak 'mış gibi yokolmak'tan bin kere evladır. Çünkü yokluğumuzu izlemek de azap olur. Mürşidimin tabiriyle bu bir 'zeval-i lezzet'tir. Sonra hep elem verir. İbrahim Erkal'ın da dediği gibi: "Unutulanlar unutanları asla unutmaz." Lezzet bizi unutur. Mutluluk bizi unutur. Neşe bizi unutur. Yokmuşuz gibi varlığına başka varlıklarda devam eder. Fakat biz tattığımız güzellikleri asla unutmayız. Maşuk âşıkını unutur. Âşık maşukunu unutmaz.

Cehennem ehlinin tadacağı azaplardan birisinin de bu olacağına inanıyorum. Dünyada o kadar önemli şeyler yaptıklarını düşünenler, yokluklarının büyük boşluklar doğuracağını kuranlar, onlar yokken varlığın daha eksiksiz olduğunu görecekler. Cennet onlara, yokluklarında bir varlığın, varlıklarındaki bir varlıktan daha güzel olduğunu gösterecek. Bu kimbilir onlara kendilerini ne kadar kötü hissettirir? Biz de kötü hissetmez miyiz?

Çocukken bensiz oynanamayacağını düşündüğüm oyunlardan mızıkçılık ederek (Sivas'ta biz buna 'horlamak' deriz) ayrı düştüğümde kendimi çok kötü hissederdim. Çünkü bensiz de oynanırdı o oyunlar. Herkes bensiz de gayet mutlu olurdu. Fakat ben içlerine dahil olamazdım. Mutluluk benim varlığıma ihtiyaç duymazdı. Yıkılırdım. Fakat hiçbirşeyi kendisine şart koşamazdım.

İnsanların sizsiz mutsuz olduğunu görmek de bir mutluluktur. Bu yüzden küseriz sevdiklerimize. Onların mutsuzluğundan bir keyif alırız. Annesini üzdüğünü düşünen çocuk bir keyif alır. Eşini üzebildiğini düşünen bir kadın/erkek keyif alır. Dünyayı eksik bırakabildiğimiz düşünerek keyifleniriz. Bu bize kendimizi önemli hissettirir. Ancak bütün bu ilüzyonların dağıldığı bir yer olacak.

Sevdiklerimizin bizim eksikliğimizi hissetmedikleri bir yer. Varlığın bizsizken daha mutlu olabileceği bir yer. Mutsuzluğun yükünün tamamen üzerimize kaldığı bir yer... Öyle bir yer olacak. Mızıkçılık yapanın biz olduğumuzu bileceğiz o zaman. (Allah korusun.) Oyunun içinden çıkmayı biz istedik. Olmazsa olmaz değildik. Samed olan, yani herşey ona muhtaçken hiçbirşeye muhtaç olmayan, oydu. Cehennem ehline bakarak bir ders alacaksa, ehl-i cennet, o da bu olmalı: Biz Allah'a kul olmakla şeref bulduk. Ona küsenler varlıkta hiçbirşeyi eksik bırakamadı.

No comments:

Post a Comment

Arnavut Metin'e ben "Diamond Tema olamazsın!" demedim

Hikâye o ya. Adamın birinin pek hayırsız bir oğlu varmış. Edepsizliğinden ötürü babası "Sen adam olamazsın!" dermiş. Bizimkine de ...