Madem bu konu hakkında pekçok twit attım, yazıyla da karışayım. Sorunumuz şu: Risale-i Nur'un devletleşmesi. Peki, Risale-i Nur'un devletleşmesi nedir? Korkmayın canım, cemaatlerin emvallerine el konmuyor/kamulaştırılmıyor ve başlarına da devlet tarafından birer abi atanmıyor. Endişeye mahal yok. Kırk yıldır gruplarının başında olan abiler/hocaefendiler müsterih olsunlar. Koltuklar tehlikede değil. Daha başka birşey yapılıyor. Bediüzzaman'ın sağlığında, talebeleriyle külliyat basımına girişmeden evvel, devletten talep ettiği birşey gerçek oluyor. Diyanet İşleri külliyat basıyor. Evet, ilk eserini de bastı hatta. Küçük fakat kıymetli bir başlangıç: İşaratü'l-İ'caz.
Gerisini de basacak. Fakat bu arada, yasal varisleriyle telif anlaşması yapılmadığı için yıllardır bu eserleri telifsiz basan bazı yayınevleri sıkıntıya düştü. Ben bu sıkıntının ortaya çıkacağını ilk duyduğumda bundan belki üç sene kadar önceydi. (Belki daha da fazla.) Ama kimse oralı olmadı. Yasal varislerle görüşüp telif işlerini düzene koymadı. Sonra? Sonrası malum. Şimdi bir dernek çatısı altında yasal varislerden ve Risale-i Nur gruplarından oluşan bir heyet hem telif işini hem külliyat basım işlerini düzene koyuyor. Metin konusundaki çalışmalar sona erdirildikten sonra o metin üzerinden Risale basmak isteyen yayınevleriyle anlaşmaya gidilecek sanırım. Mesele Kültür Bakanlığı'nın gözetiminde yürüyor. Detayları, nette arama yaparsanız, bulursunuz.
Yani mesele bu kadar birşey. Risale-i Nur külliyatını, Bediüzzaman'ın da bir vasiyeti olarak devletin basması ve hatta bir nevi koruması altına alması hadisesi. Fakat durun, bu noktada bazı grupların ciddi endişeleri var. Bandrol alamayışlarından itibaren bu kazanı karıştırıp duruyorlar. Açılan başlık şu: "Risaleler devletleşiyor!" Peki, Risaleler devletleşirse ne olur? Bu kısmı kocaman bir soru işareti. Yani endişe nedir? Metinlere mi müdahale edilir? Külliyatın basımımı yasaklanır? Kalitesiz mürekkep mi kullanılır? Başına ders kitaplarında olduğu gibi Mustafa Kemal resmi mi konur? Kağıdından mı çalınır? Tam olarak endişemiz ne? Eğer endişemiz; sadece kendi markamızla, iyi de satan Risalelerden para kazanmak değilse, ne hakkında endişe ediyoruz?
Bunu sorguluyorum, zira daha somut birşey söyleyeni duymuş değilim. Hatta sanıyorum kasten somutlaştırılmıyor ki, kolay çürütülmesin. Böyle şekil çizilmeyen, hudut verilmeyen, tahayyüle bırakılmış, bu nedenle daha da korkutucu olan öcüler gibi. (Bir zamanlar sinemacı bir arkadaşım, filmlerde korkunun, korkulacak şeyi görene kadar geçen zaman diliminde yaşanan birşey olduğunu söylemişti.) Korkulacak şeyi gördüğünüz zaman korku kalmıyor çünkü. Onu bir şekil içinde tanıdığınız zaman: "Bu muydu o kadar endişe ettiğimiz?" diyebiliyorsunuz.
Şaşırdığım birşey de şu: Bu devletleşme korkusu ne zamandan beri Nur talebelerine arız oldu? Yani eğer bu korku külliyat içinde referansını da bulduğumuz birşeyse, amenna, peşindeyim, destekliyorum. Fakat aksine, Bediüzzaman'ın külliyat içinde devlet kelimesini kullanış tarzı hiç öyle öcü gösterir gibi değil. Hatta kendisi talebeleriyle basım işine girişmeden önce bunu devletten talep etmesi, hatta Son Şahitler'den okuduğumuz hatıraları da hatırlarsak, talebelerini bu işin peşinde koşturması 'devletleşme' denilen şeyden o kadar da endişe duymadığını gösteriyor. Eğer devletleşmeden kastımız devletin külliyatı basması ise, Bediüzzaman zaten talep ediyor bunu. Hem talep edip hem korktuğu/yasakladığı söylenebilir mi? Bu da bizi içimizde bir çelişkiye sürüklüyor sanırım. Yahut da şimdiki bir kısım abiler Bediüzzaman'dan daha ferasetli abiler. O görmemiş, bunlar görüyorlar.
Eğer bizim burada korktuğumuz şey, devletin otoriteri ise; yani otorite elinde olmasından korkuyorsak külliyatın, abilerim/ablalarım hepimiz biliyoruz ki, her Nur cemaati ayrı bir küçük devlet/devletçik. Onların içindeki despotik yapı, bugünkü devlette yok. Gülengillerden tutun (gerçi onları artık Nurcu da saymamak lazım ya, külliyat basıyorlar, bu yazıda ihtiyaç var) Yeniasya'ya, diğer gruplara kadar hepsinin idarî listesine bakıyorsunuz 40 yıldır aynı isimler. Haydi, 'isimler'i geçelim, bazılarının başında 'tek adam' var. Sorgulanmıyorlar. Değiştirilemiyorlar. Onlara ilişen olursa hasbelkader, onlar gönderiliyor. Cemaat içindeki bütün muhalefetlerini tasfiye eden otoriter bir yapılanmadan ibaretiz. Eteğimizdekileri dökelim. Biz neyiz ki, devletin bir derece sınanabilir, çünkü seçimle başa gelir iktidarlarını öcü gibi gösterebiliyoruz. Devletin adı cemaat olunca ondan korku yok, cemaatin adı devlet olunca ondan korku var, öyle mi?
Bu ayrı yayınevlerinden külliyat işi öyle enteresandır ki, dersanelerde (hepsinin demeyeyim ama çoğunun desem hata olmaz), bir grubun dersanesinde/medresesinde başka bir grubun külliyatını göremezsiniz. Denemek için masasının üzerine bırakın bir takım, ertesi gün kendi grubunun markasından eserlerle yerleri değiştirilmiş olur. Sizin anlayacağız, bu markalar altında üretilmiş bir asabiyet Nurculuğun her yanını sarmıştır. Neredeyse her grubun bir külliyatı, her külliyatın bir grubu vardır. Eğer bu markalaşma bir asabiyet üretme geleneği haline gelmişse, bitmesi mi hayırdır, devam etmesi mi hayırdır?
Kendim yaşadığım komik birşeyi anlatayım: Köşeyazılarımda Söz Basım külliyatını kaynak kullandığım için (ulaşabildiğim en kolay kaynaktı çünkü) bana serzenişte bulunan okurlarım bile olmuştu. Serzenişin şekli ise şöyleydi: "Neden sadece o malum grubun külliyatını kullanıyorsunuz?" Sanki markadan markaya külliyat değişiyor.
Gerçi değişiyor. Evet. Küçük detaylar oynuyor. Mesela sayfa numaraları birbirini tutmuyor. Bazı mektupların içeriği uzun veya kısa, kesilmiş veya kesilmemiş. Bazılarında ilave mektuplar da var. Bazılarında bazı yerler asıl metinlere göre tashih edilmiş, bazılarında daha sonraki külliyatlarda basıldığı gibi duruyor. Lahikalar'daki mektup sayısı oynuyor, aynı değil. Kürdî/Nursî, Kürdistan meselesini ise hiç açmayayım, o daha derin bir yaradır. Hasılı; bu iş böyle, eteğimizden dökülen hep elmas değil. Yanlışlar da etmişiz bu işte. Şimdi tekrar tek bir çatı altında bu iş dönse, şer mi olur, hayır mı?
Ben demiyorum ki, hâzâ hayır olur. Bakınız soru işaretlerim benim de var. Metinlerin sıhhatini cidden merak ediyorum. Çalışmanın detaylarının şeffaf bir şekilde paylaşılmasını bekliyorum, istiyorum. Ama o heyete de güvenmiyor değilim. Hepsi iş bilen, işin içinde insanlar. Yıllarını vermiş insanlar. Ha bu işi şimdi AK Parti baştayken yapıyor, bazılarımız onu sevmiyor, nasip meselesi. DP'den istemişti Üstad, 50 yıl sonra AK Parti'ye nasip oldu. Dövülmeden kuru endişelerle ağlamak yerine, hem sürece pozitif katkı verip hem de sınamak daha sağlıklı olmaz mı? Nihayet olarak: Risale-i Nur devletleşiyor korkusu, eğer güzel ve sağlıklı basacaklarsa ve fiyatı da uygun olacaksa, benim katımda ehemmiyetsiz bir korkudur. Bir öcüleştirmedir. Ben her öcüleştirmeye düşmanım. Gülencilerde yeni, diğer bir kısmımızda eski, bu liberalizm kokulu 'devletleşme korkusu' bana bir anlam ifade etmiyor. Somut delillerle gelin, canınızı yerim. Ne yapacak külliyata bu devlet?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder