29 Mayıs 2015 Cuma

Eski Said'in lisanı da Said'in lisanıdır

Her gün Risale okumaya çalışıyorum. Fakat her gün bir dizi başka metin de okuyorum. Bilgi olarak Risale-i Nur'a kanaat edemiyorum, ama bakışaçısı olarak Risale-i Nur'a kanaatim var. Hayatı, Bediüzzaman'ın gözüyle ve kalbiyle görmek isterim. Bunu Rabbimden dilerim. 'Risale-i Nur'a kanaat etmek' bence budur. Başka kitap okumamak demek değildir.

Salt diğer metinleri okuduğumda hayatımda bir boşluk oluşuyor sanki. Adımlarım kararsızlaşıyor. Yargılarıma ve yazdıklarıma güvenemez oluyorum. Zulmetme ihtimalim artıyormuş gibi geliyor. Aptallaşıyorum. Cesaretim azalıyor. 'Sapasağlam bir kulp'tan kopuyorum. Boşluğa düşüyorum. Nefsime güvenmiyorum. Yorumuma güvenmiyorum. Bastığım yere güvenmiyorum. Eğer onu Bediüzzaman'ın Kur'an tedrisinde bir yere bağlayamazsam ayaklarım kayıyor. Avamım çünkü. Avam, izleyeceği güvenilir bir ayak izine muhtaçtır.

Başkalarını okumak, başkalarında varolmak, başkalarının gözlerinden de bakmak, yani bize biraz başkasının bulaşması, boyamızın onun boyasıyla karışması, başkalarında misafir olmaktır. Sizdeki esma, ondaki esma... Bizde tecelli edenler ve onda yansıyanlar... Kardeşlik. Kandan ve kalpten öte düşünsel bir kardeşlik. O'nda mizaç. Biz'de imtizaç.

Her misafir olduğunuz yerde birşeyler ikram ederler. Bunu severim. Fakat içinde Kur'an'dan bir lokma yoksa, aynı zamanda asl-ı insandan da bir uzaklaşmadır bu okumalar. Kesrette boğulmak, kesretin enformatik cehaletinde boğulmak, nevin enaniyetinde boğulmak... O yüzden, her ne okusam okuyayım, vaktimin/okumamın diğer bir parçası da vahye dönüktür. Mürşidimin gözlerine geri dönemezsem, başkasının gözlerinden görünen bu âlemler beni zehirler. Taşları onlar kadar düzgün, nazarı onun kadar yerinde, muhakemesi onunki kadar selametli, kalbi onunki gibi şefkatli gelmez çünkü. Fikrimin abdest tazelemesidir mürşidime dönüşlerim.

Risale-i Nur okurken, mürşidimden, bilgiden daha çok bakışaçısı aldığımı düşünüyorum. Ondaki bilgi salt bir done değil. Daha sonra işinize yaramayacak kadar hazır sunulmuş, yani yolu öğretilmemiş yorum da değil. Hatta kuş gibi 'yalnız civcivinin tüketebileceği' kay da vermiyor sizlere. Koyun gibi 'her canlının yavrusunun içebileceği' sütü sunuyor.

"Bunu böyle bil! Şunu şöyle bil! Onu öyle bil!" tarzı bir okuma değil ihsan edilen. "Buna ve buna benzer şeylere böyle bak. Şuna ve şuna benzer şeylere şöyle bak. Ona ve ona benzer şeylere öyle bak!" tarzı, kitaptan hayatıma ve geleceğime uzanan bir irşad oluştur (benim için) Risale okumak. Bir gruba mensup olmuşum, bir geleneğe dahil olmuşum, 'Türkiye'de bilmem kaç tane Nurcu var'mış'lı mevzular, değil enaniyetimi okşamak, gönlüme sıklet veriyor. Mezara girdiğimde de yalnızım, Risale okurken de. Okumak, bir rabıta-i mevttir. Eğer ölümü hatırlayan ve hatırlatan metinler okuyorsanız. Orada kalabalık teselli vermezken, burada nasıl teselli bulabilirim?

Risale-i Nur'u okumak kendimi neden böyle hissettiriyor? Yukarıda bir damlacık dokundum: Kur'an'ın 'sapasağlam kulbundan' tutunduğum hissini veriyor bana Risale-i Nur. Şu dediğim hissidir. Sözüme inanmayana izah edemem. Çünkü ancak tadılınca bilinecek birşeydir. Allah Resulü gibi derim: "Allah senin kalbine merhamet koymamışsa, ben ne yapabilirim?" Böyle şeylerin zevki/tadı öğretilemez ki. Şunu da Nurcular adına bir 'eziklik psikolojisi' olarak görürüm: "Haaaayııır, öyle değiiiil, biz aslında Kur'an'ı anlamak için Risale okuyoruuuuuz!" Kur'an'ın yerine Risale-i Nur'u koymakla veya Bediüzzaman'a peygamber muamelesi yapmakla itham edenlere cevap yetiştirmek için söylediğimiz şeyler.... Aslında 'kendimizi beğendirmek için' attığımız taklalar!

Bu ezikliği niye yaşıyoruz? Bir müslüman, Kur'an'ın yerine koyarak birşeyi okur mu? Okursa ona müslüman denir mi? Bu insanlar bizi nasıl ağır şeylerle itham ediyorlar da onlara karşı izzetle; "Ağzını topla ulan!" demek yerine ezik ezik savunmalar geliştiriyoruz. Ben artık böyle cevaplar vermeye didindiğim ergenlik Nurculuğunu geçtim. Doğrudan şunu soruyorum: "Açık söyle. Bana kafir mi demek istiyorsun?" Kur'an'ın yerine başka kitap koymak demek odur çünkü. Aslında bunu demek istiyorsa, bunu desin ve ben de ona göre ona cevap vereyim.

Arkasındaki niyet kara, kalp kara, beyin kara sorulara, teveccüh-ü nas köleliğinden kopmamış, hemen ceket ilikleyen cevaplar vermekten vazgeçmemiz lazım. Herkes Bediüzzaman'ı veya bizi sevmek zorunda değil. Sevmek kadar sevilmemek de sünnettir. Bu yüzden Nurcu kardeşlerimi "Suç bizde, demek ki yeterince kendimizi anlatamamışız!" ezikliğinden "Belki de kafaları basmıyordur!" izzetine çağırıyorum. Bediüzzaman'ı, Bediüzzamanca savunmak lazım. Eski Said'in lisanı da Said'in lisanıdır. Altta kalacak kadar alttan almak yakışmıyor.

2 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dediklerinizde doğruluk payı olmakla beraber, bence bazı nur talebelerinin hikmetsiz üsluplarinin da bu konuda rolü var. Neticede "ifrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade ; fakat ifrat, tefrite sebep olduğundan daha kabahatlidir."

      Sil

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...