Bu yazımda bana ilginç gelen (daha doğrusu 'hikmetli' gelen) bir sıralamayı sizinle konuşmak/paylaşmak istiyorum. Peki 'sıralama' nerede? Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de. Neresinde? Finalinde. Sikke-i Tasdik-i Gaybî'yi okuyanlar bilirler ki, kitap, Bediüzzaman'ın üç metniyle son buluyor. 1) Hüve Nüktesi. 2) Beşinci Risale Olan Beşinci Kısım. 3) Na'büdü Nüktesi... Aslında, zâhirci bir nazarla, bu metinlerin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin temasıyla bir ilgisi yok gibi görünüyor. Çünkü mezkûr metinler ne gaybî bir sırdan haber veriyor ne de Risale-i Nur'a dair istihraçlar içeriyor.
Ya? Oraya geleyim: Ben bu metinlerin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'ye konmasını farklı bir şekilde anlamlı buluyorum. Onların öğrettikleri bakış açısının Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin anakonusunu oluşturan istihraçlara büyük bir desteği var gibime geliyor. Hatta şöyle bile söylenebilir: Bu metinlerin bakış açısını kuşanmış insanlar ancak 'istihraç' konusuna selametle bakabilirler. Neden? İşte şimdi, elimden geldiğince, şu sırrı izah etmeye çalışacağım. Peki nereden başlayalım? Bence Hüve Nüktesi'nden başlayalım.
Hüve Nüktesi bize neyi anlatıyor? Hüve Nüktesi, okuyanların hemen tahattur edeceği üzere, bir hava zerresinde saklı mucizeleri anlatıyor. Nasıl mucizeler bunlar? Kısaltılmış bir alıntıyla aktarmış olalım:
"Meselâ bir nokta beyaz kâğıtta iki üç nokta konulsa karıştığı; ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı; ve bir küçük zîhayata çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği; ve bir lisan ve bir kulak, aynı anda müteaddit kelimelerin beraber çıkması ve girmesi, intizamını bozup karışacağı halde, aynelyakîn gördüm ki, 'Hüve'nin anahtarıyla ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda, herbir parçası, hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde karışmadığını ve intizamını bozmadığını; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde hiç şaşırmadan yapıldığını; ve o parçaya ve zerreye pek çok ağır yükler yüklendiği halde hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmayarak intizamla taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip o gayet incecik lisanlardan çıktığı; ve o her zerre ve her parçacık, bu acip vazifeleri görmekle beraber, (...) fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor; ben aynelyakîn müşahede ettim."
Yani: Bir hava zerresi, birtek zerre olduğu halde, üzerinden geçen her sesi, her ışığı, her ısıyı, her radyo dalgasını, her kokuyu, belki daha nice şeyi şaşırmadan taşıyabiliyor. İnsan, aynı anda konuşan iki arkadaşını birden anlayamazken, hava zerresi sayısız sesleri doğru anlayıp akranlarına iletme konusunda hiçbir arıza yaşamıyor. İşte, zerrede saklanan mucizelerin bu farkındalığı ki, sizi, varlığın 'bir'ken 'çok' olabilme sırrına doğru taşıyor. Alıştırıyor. Birlerin çoklaşması artık sizi şaşırtmıyor.
Tamam. Bunu az-çok anladık. Özet de olsa bir tarif elde ettik. Beşinci Risale Olan Beşinci Kısım'a gelelim. Bu metin bize neyi anlatıyor? Bu defa alıntısız aktarayım. (Çünkü özetleyecek bir yer bulamadım.) Bu metin, bize, Nur sûresindeki 'zulmet üstünde zulmet' ve 'nur üstüne nur' ifadelerini tefsir ederek, âlemin aslında yaprakları içiçe gül goncası gibi bir yapıya sahip olduğunu, tek bir âlemi yaşıyoruz sansak da 'çok katmanlı' bir âlemle muhatap olduğumuzu anlatıyor.
Hemen girişinde rastlıyoruz zaten şu cümleye: "Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi, şu âlem binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Herbir perde açıldıkça diğer bir âlemi görüyordum." Finale yakın ise şu ifadelerle karşılaşıyoruz: "Elhasıl: Bin bir ism-i İlâhînin, kâinata müteveccih olan o esmâdan herbiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eder bir güneş hükmünde ve sırr-ı ehadiyet cihetiyle, herbir ismin cilvesi içinde sair isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu."
Yani, bu bölümün de bize verdiği ders, yaşadığımız âlem tek boyutlu değil. Birbiri içinde çok âlemler var. Esmaü'l-Hüsna sayısınca kuşanabileceğimiz bakış açıları ve bu bakış açıları sayısınca şahit olabileceğimiz âlemcikler var. Bir aynalar koridorunda yaşıyor gibiyiz. Eh, benim şahitliğime güvenmiyorsanız, metni kendiniz okumalısınız. Sanıyorum zikrettiğim hakikati az-çok görecek/bulacaksınız.
Gelelim üçüncü metne. Na'büdü Nüktesi. Peki Na'büdü Nüktesi bize neyi anlatıyor? Bu metnin bize anlattığını özetleyecek içinde harika bir bölüm var. Onu alıntılayarak söze başlayalım: "O vakit, herbir âyât-ı Kur'âniye, gayet haşmetli ve vüs'atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Mütekellim-i Ezelîden ve makam-ı mahbubiyet-i uzmâ sahibi tercüman-ı âlişanından aldığı bir kuvvet-i ulviyet, cezâlet ve belâğat içinde, parlak, hem pek parlak bir nur-u i'câzı içinde gördüm." Bediüzzaman, bu metin boyunca, Fatiha'daki "Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz!" ifadesindeki 'biz'in kaç anlama birden gelebilir olduğunu tefsir ediyor. Yaşadığı bir uyanış üzerinden katman katman bu ayetin hitap ettiği 'bizlikleri' anlatıyor. Yani bu metin de bizi yine birşeyin (bir ayet-i kerimenin) çok katmanlı anlam dünyasına çağırıyor.
Evet, buraya kadar dökmeden-saçmadan meramımı anlatabildimse, şimdi sadede geleyim: Sikke-i Tasdik-i Gaybî bütününde bizi nasıl bir okumaya çağırıyor? Asırlar önce edilmiş duaların, yazılmış kasidelerin veya nazil olmuş ayet-i kerimelerin her zamanda (ve özellikle bu zamanda) muhatapları olduğuna dair bir okumaya değil mi?
Yani, orada, bir söz, bir mısra, bir ayet-i kerime yalnızca 'birşey' söylemiyor. Söyleneceklerin sayısı muhatap sayısınca artıyor. Zaman sayısınca artıyor. Kulak sayısınca artıyor. Okuma sayısınca artıyor. Tefekkür sayısınca artıyor. Kur'an-ı Kerim, tek bir kitap iken, muhataplarının fehmine göre binlerce tefsire dönüşüyor. Çiçeklerin sayısı güneşi yoramıyor. 'Yaş ve kuru ne varsa içinde yazılı' bir hale geliyor. Neden? Çünkü yaş ve kuru herşey onunla muhatap oluyor. Onunsa rahmeti, hikmeti, ilmi sonsuz. Muhatabını Ehadiyet gölgesinde kendisine has hisselerle donatıyor.
Bu, bir açıdan, Kuantum fiziğini anlatmada kullanılan 'Çift Yarık Deneyi'ni andırıyor. Tanecik sayısı yarık sayısına göre şekilleniyor. Bilinen fizik bu noktada kırılıyor. Yeni bir fiziğe sahip oluyorsunuz bu bakış açısıyla. Cenab-ı Hak, isimlerinde sonsuz olduğu gibi, kelamında da sonsuz oluyor. Vahyi zahirde bir mushafa sığacak kadar az iken, sanki kainatı şekillendiren ukdelerin ipleri ellerindeymiş gibi, her zamanın kulağına sesi gidiyor. Her zaman orada kendi hissesini alıyor. Her zihin dersini çıkarıyor. Hiçbiri diğerinin payına engel olamıyor.
Bence, Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin arkasında bu üç metnin yeralması, aslında Sikke-i Tasdik-i Gaybî'ye bakılırken sahip olunması gereken bakış açısına işaret ediyor. Eğer varlığı, Hüve Nüktesi'nde öğretildiği gibi, 'birken çok şey yapabildiğini gösterir' bir gözlükle okursanız; Beşinci Risale Olan Beşinci Kısım'da ders verildiği gibi, 'zahirde birken gül goncası gibi katman katman' görmeyi bercerirseniz; Kur'an ayetlerine de Na'büdü Nüktesi'nde öğretildiği gibi tek bir harfinde/hecesinde dahi katman katman manaları kasteder bir gözle bakabilirsiniz. Ve o zaman Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de size anlatılanlar tuhafınıza kaçmaz. Çünkü varlığın her köşesi aynı nakkaş tarafından işlenmiştir. Kur'an kainatı tefsir ettiği gibi kainat da Kur'an'ı tefsir eder. Öyle ya. Tevhide iman edenler 'birşeyi herşey' ve 'herşeyi birşey' yapanın kudretine kainatta görüp iman etmişlerdir zaten. Artık aynı izi nerede görürlerse görsünler şaşırmazlar
Çok Boyutlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok Boyutlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2 Mayıs 2018 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...