'Adalet-i izafiye' ve 'adalet-i mahza' konusunu, en azından kavramların tanımlarını netleştirmek amacıyla, âdilane bir şekilde tartışmak/konuşmak onları gündelik siyasetin veya konjonktür baskısının etkisinden korumakla mümkündür. Zira meselenin tarihçesi sahabe dönemine kadar uzanmaktadır.
Sahabe dönemine dair yapılan yorumlarda ise, eğer insaflı olunmazsa, insanın ahiretini berbat etmesi gibi tehlikeler vardır. Ömer b. Abdülaziz'i (r.a.) "Allah kanlarını ellerimizi bulaştırmadı. Biz de dilimizi bulaştırmayalım!" demeye iten veya (Bediüzzaman'ın alıntıladığı şekilde) bir Kürt zat-ı muhakkiki "Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kàl etme. Çünkü, hem kàtil ve hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettirler!" sözünü söylemeye zorlayan çekince budur. İşte, geçmişten günümüze taşınan bu 'mübarek hassasiyet' nedeniyle mü'minler sahabe arasındaki anlaşmazlıklar hakkında kem kelam etmeye çekinirler. Ahir ve akıbetlerinin bu kem kelamlar nedeniyle berbat olmasından korkarlar.
Fakat şimdilerde bu afiyeti bulamıyoruz. Ahirzaman geldi. Artık birçok aydın insan gündelik siyasî tartışmaların eksenini, kendisine kuvvetli bir referans bulabilmek için, götürüp sahabe dönemine dayayabiliyor. Şimdiki zamanda analiz ederek bırakmıyor. "Aman dilimiz o berrak kanlara bulaşmasın!" demiyor. Pekçok örneğine şahit oluyoruz. Pekçok nümunesini görüyoruz. Hani bunu yapanlar âlimlerimiz olsa yine iyi. Lakin yok. Siyaset bilimcisinden gazetecisine, köşeyazarından twitter fenomenine, aydınından aydınlanmamışına herkes sahabe dönemini, siyeri, Kur'an'ı yeniden okumak-okutmak telaşında.
'Adalet-i izafiye' ve 'adalet-i mahza' tartışmalarında da bu oluyor. Mesela diyor ki birileri: "Hz. Osman'ın (r.a.) şehit edilmesinin ardından Hz. Ali (r.a.) halife olunca katillerin hesabını sorabilmek için süre istedi." Neden istedi? "Çünkü suçlu ile suçsuzu tam olarak ayırabilmeyi istiyordu. Adalet-i mahzayı uygulamak istiyordu." Peki ne yaptı muhatapları? "Cıngar çıkardılar. 'Geciken adalet 'adalet' değildir!' dediler. Muhalefet ettiler. Adalet-i izafiye istediler."
Ne arzu ediyorlardı? "Arzu ediyorlardı ki: Birin günahıyla gerekirse bin de yansın. Suçlu-suçsuz farkolunmasın. 'Devletin bekası' veya 'umumun menfaati' için lazım gelirse Hz. Osman'ın (r.a.) evinin etrafında toplanan herkes asılsın, kesilsin veya farklı şekillerde cezalandırılsın. İntikamı mutlaka alınsın. Çok da ince elenip sık dokunmasın. Şöyle şatafatlı bir gözdağı verilsin. Kul hakkına falan bakılmasın." Vay! Kim söylemişti bunları peki? "İsimlerini siz de bilirsiniz ama ben bazılarını zikredeyim: Mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.anha), aşere-i mübeşşereden Zübeyir b. Avvam (r.a.), yine aşere-i mübeşşereden Talha b. Ubeydullah (r.a.) ve daha niceleri..." İşte bunlarmış yukarıdaki şeyleri söyleyen.
Gördün mü ahirzaman müslümanlarını! Nasıl yakaladılar aşere-i mübeşşerenin fahiş hatalarını! Bak sen şu cengaverlere! Bak sen şu âdil aslanlara! Bak sen şu Kur'an'ı ve sünneti en iyi anlayanlara! Peki ya sahabe? Sahabe bunları anlamaz mıydı? Hele sahabenin büyükleri? Hele aşere-i mübeşşere? Onlar suçlu-suçsuz, haklı-haksız, masum-zalim ayırmazlar mıydı?
"Çok karıştırma canım oraları. Olmuş demek ki bir hataları. İdare etmek lazım." Yahu nasıl olur? Dinimizin yarısını Hz. Aişe'nin (r.a.) rivayetlerinden alıyoruz. Biz bu insanları Aleyhissalatuvesselamın etrafındaki 'en faziletliler' biliyoruz. Sahabeye 'Umumen âdildir!' diyoruz. Ehl-i Sünnet olarak böyle itikat ediyoruz. Bunlar böyle 'birin günahı için gerekirse bini yakacak' kadar Haccac-ı Zalim türünden insanlarsa onlardan alınan dine güven olur mu? Ya umumun menfaati için dinde de birşeyler yaptılarsa? Şianın dediğine gelmiyor mu iş o zaman? "Ne diyor ki onlar?" Onlar diyorlar ki: Hz. Ali (r.a.) ve arkadaşlarından başkasının rivayetine güven olmazmış. "Eeeh... Şeeey..." Ne oldu? Cevap versene!
Cevap yok. Çünkü cevap gündemin tuzağına çoktan düştü. Yaşananlar üzerine zaten belli olan söylenecekler için sahabe hayatını açtığınızdan çoktan şeytanın ipine dolanmaya başladınız. Çoktan bakış açınızın baskısına maruz kaldınız. Halbuki meseleyi anlamak gayeten kolaydı. Orada savaşın yaşanmasının sebebi 'süre istenmesi' veya 'bir için bin yakılmasının talep edilmesi' değildi. Hz. Ali (r.a.) Hz. Osman'ın (r.a.) katillerini bulamıyordu. Evet. Bu kadar basit.
Hz. Osman'ın (r.a.) eşini sorguladı. O gün suikast niyetiyle Hz. Osman'ın (r.a.) evine sızan üç kişiden (aynı zamanda Hz. Aişe'nin üvey kardeşi de olan) Muhammed b. Ebu Bekir'i (r.a.) sorguladı. Sonuç? Sonuçta bu cinayet davası çözülemedi. Muhammed b. Ebu Bekir (r.a.) kendisine Hz. Osman (r.a.) tarafından merhum babası hatırlatılınca pişman olup odayı terketmişti. Diğer iki kişi de bilinmiyordu. Dosya hakkında, modern zamanların tabirince, 'takipsizlik' kararı verildi. Adalet adl-i ilahîye bırakıldı. Ve karar kendi içinde yüzdeyüz doğruydu.
Peki muhalefet neden oluştu? Muhalefet bu 'takipsizlik' kararını kabullenmekteki güçlükten oluştu. Yahu insaf edin! Hz. Osman (r.a.) gibi güzel bir insanı böyle elîm bir olay neticesinde yitirmek kolay bir hâdise midir? Elbette dostları bu acıyı kabullenmekte zorlandılar. Katilleri konusunda verilen 'takipsizlik' kararını kabullenmekte iki kere zorlandılar. Onlara göre eğer Hz. Osman'ın (r.a.) katilleri bulunup hesabı sorulmazsa ümmet ileride daha büyük kargaşalar yaşardı. İşte 'adalet-i izafiye' de zaten buradan doğdu. Onlar kendilerince ve Allah rızası için iki muhtemel durumu birbirine nisbet ettiler. Bu nisbet nedeniyle izafî bir seçim yaptılar. Ehven-i şerreyn düsturuyla doğru olanın 'katili aramaya sebat etmek' olduğuna vardılar. Hz. Ali'ye (r.a.) elbette bu mümkün olsa yapacaktı. Ama mezkûr olayda bu mümkün değildi.
Hz. Ali'nin (r.a.) Cemel'deki muhalefetinin bundan fazla dediği yoktur. Yok efendim, "Gerekirse birin günahına bin yansın!" demişler, "Umumun menfaati için cüz'ün zararına bakmayalım!" söylemişler, "Devletin bekası için o kuşatmaya katılan herkes cezalandırılsın!" istemişler... Bunların tamamı zandır. Onların böyle şeyler talep ettiklerine dönük bir delil yoktur. Ha, şu var, adalet-i izafiyenin böyle sonuçları olur mu? Olabilir. Adalet-i izafiye, eğer adalet-i mahzanın yerine genel-geçer şekilde uygulanır bir hale gelirse, ondan bu tür zararlar sıklıkla doğabilir. Hele ki naehil ellerde... Bediüzzaman'ın metinlerinde dikkat çektiği tehlike de budur. Çünkü adalet-i izafiye muhtemel durumları da dikkate alarak olay hakkında hüküm vermeyi esas alır. Muhtemel tehlikeler ise hükmedicilerin kafası komplo teorilerine ne kadar çalışıyorsa o kadar uçar gider. Adalet-i mahza ise sadece olayı esas alır. "Bu bir cinayet davası mıdır?" Evet. "Tam olarak suçlu tesbit edilebiliyor mu?" Hayır. "O zaman masumların incinmemesi adına takipsizlik veriyorum." Bitti. Cenab-ı Hak elbet yüce mizanında katillere müstehakını verir. Onun adaletinden kimse kaçamaz.
Meselenin sahabeye bakan yanı yalnızca bu kadarcık iken onlar hakkında 'potansiyel zalim' tanımlamaları yapmak, suçluyu-suçsuzu önemsemiyorlarmış gibi yargılarda bulunmak, bugün sıradan bir müslümanın bile yapabildiği vicdanî bir takdiri onlardan esirgemek... Bunlar doğru şeyler değil. Bunlardan önce gündelik siyasetin içine sahabeyi çekmek ve tabiinin büyüklerinin bile dilini karıştırmaya korktuğu şeyler hakkında kıl u kal etmek doğru değil. Allah cümlemizi istikametten ayırmasın. Sahabe efendilerimizin cümlesinden razı olsun. Onların güzel şefaatlerine bizleri nail eylesin. Âmin. Binler kere âmin.
Adalet-i Mahza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adalet-i Mahza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...