Bilgi üretimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgi üretimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2013 Pazar

Allah hayretini arttırsın, şaşkınlığını değil

Bediüzzaman’ın, felsefe üzerinden, modern bilimlerin bilgi üretim şekline yaptığı çok eleştiri var. Fakat bunlardan ikisi ayrıca dikkatimi çekiyor. Birisi, harika şeyleri ‘bir nam takmakla’ sıradanlaştırmaları hakkında yaptığı; diğeri, sıradışıyı arama yolculuğuna çıktıklarında ‘kanun dairesinden huruç etmiş fertleri’ aramaya koyulmaları üzerine yaptığı... Bu iki eleştiri bence çok kıymetli. Zira, en nihayetinde, insanın hayretini de kafasındaki öğretiler yönlendiriyor. Modern bilimin tabularını aşamayanlar ise, elbette, müminane bir hayretin/merakın lezzetini duyamıyorlar sinelerinde.

Ve bu, daha evvelki yazımda altını çizmeye çalıştığım ‘hakikat açlığını’ çok etkiliyor. Belki biraz da bu yüzden marifet-i ilâhî içindeki lezzet-i ruhaniye şu zamanın insanları tarafından yeterince yudumlan(a)mıyor. Çünkü bilginin değer algısı farklı zihinlerimizde. Örneğin; her yerde bulunan bizce kıymetli değil. Birşeyin iktisadî bir değer arzetmesi, az bulunmasıyla olabiliyor ancak. Düşünsenize; eğer altın, toprak kadar çok bulunsa, şimdiki değerinde kalabilir miydi? Yahut petrol, su gibi her yerden kaynasa, bugünkü kadar iktisadî bir değer taşıyabilir miydi? Fakat hakiki muhtaciyet meselesine geldiğimizde ne petrol, ne altın bir bardak su kadar değerli olabiliyor.

Bana “Kur’ân’ın en büyük davaları nelerdir?” diye sorulsa, belki ilk onu içinde hiç tereddüt etmeden “İnsanın ülfetini kırmak...” diyebilirim. Çünkü gerek 20. Söz’den aldığım ders, gerekse Bediüzzaman’ın yukarıda Kur’ân ekseninde felsefeye/modern bilimlere yaptığı eleştiri, bana bu şıkkı söyleyebilme cür’eti veriyor. Evet, bence, Kur’ân’ın bir davası da zikrettiğimiz iki şekilde tezahür etmiş olan ‘bilgi üretim’ ve ‘bilgi algı’ hatalarını gidermektir. Bunu da en çok insanların ‘sıradan’ saydığı şeyleri onlara tekrar be tekrar misal göstererek yapar.

Mesela; 20. Söz’de altı çizildiği gibi, bazen taşları örnek gösterir ve ona başka bir nazarla bakmasını ister insanın. Bazen bir karıncayı, bazen arıyı, bazen de dağları misal gösterir. Bazen incirin, bazen gündüz ve gece gibi sıradan(!) şeylerin üzerine yemin eder. Aslında bu yeminler de o varlıklardaki sırlara dikkattimizi çekmek içindir. Ülfetimizi kırmak, ‘sıradanlaştırma’ hastalığına karşı tedaviye başlamak içindir.

Peki, Kur’ân, elimizden bu felsefik şaşkınlığı almakla yerine hangi hayreti bina eder?

İşte ben, bunun cevabını bir nebze, Yedinci Risale olan Yedinci Mesele’de bulduğumu düşünüyorum. Zira orada yedi sebep sıralanırken, özellikle altıncı sebepte ‘muvaffakiyet, ikram, keramet, i’caz-ı manevinin şuleleri’ silsilesi içinde, bir büyük keşfin de kapılarını aralanıyor gibi geliyor. Ve ileride, sebepler bitip işaretler başladığında, yine bu muvaffakiyet/tevafuk, ikram, keramet meselelerine değinilerek hayretin nereye yönlendirilebileceğinin adresi veriliyor. Nasıl mı? Bence şöyle:

Mesela orada, daha birinci işarette, metinlerdeki tevafuklara dikkatimiz çekilerek ‘huruç etmiş fertlere’ değil, bilakis, büyük bir sebepler silsilesinin birlikte hareket etmesiyle ancak var olacak bir uyumun izlerine okumamız öğretiliyor.

Sonra bu tevafuk bahsi, ikinci işarette daha üst bir düzeye taşınarak, Kur’ân hizmetindeki insanların nasıl denk getirildiklerini (artık tevafuk değil, keramet olarak) görmemiz öğütleniyor. Daha sonra ise; üç, dört ve beşinci işaretlerde, bütün külliyat üzerinden o muhteşem uyumun izlerini okumayı (hem tefekkür tarihimizi de arkaplan yaparak) nasihat verirken; altıncı işarette, kendi hayatının nasıl bu eserlerin telifine yönlendirilir gibi yaşatıldığını anlatıyor Bediüzzaman. Ki hatırlarsınız, aynı bahsin birinci sebebinde bu ahirki altıncı işaretin sinyalini de veriyordu. Orada rüyasıyla özetlediği şeyi, burada detaylarıyla aktarıyor.

Ve en nihayet yedinci işarette de yine elde ettikleri muvaffakiyetlerin nasıl bir eser-i inayet olduğunun vurgusunu yaparak dikkatlerimizi büyük dairedeki uyumun izlerini okumaya davet ediyor. Hani toparlarsam diyebilirim ki:

Bediüzzaman, modern bilimlerin öğütlediği şaşkınlık yerine, büyük uyum farkedilerek yerine konulabilecek bir hayretin varlığını ispatlıyor burada. Hatta bu noktada tefsiri yapılan ayetle de mevzu çok ilgili. Orada öğütlenen ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle sevinme’ belki bir yönüyle bunun ifadesi. Yani ‘toplayıp durduklarımızın’ şaşkınlığından vazgeçip, Allah’ın lütfu ve rahmetine hayret etme meselesi bu mesele. Belki de ancak böyle anlayınca anlayacağız Efendimiz aleyhissalâtü vesselamın “Allah’ım hayretimi arttır” duasının hikmetini. Eh, ne diyelim? Allah hakkıyla hayret edenlerden eylesin bizi. Modern çağın enformasyon şaşkını eylemesin. Âmin...

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...