Emanet Hadisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emanet Hadisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2019 Salı

Kur'an ile fıtrat arasında kim var?

Bendeki vücudunun bidayeti orası olduğu için yazıya da oradan başlamak yerinde olur. Mürşidim, İşaratü'l-İ'caz'ında, Nisa sûresinin 115. ayetini tefsir sadedinde diyor ki: "(...) âyet-i kerimesinde azamete delâlet eden 'na' zamîr-i cem'î, vahiyde vasıtanın bulunduğuna işaret olduğu gibi, 'bima erakallah/Allahın sana gösterdiği şeyler'de müfred hükmünde olan Lâfza-i Celâl, mânâları ilham etmekte vasıtanın bulunmadığına işarettir." Yani, tabir-i caizse, bu ayet-i kerimede Aleyhissalatuvesselama verilen bilginin iki türlüsüne de işaret vardır. Ancak daha fazla ilerlemeden mezkûr ayet-i kerimenin kısa bir mealini de alıntılayalım: "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye, sana Kitab'ı hak ile indirdik, hainlerden taraf olma!"

İşte, bu metni okumuş hakkında düşünmekteyken, Ebubekir Sifil Hoca'nın "Emaneti Yerine Getirmek (1)" başlıklı 71. Riyazü's-Salihîn dersine rastladım. (Ne hamdedilesi bir tevafuktur.) Özet geçeyim: Ebubekir Hoca o dersin hemen başlarında 'Emanet Hadisi'ni izah ediyordu. Neden heyecanlandığımı mealini paylaşınca anlayacaksınız. Ağzı şeker-bal yesin Huzeyfe radyallahu anh naklediyor ki orada: "Şüphesiz ki emanet insanların kalblerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur'an indi. Bu sayede insanlar Kur'an'dan ve sünnetten öğrendiler."

Haddimi aşmak istemem. Her ne dersem "Allahu'l-a'lem!" kaydıyla derim. Bu kulakla da dinlenilsin isterim. Evet. Hem ayet-i kerimeden, hem hadis-i şeriften, hem de Bediüzzaman ile Ebubekir Hoca'nın metinler üzerine yaptıkları izahlardan şöyle birşey kalbime doğuyor:

İnsanlara hakikat birkaç şekilde öğretiliyor. 1) Hadiste de buyrulduğu gibi önce içindeki 'emanet'le öğretiliyor. Peki 'emanet' nedir? Ebubekir Hoca derste 'emanet' ile 'fıtrat' ilişkisi üzerinde duruyor. Yani belki hakikatin bilgisine yaratılışça da bir açlığımız var. Muhtaçlığımız var. Arayışımız var. Potansiyelimiz var. Risale-i Nur'da da benzer bir yaklaşımın sıklıkla karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Hakikat Çekirdekleri'nde geçen "İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer. Hakikat zannederek kafasına giydiriyor..." ifadeleri de bunun delili sayılabilir. Hatta Ene Risalesi'ndeki 'emanet' yaklaşımının da bize sırlanmış bir yeteneği anlattığını biliyoruz. Yani ene de içinde taşıdığı bir potansiyelle marifete yollar açabiliyor.

Elhamdülillah. Tabii vahiy ile fıtratın ilgisini konuşurken şuraya uğramamak olmaz: "Hem Kur'ân fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir arıza ve bir maraz olmazsa herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünkü itmi'nân-ı vicdan ve istirahat-i kalb onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itmi'nânı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet, fıtrat, lisan-ı haliyle Kur'ân'a der: Fıtratımızın kemâli sensiz olamaz." Belki bu kısma yukarıdaki hadis-i şerifin birnevi tefsiri gözüyle de bakılabilir. Yani Kur'an'ın fıtratla ilişkisini hadiste buyrulduğu gibi ifade eder.

2) Aleyhissalatuvesselamın sünnetidir. Sünnet-i seniyye Kur'an ile fıtrat arasında berzahlık görevini ifa ediyor. Yani âlemler arasında geçişkenlik onunla sağlanıyor. Tamam. Evet. Hakikat orada cümle cümle okunacak/işitilecek şekilde duruyor. Elhamdülillah. Lakin burada da bizim hayatlarımız/fıtratlarımız var. Hayat bilgiyi âlemine taşımak için bir berzah ister. Muallimi olmadan kitapları anlamak zordur. Pratik öğreticisinden yoksun teoriler, tıpkı yüksek teknolojili bir ürününün kullanma kılavuzuyla yaşadığımız derin anlaşmazlıklar gibi, ârâfta bırakırlar bizi. Bu noktadan hareketle belki artık diyebiliriz ki: Ayette 'Allahın sana gösterdiği şekilde' denilen hadiste de 'sünnet' diye zikredilen bu bilgi türü âdemoğlunda/kızında şu berzahlığını icra eder. Fıtrat vahiyle sünnetten buluşur. Sünnetle buluşur. Ancak sünnet ile fıtrat vahyi hayatına katar.

3) Kur'an. Kur'an'ın her iki metinde de ayrıca zikredilmesinin bence şöyle bir hikmeti var: İnsanın fıtratı tek başına hakikati bulmaya yetmiyor. Belki potansiyel olarak bu mümkün. Ancak sahada 'İblis' gibi kem bir oyuncu da var. Nefsimiz gibi onu dinlemeye yatkın kötü arkadaşımız da var. Bu nedenle içte olan hakikatin dışta bir kıyas noktasıyla dengelenmesi gerekiyor. İki nokta sayesinde bir doğru, bir istikamet, bir yol elde ediliyor. Tıpkı fırtınada denizfenerine bakınmak gibi. Kaptan belki yüz kere geçtiği yolu elbette biliyor. Fakat gecenin aldatması da mümkün. Korkuyor. İçimiz manipülasyona açık. Oynak. Karanın nerede olduğunu dışarıdan da duymalıyız. Desteklemeliyiz. Böylece içimize yolu karıştırdığında "Bak işte orası!" diyebiliriz.

Lafı uzattım. Azı çok ettim. Şu işte hata yapmışsam Cenab-ı Hakkın afv u mağfiretinden bağışlanmak dilerim. Yukarıdaki herşeyi "Allahu'l-a'lem!" kaydıyla söylemişimdir. Bunu da sakın unutmayın isterim. Evet. Becerebilseydim, bir ayetle hadis arasında gördüğüm heyecanlandırıcı birşeyi, bir uyumu, bir tamamlayıcılığı, anlatmak isterdim. Denedim. Ortaya bu kadar çıktı. Kerîm ve Rahîm olan azımızı çoğa saysın. Bu yazıyla olmamışsa sizi ilhamıyla faydalandırsın. Âmin.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...