"Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine âyinedarlık eder."
Daha kibirli zamanlarımda, muhtemelen ilkgençlik dönemimde, böyle bir varlık algısını kabullenmek tahttan düşmüş krala benzetirdi beni. Öyle olduğumu düşünmek istemezdim. İnsan 'bağlayıcı' ve 'olmazsa olmaz' olmadığını duyduğunda epey bir sarsılıyor. Öyle olduğu hissettirildikçe de huzuru artıyor. (Özellikle âşıklar bu sözümü iyi anlarlar.) 'Olmasa da olur' olmak daha güzel birşeyde varolmanın güzelliğini bilmeyenler için ölümden de beterdir. Bu yüzden evladı için yaşamayı anne olmayan bir kadın anlayamaz. (Âşık bir kadının eşinden duymak istediği söz 'Sen benim herşeyimsin'sin iken sıra oğluna geldiğinde dediği şudur: 'Yeter ki sen mutlu ol!') Yahut da sahabilerin Allah Resulü aleyhissalatuvesselam için sıkça söyledikleri 'Anam babam sana feda olsun ya Resulallah!' sözünü. Çünkü bu, varlık sırrına eriştir. Asıl varolması gerekenin sen olmadığını kabul, adına varolduğunun ellerine kendini teslimdir. Annen ve baban değildir seni asıl vareden. Seni vareden Allah'tır. Resul de ancak ondan dolayı kıymetlidir.
Ne diyordum? Ha, önceleri bu ikincil konuma iniş beni epey bir rahatsız ederdi. Ne yani? 'Olmasa da olur' isem hakikaten bir zaman gelecek de olmayacak mıydım? İnsana 'olmasa da olur' olduğuna inanmak, yani Samed olanın yalnızca Allah olduğuna inanmak böylesi bir sebepten zor geliyor. Sanıyor ki, olmasa da olurluğunu kabul aynı zamanda olmayacağını kabuldür. Bu, Allah'ın rahmetini unutup sadece Samediyetine bakan bir aklın düşebileceği bir çukurdur/korkudur. Bu çukuru/korkuyu aşabilmek onun Rahman ve Rahim olduğunu hatırlamakla mümkündür.
Bence 'besmele'nin böylesi bir fonksiyonu da var. Yani Rahman ve Rahim isimlerini unuttuğunuz anda Allah hakkında tefekkürünüzde bir yeis/ümitsizlik hâkim olmaya başlıyor sizde. Bir karamsarlık. Çünkü yüceliği 'ilgisizlik' nedeni sanıyoruz bizler. Allah'ı kendimiz gibi sanıyoruz. Ki insan yüceldikçe(!) çevresindeki insanlara ayırabildiği vakit azalır.
Tıpkı İşaratü'l-İ'caz'da dendiği gibi: "Evet, vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garip ve gülünç şeyler çıkar." Düşünsenize: O kadar büyük ki. O kadar yüce ki. O kadar muhteşem ki. O kadar... O kadar... O kadar... Kelimelerin anlatmaya kifayet etmediği o, âlemlerin Rabbi, sizi neden kâle alsın? Sizi neden önemsesin? Sizin varlığınızla neden ilgilensin? Subhanallah'ın ardından gelen Elhamdülillah biraz da bu hatırlayışın sevinci. Evet, o Subhaniyet makamında, ama aynı zamanda Rahman ve Rahim. Merhamet etmeyi seviyor. Sizi sevindirmeyi seviyor. Sizin varlığınızı seviyor. Ne diyor Bediüzzaman: "Ebedînin sâdık dostu ebedî olacak." Böylece yürek Allah'ın yüceliğini tefekkürü içinde yalnızlık korkusundan kurtuluyor. Kanaatimce: Vahidiyet içindeki Ehadiyeti bize en net gösteren iki isim Rahman ve Rahimdir. Onları pek severiz. Doğrudan Allah'ın bize olan ilgisini anımsattığı için.