Evet. Çalçene Ahmed kardeşiniz yine birşeyler konuşmak istiyor sizlerle. Kendince güzel tabii. Değilse söyleyin. Zaten sesiniz bana gelmez. O yüzden rahatım. Efendim, konuşmak istediğim konu, mürşidimin 4. Söz'de 'takva'ya biçtiği rol. Okuyanlar anımsayacaklardır. 4. Söz'ün temsilî hikayeciğinde Bediüzzaman 'sermayeye göre binilen' araçlarla alıncak bir yoldan bahsediyor. Lafı nâçâr dilimizde tutup uzatmayalım. Balı peteğinden alıntılayalım:
"Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dörtaltın verip, iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir."
Sonra, sözün ahirinde, 'sermayeye göre binilecek' aracı da 'takva' üzerinden tarif ediyor. Orayı da yerinden okuyalım:
"O hâkim ise, Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise: Biri mütedeyyin, namazını şevkle kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dörtaltın ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise Cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat' ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat' eder. Kur'ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder."
Yazının ilerisinde gelebilecek itirazları şimdiden göğüslemek adına hemencecik beyan ediyorum: Elbette burada "Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat' eder…" ifadeleriyle işaret edilenin öncelikle mahşer günü (Allah hepimizi o günün dehşetinden muhafaza eylesin) mü'minlerin sırat üzerinde alacakları mesafe olduğunu biliyorum. Zaten ayet-i celilelerde de bugünden ziyade o güne göndermeler var. Fakat mürşidim beni alıştırmış. Söylediği herşeyin bugünde de yansımalarını arıyorum. İşte, bu yazı da, eğer becerebilirse muhterem okuyucularım, bu yansımalardan birisini anlatmaya çalışacak.
Öncelikle aylar önce yaşanan bir tartışmaya götürmek istiyorum sizleri. Hatırlarsınız, Nureddin Yıldız Hoca'nın 'bir kadın ile erkeğin İslam'a göre yalnız kalabilirlik sınırları' üzerine söyledikleri epeyce tartışılmıştı. Tartışmanın detaylarına girmeden aynı dönemde çokça medyayı meşgul eden ikinci bir meseleyi de hatırlatmak istiyorum. Hollywood'da bir yapımcının 'seri taciz' skandalı. İçlerinden birisinin bu adamın eylediklerini ortaya dökmesiyle bütün bir Hollywood ahalisi "Ya, aynen, bana da öyle yapmıştı!" diye dökülmeye başladı. Bense bu mevzu içinde birşeye dikkat ettim. Tacize uğradıklarını anlatan kadınların anlatımlarına. Okuduklarımın çoğunda şöyle bir durum vardı. Malum kişi onları önce bir iş toplantısına çağırıyor. Sonra da yalnız kaldıklarında bu çirkin şeyi eyliyor. Aşağı-yukarı hepsinde birbirine yakın versiyonlarıyla aynı ifade geçiyordu: "Sonra yalnız kaldığımızda…"
O dönemlerde Nureddin Yıldız Hoca'nın sevenlerine teklif ettim ya kimse yanaşmadı. Bence bu iki olay, zamansal denklikleri de göze alınarak, beraber irdelenmeliydi. Çünkü İslam'ın aralarında yabancılık bulunan kadın ve erkeğin kapalı bir mekanda yalnız kalmamaları konusunda hassasiyetini konuşurken en çok bu ıskalanıyordu. Böylesi emirlerin nasıl bir 'koruyucu hekimlik' içerdiği yeterince konuşulmuyordu. Aynı dönemde Hollywood'da patlak veren skandallar zinciri Nureddin Yıldız Hoca'yı bu anlamda meramını anlatma sıkıntısından kurtarabilirdi.
Ne erkek ne de kadın için tacizin küçümsenecek bir tarafı yok. Özellikle küçük yaşlarda buna maruz kalan bireylerin ilerleyen yaşamlarında da izlerini hayatlarından büsbütün silemedikleri artık herkesin kabullendiği birşey. Bu anlamda bakıldığında, İslam'ın kadın-erkek konusunda gözettiği 'yalnız kalmama' hassasiyeti, daha testi kırılmadan alınmış bir önlem olarak da görülebilir. Hatta görülmelidir. Çünkü artık bunu düşündürecek mebzul miktarda örnek vardır. Yani, başka konularda da olduğu gibi, insanlar en sonunda yine İslam'ın emir ve yasaklarının doğruluğuna gelmektedir. Her ne kadar başlarını başka tarafa çevirmeye çalışsalar da. Dünyada yaşanılan her süreç, tıpkı plastik poşet tecrübesinde olduğu gibi, fıtrî olanın doğruluğuna bizi götürmektedir.
İşte burada yazım tekrar Bediüzzaman'ın başta alıntıladığımız metnine bağlanıyor. Ben takvanın bu açıdan da 'bin senelik mesafeyi bir günde kestiren' birşey olduğunu düşünüyorum. Şeriatın böyle bir yanı da var. Yani insanlık bir bu kadar daha yaşasa ve bir bu kadar daha olay tecrübe etse, savaşsa, modernleşse, sekülerleşse, bilmem daha neler neler yapsa, aklıyla da en nihayet geleceği nokta şudur: İslam sen haklıymışsın. Bizi götürmek istediğin yer de haklıymış. Biz boşu boşuna bu kadar yıl dolaştık. Sana uysaydık bir günde doğruyu bulmuş olacaktık.
Evet. Alkolikler bunu söylüyor. Madde bağımlılıları bunu söylüyor. Namaza başlayanlar bunu söylüyor. İman edip hayatının anlamını bulanlar bunu söylüyor. İsraf içinde yaşayıp sonra İslamî bir iktisada koşanlar bunu söylüyor. Böyle genel başlıklar hakkında bunu söyleyenler olduğu gibi, hukukçular içinde de, İslam hukuku uygulamalarının modern medeniyetin bugünki düzeninin çok üstünde okumalar içerdiğini belirtenler oluyor. Yani nihayetinde insanoğlu madde madde İslam'ı doğruluyor. Ancak bu doğrulama süreci, eğer öncesinde bir iman ile olmazsa, çok uzun zamanları da alıyor.
Bireysel hayatımda da ben bunun çok örneğini gördüğümü söyleyebilirim. İslam'ın emirlerinden birisini tutmayıp bir başka eyleyişten muvaffakiyet umduğunda, önceleri ağzıma biraz şeker çalınsa da, sonları hep acı bitiyor. Aksine, İslam'ın emrini takip ettiğimde, önceleri bazen ağzıma biber değse de, ahiri şeker-şerbet oluyor. Yani hayatım da bunu doğruluyor. "Akıbet takva sahiplerinindir!" buyuran Kur'an'ı kalp kulağım mürşidimin şu sözüyle birlikte işitiyor: "Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser." Evet. Öyle ya. Mevzu akıbette kazanana ulaşmaksa takvalı olan her zaman öndedir.
Taciz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taciz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
19 Şubat 2019 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...