Showing posts with label The Last Airbender. Show all posts
Showing posts with label The Last Airbender. Show all posts

Wednesday, September 17, 2014

The Last Siyerbender (Son Siyer-Bükücü)

Avatar: The Last Airbender (Avatar: Son Hava Bükücü) 2010 yılında M. Night Shyamalan tarafından sinemaya aktarıldı. Toprak Bükücüler, Ateş Bükücüler, Su Bükücüler ve Hava Bükücüler adlı dört ırkın yaşadığı fantastik bir dünyada (her 'bükücü' ilavesi, o ırkın, ilgili elementi istediği gibi yönlendirebilme gücüne sahip oluşunu ifade ediyor) Ateş Bükücülerin diğer ırkları yoketmeye çalışması ve Hava Bükücülerin sonuncusu olan Avatar'ın, kayboluşundan yüzyıl sonra tekrar ortaya çıkmasıyla yaşananları anlatıyordu.

Doğrudan söyleyeyim: Filmi beğenmedim. Çizgifilmi daha güzeldi. Fakat yazıya isim babalığı yaptığı için müteşekkirim. Çünkü o 'bükücü' ifadesini hafızama atmış olmasa, bu yazıya nasıl bir başlık bulurdum, bilemiyorum. İşte ben bugün aynı bükücülüğü, 'siyer' kelimesinin önüne koyarak, bir grup ve özellikle başlarındaki adam için kullanmak istiyorum. Zira yaptığı iş buna pek benziyor.

Nasıl benziyor? Hakikati bükebilme yeteneğine sahip olabilmesi açısından benziyor. Demagoji/muğalata kelimelerinin ifade ettiği manayı zihninize birazcık yaklaştırabilirsem, bunu izah etmeyi başarabilirim sanırım. Tarif için bir örnek kullanalım. Çok bilinen birşey. Bir önermemiz olsun: "Gerçekler acıdır." Tüm gerçekler acı değildir, ama bu önermeyi hakikat olarak kabul etmiş olalım. Bunun peşisıra ikinci bir önermeyi daha sunalım: "Biber de acıdır." Tüm biberler de acı değildir, ama bunu da şimdilik hakikat kabul etmiş olalım. Bunların ardından üçüncü bir önerme daha gelecektir: "O halde biber gerçektir."

Bakınız, bu cümle diğer ikisinden daha fazla hakikat olmasına rağmen, dayandığı mantık itibariyle bu bir demagojidir. Evet, biber gerçektir. Fakat yola çıkarken iddia ettiğimiz gerçeğin acılığı ve biberin acılığı bir cins değildir. Kullanılan kelime aynı olsa da, bu, aynı fiilin kastedildiği anlamına gelmez. Acı kelimesinin kullanılabildiği çok sayıda farklı anlam vardır. Tıpkı 'yoğun' kelimesi gibi. "Trafik yoğun" denildiğinde kastedilenle, "Bugün yoğunum" denildiğinde kastedilen bir değildir. Ancak bu demagoji, kelimelerin ve benzetmelerin köklerine inilerek, aralarındaki nüanslar ortaya konularak ortaya çıkarılabilir. Eğer "Benzetmenin öğeleri/detayları birbirine ne kadar uyuyor?" diye sormazsanız, cerbezeci sizi, lafzın zahiri ile aldatır. Tıpkı Firavun'un sihirbazları gibi. Ortaya hakikatin asâsı atılana kadar bütün yerde kıvrılan şeyler yılandır.

Gülen'in de tıpkı buna benzer bir cerbeze yeteneği olduğunu düşünüyorum. Özellikle kıssa-yı Kur'aniye ve siyer hususunda. Her ikisiyle de kurduğu bağlantılar; kendisi, cemaati ve hükümet arasındaki gerilim hakkında kurdukları özellikle; harika demagojiler içeriyor. Örneğin: Hükümet ile aralarında yaşanan gerilimin ilk günlerinden beri Gülen'in ve çevresindekilerin ısrarla istimal ettikleri Hz. Musa-Firavun, Ashab-ı Kehf-Dakyanus, Hz. Davud-Calut tarzı benzetmeler detayına girilmediği zaman bir kısım safderunları kandırabilir mahiyette. Nasıl mı? Tıpkı yukarıdaki biber-gerçek benzetmesinde olduğu gibi.

Önce diyor ki: "Sahabiler çok çile çekmişlerdi." Veya diyor ki: "Hz. Musa ve çevresindekiler de çok çekmişlerdi." Veyahut başka bir tarihî/İslamî hadiseyi örnek veriyor. 'Acı çekmişlik' bağlantısını kuruyor ilk. (Bu birinci kementti.) Akabinde ikinci bağlantıyı beyninize salıyor. Hz. Musa kime karşı mücadele etmişti? O zamanın iktidarda bulunan zalimi Firavun'la. Allah Resulü kimlerle mücadele etmişti? O zamanın ileri gelenleri olan Mekke müşrikleriyle. (Dikkat ettiniz mi? Mücadele edilen hep iktidar sahipleri.) Hz. Davud kime karşı savaşmıştı? Büyük bir ordusu olan uzun boylu Calut'la. (Son örnekte 'uzun boy' bir akıl kemendi daha oluyor.) Ne oldu şimdi? Mazlumlar halktan kimseler oldular. Zulmedenler illa 'iktidardan' birileri oldular. Bu beyninize salınan ikinci yılan. Sonra getiriyor kendi yaşadıklarına bağlıyor olayları ve diyor ki: "Biz de halktanız, iktidar değiliz. Ve biz de şu an sıkıntılar çekiyoruz. O halde biz de haklıyız."

Yani arkadaşlar şu cerbezeye bakar mısınız? Tıpkı gerçekler acıdır, biber de acıdır, o halde biber gerçektir gibi. Fakat biberli-gerçekli örneğim inanın bu adamı cerbezesinden daha hakikat, daha doğru. Fakat bu cerbezeyi dağıtmak, bu demagojinin sarhoşluğundan kafayı kurtarmak, ortaya Hz. Musa cesaretinde bir asâ/soru atmakla mümkün. Sorumuz ise şu: "İyi de bu benzetmelerin her yönü birbirine uyuyor mu? Yani iki hadiseyi birbirine bağlamak ve ondan ona 'haklılık' delili bulmak sadece bu birkaç benzerlikle(!) mümkün mü? Diğer yönleri de tutuyor mu bu olayların? Ve buna ilave olarak: İslam tarihinde iktidar ve toplumun bir kesimi arasında anlaşmazlık yaşadığında hep iktidarlar mı haksız çıkardı? İstisnaları var mı bunun? Yoksa genel hüküm mü?"

İşte bu soruyu/soruları ortaya attığınız an bütün sis dağılıyor. Bakıyorsunuz ki; bir kere bugünkü hadiseler iman-küfür denkleminde yaşanıyor değil. Yani bir taraf mümin, diğer taraf kâfir değil. Her iki taraf da (inşaallah) iman sahibi insanlardan oluşuyor. Her iki taraf da namaz kılıyor. Orucunu tutuyor vesaire... Yani ne Hz. Musa-Firavun, ne Allah Resulü-Ebu Cehil, ne de Hz. Davud-Calut durumları var. İman eden iki topluluğun arasında siyasi merkezli/yönetsel bazda bir anlaşmazlık var. Meselenin evvelemirde okunuşu bu.

Sonra; bugün mazlum olduğunu söyleyen topluluk, iddia ettiği gibi büsbütün mazlum da değil. Hatta öncesinde ilk zalimliği o yaptı. Bildiğiniz darbe teşebbüsünde bulundu meşru yönetime. (Tabii Gülen bunlar unutulur sanıyor.) Aylarca sosyalmedyayı, medyayı, gündemi, her yeri yalan haberleri, iftiraları, gıybetleri, kasetleri, ses kayıtları ve çirkin zanlarıyla doldurdu. Hakaretler dizboyuydu aylarca. Yani ne Hz. Musa'nın saflığı, ne Allah Resulü'nün ismeti, ne de Hz. Davud'un haklılığı vardı onlarda. Karşılarındakiler de onların bu yaptıklarının ardından kendilerini savunmaya aldılar. Ha, bütün mücadeleleri meşru dairede mi? Hayır, kesinlikle bunu iddia edemem. Onlar da yanlış yapıyorlar. Ama yaptıkları yanlışlar Gülen'in oturttuğu o iman-küfür denklemiyle alakalı değil. İntikamın ifratı belki.

Gülen bunu hep yapıyor. Yıllardır yapıyordu, fakat görmezden geliniyordu. Mesela himmet toplantılarında daha çok para çıksın diye her zaman Hz. Ebu Bekir'i ve onun bütün malını bağışlamasını örnek/ideal olarak gösterirdi takipçilerine. Fakat Allah Resulü'nün cadde-i kübrasının bu olmadığını, yani pek çok sahabeden malının tamamını kabul etmediğini hiç belirtmezdi. Bediüzzaman'ın da Risale-i Nur'da, Bakara sûresinin 3. ayetini tefsir ederken, sadaka şartı olarak; 'Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek...' dediğini hiç aktarmazdı. Dengesini bozardı hakikatin. Böylece siyeri istediği gibi bükerek, istediği yöne takipçilerini sevkedebilirdi. İstediği himmeti, hatta fazlasını toplayabilirdi.

Bank Asya'nın Uhud'daki okçular tepesine benzetilmesinden tutun, son gerilimde içlerinden ayrılanların sefere giden müminlerden ayrılan münafıklara benzetilmesine; Ali Ünal'ın birkaç aydır yazılarındaki atıflarından tutun, Gülen'in son nağmelerinde siyer-i nebeviyeye ve kendilerine yaptığı atıflara kadar her yerde en büyük sanatları bu. İman-küfür denkleminde yaşanan her tarihsel olayda kendilerini hak sahibi(!) olarak iman edenlerin yerine koyup, muhataplarını mutlaka karşı tarafa yerleştirmek. Anlatılacakları seçilmiş, hatta bu seçilme içinde yönlendirilmiş bir siyer ve tarih anlayışı bu.

Gülen, Osmanlı'ya dair anlatımlarında dahi bunu yapıyor. Onları anlatmıyor aslında, onları bugün kendisine hareket kabiliyeti sağlayacak şekilde büküyor. Yolunu açmak için geçmişi kullanıyor. Kendi söylemini desteklemeyen örnekleri görmezden gelerek, söylemini destekleyecekleri yahut evriltebileceklerini tırnaklıyor. Nurculardan ayrıldığı yetmişli yıllarda Ebu Zerr'e (r.a.) vaazlarında çok atıf yapmasının sırrı da bu. Ayrılışını onun üzerinden meşrulaştırmak. Halbuki demiyor ki: Aşere-i Mübeşşere Hz. Ebu Zerr'in yanında değil, onu süren Hz. Osman'ın yanındadır. Cadde-i kübra orasıdır. Ne diyelim: İnşaallah iflah olup yola gelirler. Yoksa gidişatları hiç iyi değil.

Arnavut Metin'e ben "Diamond Tema olamazsın!" demedim

Hikâye o ya. Adamın birinin pek hayırsız bir oğlu varmış. Edepsizliğinden ötürü babası "Sen adam olamazsın!" dermiş. Bizimkine de ...