9 Haziran 2012 Cumartesi

Risale-i Nur'da sadece Kur'an mı tefsir edilir?

Bir önceki yazımızda Risale-i Nur’un tefsir olduğu noktasında şüphe taşıyanların bu şüpheyi hangi zihnî önyargılardan beslediklerini konuştuk. Üslûpperestlik hastalığımız üzerinden meseleyi irdeledik...

Bu yazıda da (inşaallah) mevzuun bir başka yönünü ele alarak “Risale-i Nur’un tefsir olduğuna neden itiraz ediyorlar?” sorusuna cevap arayacağız. Ancak yine bu yazıda Muhakemat’ta geçen “üslûpperestlik” kavramından çok uzak kalamayacağımızı hemen belirtelim. Bu nedenle bu yazının daha iyi anlaşılması için bir önceki yazımızın da okunmasını istirham etmek mecburiyetindeyiz. Tevfik Allah’tan...

Bilindiği gibi yeni bilgiler, öğrenilmiş tanımların içine oturtularak zihni yerleştirilirler. Hatta yaptıkları çağrışımlar bile o bilgilerin içinde yer alan kelimelerin bizde yaptıkları çağrışımlara denktir. Bu noktada kötü bir sözlük bilgisi, iyi bir bilgiyi dahi kullanılmaz hale getirebilir zihinlerde...

Kelimelere hakikatte sahip olduklarından başka manalar verme, hatibin muhatap üzerindeki etkisini de değiştirir. İyi bir cümle kötü, kötü bir cümle iyi anlaşılabilir. Lügatçe eğitimi (ve kelimelerin kökenlerine ulaşma) bu noktada önemlidir. Hatta bir de okuduğunuz metin veya dinlediğiniz söz kendi içinde terminolojik bir dile sahip ilim dallarına aitse; mesele iki kez çetrefilleşir. Bu sefer aynı ilmin bazı özel kelimelerinin ıstılah manalarını da öğrenmeniz ve kökleriyle karşılaştırmanız gerekir. Bu sayede ancak cümleyi veya bilgiyi doğru anlarsınız. Yoksa pek fena yanılırsınız.

İşte ben tefsir meselesini ele alırken de kafamızdaki bazı tanımlara (belki üslûplara) saplanıp kaldığımızı, onları aşamadığımızdan Risale-i Nur’u bu kalıplara sıkıştıramadığımızı düşünüyorum. Mesela tefsirin tarifi bizzat Diyanet İşleri’nin sitesinde şudur: “Kur'an-ı Kerim'i usûlüne göre açıklamak ve yorumlamak demektir.”[1] Biraz daha araştırma yaptığınızda Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın Büyük Tefsir Tarihi eserinde şu bilgiye rastlarsınız:

“Bir şeyi iyice açıklamak, keşfetmek anlamında ‘el-Fesr’ masdarından tef’il babında bir kelime. Istılahta beşerî takat oranında, Allah Teala’nın muradına delalet etmesi yönünden Kur’an-ı Kerim’i inceleyen bir ilimdir.”

Şimdi, Risale-i Nur’u sadece tefsirlerin bu tanımları üzerinden ele aldığınızda içeriğiyle biraz onlardan ayrılmaktadır. Zira Risale-i Nur’da sadece Kur’an ayetleri değil; aynı zamanda tekvini ayetler ve hadisler de tefsire tâbi tutulmuştur. Bakınız müellif-i muhterem bu noktadaki düşüncesini farklı eserlerinde nasıl beyan etmiştir:

“Bir hadis-i şerifin, âhir zamanda an’anât-ı İslamiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben, otuz altı sene evvel o hadisi tefsir etmiştim.” (Emirdağ Lahikası)

Bu ifadede görüldüğü gibi Bediüzzaman, külliyat içinde sadece ayetlerin değil, hadislerin de tefsir edildiğini, yani kelimenin lügattaki köküne gidersek “açıklamak ve keşfetmenin” sadece ayetlere münhasır bırakılmadığını, hadisleri de içine alacak şekilde geniş düşünüldüğünü söylemiştir. Başka bir yerde de Kur’an’ı kainatın tefsiri olarak zikreder: “Üçüncüsü: Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlûkata karşı Allah’ın hücceti olan Kur’ân’dır.” (Mesnevî-i Nuriye)

Yine başka bir yerde kâinatın Kur’an’ı tefsir ettiğini söyler: “Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki gara­bet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, câmidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âm­me, inayet-i tâmme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tan­zim, imkân, hudus, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâ­ke­zâ, pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîrin vücub ve vücuduna ve ev­saf-ı kemâliyesine şehadet ettikleri gibi; Esmâ-i Hüsnâyı tilâvet ederek, Ce­nâb-ı Hakka tesbih ve Kur’ân-ı Hakîmi tefsir ve Resul-i Ekremin (a.s.m.) ih­ba­ratını tasdik ediyorlar.”

Görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın tefsiri ele alış biçimi sadece Kur’an’ın tefsiri şeklinde değildir. O, ilk olarak Mesnevi-i Nuriye’de beyan ettiği gibi; Kur’an’ı, kainatı ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) sünnetini bir bütün olarak ele almıştır. (Hatta bir yerde buna vicdanı da ekler, başka yerlerde çıkarır.) Ve üçünü bir arada tefsir etmiştir.

Bu noktada elbette yukarıdaki tanımlara göre yapılan tefsirlerden bazı farklılıklar (hem üslûb, hem içerik olarak) içerecektir. Bu noktada kelimeye daha sonradan verilen terminolojik mananın, kelimenin sözlük anlamına engel olmaması ve Risale-i Nur’un bir tefsir eseri olduğunun hakkının verilmesi gerekmektedir. Çünkü hakikaten "açıklayan" ve "keşfedendendir."

Bilindik tefsirlerden bir farkı da işte böyle kainat, Kur’an ve sünneti ayrılmaz bir bütün olarak ele alması, kabul etmesidir. Birbirini tefsir ettiklerini düşünmesidir. Bu yüzden klasik tefsir üslubuna alışık olanlar Risale-i Nur’u yadırgamaktadırlar. Kainat, sünnet ve Kur’an arasında ördüğü kanaviçeyi garip bulmaktadırlar. Fakat bir önceki yazımızda dediğimiz gibi: Kusur eşyada değil, nazardadır. Tefsiri sadece Kur’an ayetlerine münhasır sanmak ve Allah’ın diğer kitaplarını (mesela kâinat kitabını) ve muallimlerini tefsirin dışına atmak üslûpperestlik hatasıdır.



[1] http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=2242.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...