17 Eylül 2014 Çarşamba

Şiir neden yakışmaz?

"Biz ona şiir öğretmedik. Zaten ona yakışmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır." Yasin sûresi, 69

Bazı şeyleri çok fazla usullere boğduğumuzu düşünüyorum. Bizi hareketsiz bırakacak şekilde. Belli şeyleri, belirgin yöntemler eşliğinde yapmayı süreç içinde kendimize şart koşuyoruz veya başkaları için de şart görüyoruz. Risale-i Nur'un, müellifinin defalarca yazdıklarının tefsir olduğunu ifade etmesine rağmen, aksi iddialara maruz kalması, biraz da bundandır. Yani Kur'an-ı Hakîm'i izah ederken, ayetlerin arasındaki bağıntıyı, sıralamayı, sıradan tefsir usullerine göre kurmuyor oluşu, 'ilm-i kelam ekolünün kurallarına' ve 'klasik tefsir usullerine' alışık olanlar için belki çok sıradışı bir yöntem gibi görünmektedir. Bu yüzden de bazı kesimler tarafından kabul edilememektedir. Oysaki müellif-i muhterem, bakınız, Sözler isimli eserinde, bu konuda neler söylemektedir:

"İşte bu sırdandır ki, Kur'ân-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatleri câmi' olduğundan, şiirin hayalâtından müstağnîdir.

Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın i'câz derecesindeki kemâl-i nizam ve intizamı ve kitâb-ı kâinattaki intizamât-ı san'atı, muntazam üslûblarıyla tefsir ettikleri halde, manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki:

Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydı altına girmeyip ta ekser âyetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mâbeynlerinde mevcut münasebet-i mâneviyeye rabıta olmak için, o daire-i muhîta içindeki âyetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etmesidir. Güya, serbest herbir âyetin ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, herbir meşrep sahibine birisini verir. Nasıl ki, Yirmi Beşinci Söz'de beyan edildiği gibi, Sûre-i İhlâs içinde, otuz altı Sûre-i İhlâs miktarınca, herbiri zi’l-ecniha olan altı cümlenin terkibatından müteşekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunuyor ve tazammun ediyor.

Evet, nasıl ki semâda olan intizamsız yıldızların sureten adem-i intizamı cihetiyle herbir yıldız, kayıt altına girmeyip herbirisi ekser yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasındaki birer birer herbir yıldıza, mevcudat beynindeki nisbet-i hafiyeye işaret olarak, birer hatt-ı münasebet uzatıyor. Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır.
"

Görüldüğü gibi Bediüzzaman, Kur'an'ın ayet düzenini, klasik tefsir usullerinde olduğu gibi iki boyutlu olarak düşünmemekte, boyut sayısını, tıpkı uzayda olduğu gibi üçe çıkarmaktadır. Bilindiği gibi klasik tefsir usullerinde esas tutulan 'nuzül sırası' veya Kur'an'da esas alınan terkip sırası, Bediüzzaman'ın mesleğinde ve usulünde Kur'an'ı anlamak için yeterli görülmez. Evet, kıymetlidir; ancak Kur’an sadece bu iki düzeyden (en ve boy) ibaret değildir. Bu tarz tefsirlerde; bir ayetten çok uzağındaki bir diğer ayete (hatta pekçok ayetlere) atıf pek az yapılır.

Halbuki Bediüzzaman'ın üç boyutlu, Kur'an tefsiri algısında, müellifin daha evvel Muhakemat isimli eserde de dikkat çektiği gibi nazm-ı maanî, nazm-ı lafzîden önceliklidir. Ve nazm-ı maanî, diğer iki boyutun üzerine bir boyut daha ekler. Bu nedenle Bediüzzaman, örneğin asıl konumuzu oluşturan İhtiyarlar Risalesi boyunca birçok ayete atıf yapar. Uzaydaki yıldızlar gibi dizilmiş ayetler arasında seyran eder. Çünkü onların her birisinin, nuzül olma sırasından ötede, birbirlerine bakar yüzleri ve ilgileri vardır.

"Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır."

Matematikte uzay, sonsuz sayıda noktanın bulunduğu, bu nedenle sonsuz sayıda doğrunun çizilebileceği bir alandır. Biz bu uzay kavramını tefsir ilmi içerisinde; Kur'an düzeyinde düşünürsek, ayetler bizim yıldızlarımız olur ki, onların da arasında sonsuz sayıda doğru, ilgi, bağıntı kurulabilir. Çünkü boyut sayısı üçe çıkmıştır ve bu düzeyde mana, yani müellifin ifadesiyle nazm-ı maanî, bize ayetlerin yorum sırasında daha rahat olabilme imkânı sağlar.

Örneğin; İhtiyarlar Risalesi'nde izah edilen ayetlere baktığımızda; Meryem Sûresi, 19:1-4; Bakara Sûresi, 2:117; Yâsin Sûresi, 36:82; Âl-i İmrân Sûresi, 3:185; Müzzemmil Sûresi, 73:17; Âl-i İmrân Sûresi, 3:173; İsrâ Sûresi, 17:23-24; ila ahir... gibi bir dizilimle metnin içinde birbiri peşi sıra geldiklerini görürüz. Görüldüğü gibi bir sure veya bir ayet öbeği, belirgin bir sırayla işlenmez İhtiyarlar Risalesi’nde. Zahirde karmaşık gibi görünen bir nazm-ı maanî içinde olur bütün anlatım. Bu adeta, Kur'an semasındaki yıldızlar arasında, fikir hızında yapılan yolculuklardır ve mana itibariyle bunlar arasında kurulan bağıntılardır.

Sanıyorum; Bediüzzaman'ın eserlerinin klasik tefsir usulü sevenler tarafından eleştirilmesinin bir nedeni de budur. Yani ayet dizilimindeki ve izahındaki hür yapısıdır. Ben, hassaten İhtiyarlar Risalesi'ni okurken konu itibariyle zikri geçen ayetlerin nasıl kanaviçe gibi bir eseri dokuduğuna şahit oldum. Her hakperest okur da, bu hale şahit olur, hak verir.

Burada zahiren geçen ayetlerin yanısıra, mana itibariyle ayetten mülhem olunan cümleler de yer almaktadır ki, onları tesbit etmek de ayrı bir dikkat işidir. Bazı külliyat çalışmaları, böyle bir inceliği de gözetmişlerdir. İşte bu tarz sıradışı bakışlardır ki, bize Kur’an’ın daha önceki asırlarda açılmamış kapılarını açacak, görülmemiş güzellikleri gösterecektir. Zira Bediüzzaman’ın da dediği gibi; “Zaman ihtiyarlar, ama Kur’an gençleşir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...