28 Haziran 2017 Çarşamba

Tekrarlarım üzerine...

Bazen tekrarlarıma rastlayıp kendime fena bozuluyorum. Neden mi? Sınırlı olduğumu hatırlatıyorlar çünkü. Nerede mi? Yazılarımda. Sadece yazılarımda mı? Hayır. Başka zamanlar da var. Örnek vereyim: Bir hatıram var diyelim anlatmayı sevdiğim. Onu anlatırken daha önce aynı kişiye bu anıdan bahsettiğimi sezinliyorum. Lakin kendimi tutamıyorum. Yazarken de böyle oluyor demek ki.

Yalnız şöyle bir ümidim var: İnsan aynı nehirde iki kere yıkanamadığı gibi aynı cümleyi de iki kere kuramaz. O cümleyi tekrar kurduğunda aradan çok sular akmıştır. Çok zaman geçmiştir. Çok olay yaşanmıştır. Çok Ahmed değişmiştir. Zâhiren, söyleyen yine ben olsam da, aslında ben o eski ben değilimdir. (Bu da şarkı sözü gibi oldu.) Belki buradan tekrarlarıma dönük bir teselli çıkabilir.

Bazen de şöyle düşünüyorum: Bu tekrarlar bana zayıflığımı öğretiyor. Sınırlarıma çarpıyorum. Her kurduğum cümle benzersiz olsaydı onları tanıyamazdım. Her anım başka olsaydı kendimi de tanıyamazdım. Yani kendime karşı aşinalığım olmazdı. Elbette duvarlarımdan dolayı tekrarlara düşeceğim.

Sadece insanım. Bunu çarptığım hudutlardan anlıyorum. Heyecanla koştuğum yollarda evvelden kalan ayak izlerimi görünce duruluyorum. Belki de kendimi çok abarttım. (Orası kesin.) İlk kez ifade ettiğimi sandığım şeyler belki başkalarının izleriydi. Kendi ayak izlerimi tanıyorum. Onlarınkini tanımıyorum bile. Belki daha uzaktan bize bakan birisi de bizim halimize tebessüm ediyor. Bir silindirin içinde koşan fare "Ne çok yol aldım!" diye seviniyor gibi. Belki de halim böyle. Ne çok 'belki' diyorum öyle?

İşte, bu da bir tekrar, bana sınırlarımı söylüyor. Bize sınırlarımızı söyleyen aslında kimliğimizi de söyler. Çünkü sınırlar aynı zamanda tanımlardır. Ahmed'in insan olduğunu takliden bilmesiyle tahkik etmesi arasında fark var. Hayatın bir hikmeti daha! Duvarlara çarparak mahluk olduğumuzu öğreniyoruz. Yaşamasaydık kendimizi mutlaktan nasıl ayırırdık? Haydi, teorik olarak bilirdik, pratiğini nasıl tadardık? Yaşamak insana (hâşâ) Allah olmadığını öğretiyor.

Yaşamak insana mutlak olmadığını öğretiyor. Yaşamak insana hayal ettiği herşey olmadığını öğretiyor. Birden fazla gerçeklik algımın bulunduğunu ve aralarındaki dengeyi ancak 'yaşamakla farkedeceğimi' yaşayarak farkediyorum. Misal: Eğer söylediklerimi yaşamasaydım bu yazıyı da yazamayacaktım. Ama bu yazıyı yazmamla aynı anda yapmayı hayal edebileceğim pekçok şeyi de yapmamayı seçtim. Birşeyi seçmek geri kalan herşeyi seçmemekti çünkü.

Tekrarda şöyle birşey de var sanki: İnsan kendiliğinin sınırlarına tekrar tekrar rastladıkça kendi olmayanın tarifine dair de birşeyler öğreniyor. Ben kendime çarptıkça kendim dışındaki dünyayı tarif edebiliyorum. İşte, benim gücüm ancak masamı toparlamaya yetti, her gün de buna yetiyor, peki dışımdaki dünyayı temizleyen kim? Yapmadıklarımı tayin edebilmem o yapmadıklarımın failini aramaya mecbur ediyor beni. Ben tekrar ettiklerimle mukayyetim. Ya kainatta sürekli tekrar edilenler? Her göğe attığımızın arsızca yere düşmesi? Suyun hafif şeyleri her defasında yüzeye itmesi? Bütün bunlar neyin nesi? Bu tekrarlar da bana mutlak olanı anlamamda yardımcı olmuyor mu?

Öyle ya! İsimleri olmasa ben onu nasıl bilirdim? Kainatta tekrar edegelen fiilleri olmasa o isimleri nasıl/ne şekilde okurdum? Nasıl isimlendirirdim? Onun yaratışı, bu açıdan, kendisini bilmemiz için bize bir lütuftu. Böylece tanımlayabileceğimiz alanlar bulduk. Bunlara hem tanım hem isim koyduk. Şimdi onlarla sonsuz olana dua ediyoruz. Sonsuz olandan yardım diliyoruz. Sonsuz olanı tefekkür ediyoruz. Eğer onun tekrar tekrar yaratışları olmasa bu isimleri nasıl bilecektik? Tekrarlardan aldığım bir ders de bu oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...