Her neyi sevsen yakar. Tatmin etmediğinden yakar. Doyuramadığından yakar. Karşılığını bulamadığından yakar. "Kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur!" buyuruyor Kur'an. Boşluğun öğretmenliği diyorum ben buna. Fakat en nihayet 'tatmin olmamayı' da öğrenmelisin. Boşluğa ihtiyacımız var. Şekeri bilmek için bibere ihtiyacımız var. Daha önce düşmüşsen, düşmenin korkusunu tatmışsan, ondan kaçıyorsan yani, mürşid sana 'sapasağlam bir kulp'a tutunmayı öğretecek. Büyük ateşi o küçük ateşin kıvılcımından tutuşturacak. Potansiyeline ihtiyacı var. Potansiyelinin tetiklediği boşluğa ihtiyacı var. Bir kere de olsa tatmış olmalısın o sevgiyi ve yoksunluğundan gelen karanlığı. Kaçıyor olmalısın.
Mürşidimin, değil yalnız ifade ettiği güzel mana için, biraz da içerdiği ahenk için pek sevdiğim bir cümlesi var. Bize varlığın uyumunu sesler üzerinden anlatıyor. O da şudur: "Havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra'dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz." Ben bu cümleyi okuduğumda ister istemez memleketimin akşamlarına gidiyorum. Kulağımın varolmaktan mutlu olduğu sessiz gecelere.
Aldığım dersin özeti şu: Evet. Anlam uyum. Manidarlık uyumla mümkün. Ve o sessizliğin sesinde hiçbir uyumsuz nota yoktu. Onlarca gece hayvanının, rüzgârın, dalların, otların ve böceklerin seslerinin birbirine karıştığı o şeye bu yüzden 'sessizlik' diyordum. Sessizlik aslında kulağımın uyumuna itiraz etmediği seslilikti. Farkettiğim 'intizamsızlıkları içindeki kemal-i intizam'larıydı.
Şöyle de denebilir belki: Doğada mutlak bir sessizlik yoktur. "Hiçbirşey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin..." ayeti bu hakikati de kulağımıza fısıldar.
Yaşadığım mutlak bir sessizlik değildi. Zaten mutlak bir sessizliğe insan dayanamaz. Mutlak sessizlik yokluk kokusu ve korkusudur. Varını yokunu şaşırır insan onda. (Patlama sahnelerinin ardından, yaşanan şoku anlatmak için, bazı filmlerde kullanılan birkaç saniyelik mutlak sessizlikleri hatırlayalım.) Çünkü nihayetinde ses dediğimiz şey de varlık/yaratılış habercisidir. Mürşidim bu sadedde der: "Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur, 'Ben de varım' derler."
Bize seslenen herşey öncelikle bizi varlığından haberdar eder. Bizi yalnızlıktan kurtarır. Bize yardım eder. Varlığının niteliğini yanımıza gelmeden haber verir. Ve biz varlıklarından, sırtımız onlara dönükken bile, böylece haberdar oluruz. Bu haberle mutlu oluruz. Yalnızlıksa elemdir.
Parça bütünden kopabileceğini mi sanır? Yahut Kur'anca soralım: "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?" Beşer büyük bir kaderin parçasıdır. Büyük bir planın parçasıdır. Büyük bir yaratışın parçasıdır. Bunu içten içe bilir her insan. Ait olmayı sever. Farkedilmeyi sever. Farketmeyi sever. 'Cemal ve kemalini görmeyi ve göstermeyi' sever. Yalnız varolamaz bu yüzden. İnsan şahitsiz varolamaz. Yalnızlığın varlık şekli insanı tatmin etmez. Şahitliğini yarım bırakır.
Sesler bize lazımdır. Hem 'kulak' göz gibi de değildir. Arkası yoktur. Bakmadığı yön yoktur. Görüşü gözden daha kuşatıcıdır. Sesler bakmadığımız yerlerden bile dikkatlerimizi çekerler. Onlara odaklanmazken bile onları dinleriz. Bir çocuk annesinin ninnisiyle uyumayı neden takıntı haline getirir? Çünkü ses, gözlerini kapadığında bile, annesinin varlığından haber verecektir. Ninniler onu gözlerinin mahkûm olduğu mecburiyetten kurtarır. Annesi gözünün dikkat seviyesinde tutmak zorunda kalmaz. Ona bakmaz. Gözleri huzurla kapanır.
Seslere ihtiyacımız var. Yoksa dikkatimiz çok yorulur. Hem kalbimizi uyku tutmaz. Fakat seslerin de bir ahenk içinde olması gerekiyor. Beşerî seslerin uyumsuzluğu aslında bir yönüyle tevhidin delilidir. Eğer bu musikînin yaratıcısı bir olmasaydı bu kadar enstrüman uyumla çalamazdı/çalışamazdı. Binlerce canlının aynı anda sesler çıkardığı bir vadiye bakarken kulaklarınız cennetimsi bir huzur duymazdı. Nesne çoğaldıkça sesler azap olurdu.
Avcılar meydanında oturup insanları seyrederken şunu düşünüyorum bazen: Bu gürültü, bu uyumsuzluk, bu işkence Allah'a aynalığımızdır. Nasıl ki, acizliğimizle onun kudretine ayna oluyoruz, gürültümüzle de yaratışındaki uyuma ayna oluyoruz. Zıttın aynalığı böyle olur. İki mağaza arasındaki bir havuz kenarında otururken kulaklarınızı tırmalayan Demet Akalın ve Hadise şarkıları, onlar arasındaki uyumsuzluğun şiddeti, kafanıza yaptığı işkence, bir vadi dolusu canlıda Allah'ın yarattığı mucizeyi bütün ihtişamıyla gösteriyor.
Doğada birbirini tutmayan ritim yok. Bütün davulcular bir nizamdan haberli gibi çalıyor. Bu seslerin birbirinden haberi var. Var ki birbirlerinin kuyruklarına basmıyorlar. Asla ahenklerine zarar vermiyorlar. Birbirlerinin frekanslarını ezmiyorlar. Şarkıları hoş. Orkestraları muntazam. Kulak her birinden yarı bir lezzet alıyor. Tıpkı yetmiş hulle içinde ilikleri görünen bir cennet hurisi gibi. Renk rengi, güzellik güzelliği, ritim ritmi bastırmıyor.
'Tevhidin ses delili' diyorum ben buna. İşte, modern zamanların iki popstarı veya iki modern putu ('pop müziğin ilahesi' diye magazinciler söylüyor) nasıl da uyumsuzluklarıyla sırıtarak şu ayet-i kerimeyi tefekkür ettiriyorlar: "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların düzeni) kesinlikle bozulup gitmişti." Amenna! Şimdi ben, meydanda çektiğim çileyle, bu ayetin yaşayan bir şahidi değil miyim? Elbette öyleyim. Belki de böylesi rahatsızlıkları da şu dersi almak için yaşıyorum/yaşatılıyorum. Rabbim bana bununla şunu öğretiyor: İnsan kainattaki uyumu görünür hale getirmek için varlığa çıkarılmış bir uyumsuzluktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder