"Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin) iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" (En'am sûresi 81)
Mürşidimden aldığım en güzel derslerden birisidir: Hayır vücudî (varlıksal) şer ise ademîdir (yokluksaldır). Bu yokluksallığı 'eylemsizlik' olarak anlamak yanlış olur. Zira şerrin eylemleri de yokluğa bakar. Bir sarayı yapmak da bir eylemdir yıkmak da. Yani her iki durumda da birşeyler eylenmiş olur. Fakat hayrın eylediklerinin aksine şerrin eylemliliği nesneleri yokluğa doğru götürür. Eskisinden daha zayıf bir varlık mertebesine sürükler. Bu nedenle günah, nasıl bir eylem zincirine bakarsa baksın, ademîdir, şerdir, kötüdür. Sevap da, nasıl bir eylemsizlik zincirine takılırsa takılsın, vücudîdir, hayırdır, iyidir.
Misalen: 'Zulme karşı sessiz kalmak' eylemsizlik gibi görünen bir şerken 'öfkeyi yutmak' da eylemsizlik gibi görünen bir hayırdır. 'Masumları bombalamak' eylemli bir şerken 'meşru dairede cihad etmek' eylemli bir hayırdır. Burada 'varlıksal' ve 'yokluksal' olanın tayininde eylemlilik/eylemsizlik durumunun sebep olabileceği ilüzyonu fiilin 'hayra' veya 'şerre' bakan yüzü ortadan kaldırır.
"Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir."
Fakat bazen bu tarz okumalar da yeterli olmaz 'iyi' ve 'kötü' olanın tayini için. Çünkü varlıkta sûret ve mahiyet her zaman birbirinden doğru şekilde haber vermez. Bir sırr-ı imtihandır bu. Dost görünümlü düşmanlar ve düşman görünümlü dostlar da yaratılmıştır. Bazı eylemlerimiz sûreten bize ademî gibi gözükürken aslında mahiyetleri vücudîdir. Ve yine bazı eylemlerimiz sûreten bize vücudî gibi görünürken aslında mahiyetleri ademîdir.
Örneğin: Zekat, verdiğinizde malınızı azaltacak bir 'yokluksallık' gibi dururken, aksine, verdiğinizde malınızı bereketlendirir/arttırır. Faiz, aldığınızda malınızı arttıracak bir 'varlıksallık' gibi dururken, aksine, aldıkça malınızın bereketi kaçar/azalır. İşte tam da bu noktada şeriat devreye girer. Vahyin varlığı ile insan bu sûreten 'öyle görünen böylelerin' ve 'böyle görünen öylelerin' engelini aşar. Faizi, kumarı, içkiyi, zinayı, tesettürsüzlüğü (ucunda görünen bütün varlıksallığa rağmen) haram; zekatı, sadakayı, evliliği, tesettürü ise (ucunda görünen bütün yokluksallığa rağmen) helal ve hatta fazilet olarak bilir.
Bedel eğer varlıksallık için ödeniyorsa bedel değildir. Bediüzzaman bize bunun bir örneğini faiz-zekat denkleminde anlatır. Toplumları allak-bullak eden emek-sermaye mücadelesinin devasının faizin yasaklanıp zekatın emredilmesiyle mümkün olabileceğini söyler. Hakikaten de dünya tarihinde büyük karmaşalara, kaoslara, sosyolojik cinnetlere sebep olmuş bir dönemin İslam coğrafyasında benzeri ölçüde sarsıntılara sebep olmaması ancak böyle açıklanabilir. Dindar zenginler faiz almamakla ve zekat vermekle zahiren mallarından olmuşlardır, ancak sosyolojik anlamda bakıldığında, bütün bir toplum hayatı sınıf çatışmalarının tehditinden kurtulmuştur.
"Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası ise, havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. (...) şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi, herkesçe malûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi. İşte, medeniyet, bütün cem'iyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedit inzibat ve nizâmâtıyla beşerin o iki tabakasını musalâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur'ân, birinci kelimeyi, esasından 'vücub-u zekât' ile kal' eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını 'hurmet-i ribâ' ile kal' edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur'âniye âlem kapısında durup ribâya 'Yasaktır' der. 'Kavga kapısını kapamak için banka (ribâ) kapısını kapayınız' diyerek insanlara ferman eder, şakirtlerine 'Girmeyiniz' emreder."
Ben şimdilerde böyle birşeyi 'tesettür' için de konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Biz tesettürü nasıl biliyoruz? Allah'ın rızası için, erkek veya kadın, sınırları farklı ölçüde de olsa itaat ettiğimiz bir emir. Ödediğimiz bir bedel(!) Evet, bu yönü var, fakat tesettür sadece bu mu? Yani insanlık için anlamı yalnızca bundan ibaret mi? Sadece bu kadar değil bence. Tıpkı zekatta ve faizde olduğu gibi, ancak büyük resme bakınca görünen, başka nedenleri de var. Uyulmadığında ödenen bedelleri ve katlanılan sonuçları da var.
Bediüzzaman'ın Tesettür Risalesi boyunca nazarımıza verdiği birşey çok önemli: Tesettür, sadece emir değildir, aynı zamanda fıtrîdir. İnsanın mahiyeti, yapısı, yaratılışı, kimyası, artık ne derseniz deyin, tesettür diye birşeyin İslamî sınırları çerçevesinde varolmasını arzu eder. Bazı modern bireyler bunun aksini düşünüyor olsa da uzun vadede maruz kaldığımız yokluksallıklar bu hakikati ortaya koymada ikna edicidir. Nasıl? O eserde beyan edilen birçok hikmetten nazarımızı çevirip, son günlerde çokça konuştuğumuz konulara bakmamızın yerinde olacağını düşünüyorum. Mesela: Ensest ve pedofili meselelerine...
İşte, mürşidim, mezkûr eserinin bir yerinde diyor ki:
"İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!"
Bir kadının veya erkeğin bazı yerleri, gösterdiği alamet-i farikalarla (ayırıcı nüanslarla) onun hakkında şehvet türünden hisler beslememizi engeller. (Yüzleri böyledir.) Çünkü doğrudan 'o kişinin hakkında öyle şeyler duyulmayacak birisi olduğunu' hatırlatır. Fakat vücudunun öyle bölümleri de vardır ki, oralarına nazarınız tesettürsüzlükle değdiği zaman, aynı uyarıyı yapmaz nefsinize. Bu nedenle 'hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür.' Mürşidim meseleyi burada bırakmıyor. Sözlerini sarsıcı bir şekilde bağlıyor: "Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!"
Modern zamanlarda, ağzımıza almaktan bile teberri ettiğimiz, 'pedofili' gibi 'ensest' gibi sapkınlıkları neden bu kadar sık duyuyoruz? (Hatta Batı'da böyle şeylerin 'hak' olduğunu dilegetiren manyaklar bile var.) Bu soruyu dürüstçe cevaplayabilmek için yüzümüzü tesettüre kadar dönmemiz gerek.
Mayolarıyla bir teknede yolculuk eden amca ve yeğen, elbette, Bediüzzaman'ın hakkında şiddetle endişe ettiği o şeyi yaşıyorlar. Birbirlerinin görmemeleri gereken (aralarındaki akraba hukukunu hatırlatmayan) yerlerini de görüyorlar. Tesettürsüzlüğün böylesine revaçta olduğu bir dönemde, tekrar tekrar tetiklenen süflî arzuların, bir kısım insanlarda böyle arızalarla patlak vermesi tuhaf mı?
Eğer ensest ve pedofili vakıalarından rahatsızlığımız hakikatse, ki ben hakikat olduğuna inanıyorum, işin başında şu tetiklemeyi önlemeye de çalışmamız gerekmez mi? En azından, elimizi vicdanımıza koyup, "Yahu İslam'da böyle birşey var. Böyle şeyleri engelleyici bir tedbir gibi duruyor. Bunu da bir konuşalım!" demek iktiza etmez mi? Fakat şimdi bunu söyleyen dindar birisi olduğu için, bazılarımızın da dindarlara alerjisi olduğu için, muhtemelen ya linç edilecek yahut da yazısı görmezden gelinecek. Biz yine de hakkı söylemekten teberri etmeyelim. Kulakları yaratacak olan Allah'tır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder