Ümidin bence ne olduğunu belki size söyledim. Fakat güzel şeyleri tekrarda bereket olduğundan bir kere daha yazmış olayım: Ümit bence Allah'ın yaratışındaki ilgiyi okumaktan gelen bir kalbî uyanıştır. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Varlıkta yer tutan her fiilin bir faile ihtiyaç duyduğunu ve bu failliği ise ancak Allah'ın kudretinin, ilminin ve iradesinin kaldırdığını farkettikten sonra Vahdet penceresinden şunu da okumaya başlarız: Allah bu fiileri yalnız bir kere işleyip sonra yokluğa terketmemektedir.
Ya? Bu fiiler aynı, benzer veya birbirlerinden haber verir şekilde (bir kanunun mikrodan-makroya yansımaları şeklinde) sürekli tekrar edilmektedirler. O fiiler sonucu meydana gelen eserler de yeni yeni ilgi renkleriyle (tecellilerle) başıboş bırakılmamaktadırlar.
İnsan evladının karnı doyurulduğu gibi balığın da, güneşin de, karadeliğin de karnı doyurulmaktadır. Güvercine yön bulması öğretildiği gibi inci kefaline de, dünyaya da, kuyrukluyıldıza da yön bulması öğretilmektedir. Bu tekrarlanan fiilerin bilgisinden Cenab-ı Hakkın bu fiilerin sonuçlarından bir 'lezzet-i münezzehe'si veya bu fiilerin kendisine bir 'muhabbet-i mukaddese'si olduğu marifetine ulaşılır. (İrade sahiplerinin tekrarında muradî bir kasıt vardır.) Bu şuunat bilgisidir. İşte, bu şuunat bilgisi de bize, Allah'ın varlıkla ilişkisinin ne zamansal ne de mekansal sınırlarla sınırlanamayacağı ümidini öğretir. Ümit özünde budur. İlginin ilgilenilence sezilmesidir.
Ümit, gerçekleşmesi arzulanan fiilere dair taakkulların, tasavvurların veya tahayyüllerin, zamandan/mekandan aşkınlaşmasıdır. Gayba imanla zenginleşmesidir. Cenab-ı Hak bu tarz tecellilerde bulunmaya dair bir muhabbet-i münezzehe sahibi ise, elbette, onu bu tarz tecellilerini sonsuza kadar sürdürmekten hiçbir kuvvet alıkoyamaz. Hakikatte havl ve kuvvet de yalnız onundur zaten. O halde şahidi olunan güzelliklerin hep devam edeceği kereminden beklenebilir. Ümit bu beklentiden doğar.
"Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?" oyununda Gülseren (Demet Akbağ) ve komünist amcası (Serhat Özcan) arasında geçen bir diyaloğu hiç unutmam: "Umarım!" diyen dayısına Gülseren şöyle sorar: "Kimden umarsın?" Dayısı cevap verir: "Umarım dediysem yani dilerim." Gülseren haklı olarak sormaya devam eder: "Peki kimden dilersin?" Öyle ya! Yukarıdaki şekilde zamanlar üstü (yani ezelî ve ebedî olan) bir Allah'a inanılmadıktan sonra 'ummak' ve 'dilemek' gibi zaman ötesi fiiler için nereden medet/umut alınır?
Buradan yeis meselesine de bir dokunmak istiyorum. Yeis, yani ümitsizlik, insana verilen diğer herşey gibi hikmetlidir. Ancak yine diğer herşey gibi 'yerinde' hikmetlidir. Cenab-ı Hak 'ümit kesme' yeteneğini bize özelde 'aldanmalardan korunmamız' genelde ise 'sahte ilahları teşhis edebilmemiz' için bağışlamıştır. Ve biz biliriz ki: Cenab-ı Hakkın bir ismi de Sadıku'l-Vaad'dır. Yani o vaadinde sadık olandır. Evet, Allah, vaadine aykırı hareket etmez. Kandırmaz. Bizler gibi "Yapacağım!" deyip yapmamazlıkta bulunmaz. Zira vaadinden dönmeye sebep olacak aczden ve izzetsizlikten münezzehtir. Bu da 'onun gibi olmayanları' kolayca teşhis etmemizi sağlar. Evet, biz, masivayı 'vaadinden dönmesiyle' de teşhis ederiz/edebiliriz. Bu yöndeki arızalarından/sınırlarından anlarız ki: O Allah değildir.
Kabul edelim: İnsan en çok ümidinden kandırılır. En çok ümitli/arzulu olduğu konular hakkında tufaya getirilir. Gerçek olmasını içinden diler çünkü. Bu yönüyle yeis bu damar üzerinden üzerimizde gerçekleştirilecek operasyonlara/manipülasyonlara dair bir korunma kalkanı işlevi görür. Şeytandan kendisini hidayete çağırma hususunda ümidini kesen insan ancak onun vesveselerinden Allah'a sığınır. Günahların zehirli lezzetlerinden gelebilecek(!) saadet hususunda ümidi kesik olan ancak takvaya meyleder.
Süfyan'ın sahte cennetinden gerçek mutluluk bağlamında umudu kesik olanlar ancak istikamet için sünnet-i seniyye kalesine koşar. Fani sevgilinin güzelliğinin sonsuza kadar devam edeceğinden ümidini kesen âşık ancak âşık olmak için sonsuz bir güzellik sahibi arar. Bu noktada diyebiliriz ki artık: 'La ilahe illallah' kelime-i tevhidi içinde yeisin de hikmetli bir yeri vardır. 'La ilahe' ile masivadan ümit kesilmedikçe 'illallah' umudu doğmaz. Çünkü umut ancak Sadıku'l-Vaad olandan duyulur.
Buradan şuraya gelelim. Kur'an'da "Kafirlerin duası boşa gider!" buyuran Rabb-i Rahimimiz belki şuna da dikkatimizi çekiyor: "Onların umutları da boşa gider!" Çünkü kendisinden umut besledikleri şeylerin şahadet âlemine bir aşkınlığı yoktur. Hayat, bu yönüyle, bir kıssa-i Yunus'tur. Tıpkı mürşidimin dediği gibi: "O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir..." Hikayemizin özeti bu: Dünyaya geliyoruz. Yanlış yerlere yanlış umutlar besliyoruz. Kırılıyoruz. Aldatılıyoruz. Yıpranıyoruz. Dağılıyoruz. Çünkü ancak böyle böyle öğreniyoruz: Kendisinden umut beslenecek olan yalnız Allah'tır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder