Şimdi, bilenler zaten biliyor, bilmeyenler için bir hatırlatma geçelim: İslam üç 'fıkıh'tan oluşuyor. 1) Fıkh-ı Ekber. Ki biz onu 'akaid' olarak da biliyoruz. 'Neye/nasıl inanacağımızı' söylüyor bize. 2) Fıkh-ı Zâhir. Ki biz onu da ilmihal kitaplarımızdan tanıyoruz. Eylemlerimizin 'ne şekilde olursa' rıza-i ilahîye uygun olacağını anlatıyor bize. Helali-haramı öğretiyor. 3) Fıkh-ı Bâtın. Ki o da genelde tasavvufun iştigal alanıdır. Dışımızdaki dünyada rıza ararken iç dengelerimizin bozulmamasının sırrını ders verir bize. Çünkü nihayetinde ameli rızaya uygun yapan 'ihlas'tır. Her niyet amelinin başlangıcıdır. Her şükür amelin nihayetidir. Bu ikisinin sağlam şekilde bağlanabilmesi için insanın içinde de bir denge gözetmesi gerekir. İşte bu dengenin dersi de Fıkh-ı Bâtın'dadır.
Ben, mürşidimin, tedrisinde Fıkh-ı Ekber ve Fıkh-ı Bâtın'la yoğun bir şekilde meşgul olduğu, fakat Fıkh-ı Zâhir konusunda mevcudu yeterli gördüğü kanaatindeyim. O nedenle Risale-i Nur'u okurken namazın 'ne şekilde' kılınacağına dair bir bilgiye pek rastlanmazken 'ne hikmetle kılınması gerektiği' veya 'nasıl bir kalbî teyakkuzla eylenmesi lazım geldiği' üzerine pekçok bilgi bulunur.
Bu, bazılarının yanlış lanse ettiği şekilde, Bediüzzaman'ın Fıkh-ı Zâhir'i 'küçümsemesinden' değildir. Hâşâ, hiçbir ehl-i sünnet âlimi, böyle bir cinnete teşebbüs etmez. Allah'ın 'Bâtın' ism-i şerifi 'Zâhir' ism-i şerifini 'önemsizleştirmediği' gibi Fıkh-ı Bâtın da Fıkh-ı Zâhir'i önemsizleştiremez. Bediüzzaman'ın bu konuya girmemesi, onu 'hikmetsiz' görmesinden değil, üzerine yapılan çalışmaları 'yeterli' bulmasındandır. Eğer bu alanda ümmetin eksik bir bilgiyle muhatap olduğunu düşünseydi, elbette, ona da eserlerinde yer verecekti. (Fakat bir-iki mesele dışında temas ettiğini görmüyoruz.)
Bu yüzden, velev Risale-i Nur metinlerinden hareketle olsun, Fıkh-ı Zâhir'in (tamamının veya bir parçasının) mevcut halini eleştirip 'yeni fıkıh' arayışına giren adamlar haltediyorlar. Bu haltın edildiğine çoklukla şahit oldum. (İsim vermeyeceğim. Zira sonra başıma iş geliyor.) Bir müellifin kasten girmediği/terkettiği bir alana, o alanla doğrudan ilgili olmayan metinler üzerinden girmek, züccaciyeye giren fil gibi olmaktır. Metni 'yorumlamak' değil (Umberto Eco'nun Yorum ve Aşırı Yorum'daki tabiriyle) 'aşırı yorum'a tâbi tutmaktır. Kullanmaktır. Çünkü Fıkh-ı Zâhir'in Fıkh-ı Bâtın'dan ayrı bir usûlü vardır ve Fıkh-ı Bâtın bilgisini içeren metinler üzerinden oraya dalmak, âmiyane bir örnekle, basketbolu futbol kurallarıyla oynamaya benzer. Bu da elbette kâr değil zarardır. Şut çekerek basket atmaya çalışanlar, potaya zarar vermez belki amma, çok seyircinin başını yararlar. Pekçok canı acıtırlar.
Nur talebelerinin bu hususta dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Biz, elhamdülillah, dört mezhebin cadde-i kübrası içinde yaşamaktayız. Hanefiyiz, Şafiiyiz, Malikiyiz veya Hanbeliyiz. Akaid ve tasavvuf dersimizi mürşidimizden alsak da amelde yine kendi mezhebimize tâbiyiz. Onun helal dediğini 'helal' haram dediğini 'haram' biliriz. Böyle yaşarsak istikamette kalırız.
Fıkh-ı Bâtın'a dair bir metine bakarak insan kendi adına 'takva' seçimleri yapsa da, bu özel bir tercihtir, kimseye dayatamaz. Fıkh-ı Zâhir'in dengesini bozamaz. Cadde oymuş gibi tavır takınamaz. Amel dairesi fetva dairesi kadar geniştir. Bediüzzaman dört mezhebin üzerine bir beşinci mezhep kurmamıştır. Böyle bir ihtiyaca işaret de etmemiştir. Böyle anlamak/anlatmak hatadır. Bunu zaten nur talebeleri umumen bilir. Fakat işte insan bazen istisnalarla da karşılaşıyor. İfrat-ı muhabbetten bile gelse böyle marazlara dair birşeyler söylemek gerekiyor ki üzerimizdeki sorumluluk eda edilmiş olsun. Ben de bu yazıyı şunun için yazdım.
Fıkh-ı Ekber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fıkh-ı Ekber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 Mayıs 2018 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...