Fırıncı abi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fırıncı abi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2024 Salı

Keramet ne Şeyh Galib'in dizinde ne Fırıncı abinin kolundadır

Tarık Velioğlu, Kapı Yayınları'ndan çıkan, Osmanlı'nın Manevî Sultanları isimli eserinde aktarıyor: Selim-i Sâlis Han, Şeyh Galib Hazretlerinin yârânından imiş. Birgün, samimiyetinden, başını şeyhin dizine koyarak sormuş: "Mevlana Celaleddin'in zamanımızda devam eden bir kerameti var mıdır?" Şeyh cevap vermiş: "Aman padişahım, hiç şüphe etme, koca halife onun miskin bir dervişinin dizine başını koymuş, bundan devamlı keramet mi olur?" Deniliyor ki: Selim-i Sâlis Han bu cevabı işitince çok ağlamış.

Mehmed Nuri Güleç abi, İİKV Yayınları'ndan çıkan, Fırıncı Ağabeyin Aziz Hatırasına isimli eserde anlatıyor: Birgün, bir edebiyat meclisine giderlerken, Eşref Edip Bey merhum sormuş: "Bediüzzaman'la arkadaştık. İlminden istifade ettik. Fakat kerametini görmedik. Siz kerametlerinden bahsediyorsunuz. Mesela hangi kerametini gördünüz?" Fırıncı abi cevap vermiş: "Aman efendim, işte, benim gibi fırıncı çırağını sizin gibi bir edebiyatçıyla arkadaş yaparsa, kolkola meclislere gitmeyi nasip ederse, bundan büyük keramet mi olur?" Devamında Fırıncı abi diyor ki: Eşref Edip Bey bu cevabı işitince çok gülmüş.

İster ağlatsın ister güldürsün, hem ağlatsın hem güldürsün, bir güzel sırra dokunduk arkadaşım: Mürşidin en büyük kerameti talebeleridir. Onlardaki muvaffakiyetidir. Nitekim, Aleyhissalatuvesselam Efendimizin kadr ü kıymetini anlatırken, Bediüzzaman da kalemini aynı mürekkebe bandırır:

"İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref' ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi..."

Sahabeyi hakikaten tam da böyle eyledi. Onları zulmü adalet sanırken buldu. Çöllerde yollarını ararken buldu. Diri diri kızlarını gömerken buldu. Helvadan putlarına taparken buldu. Fakat nasıl da birden ulu ulu zirvelere çıkardı! Nasıl da beşeriyetlerini insaniyete, hatta insaniyet-i kübra olan İslamiyete, kalbeyledi. İlk nesilden açtığı bu dersi daha geniş bir okumaya da bağlar sonra mürşidim:

"İşte, bak: Nasıl berk-i hâtıf gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan 'Lâ ilâhe illâllah'ı, bütün meratibiyle beraber kabul etmesin?"

Evet. Nasıl etmesin? Talebelerini aldığı yer bellidir. Bıraktığı yer bellidir. Eserinin 'sıradan bir iş' olduğunu düşünen varsa, eh, mikyas da bellidir. Halep ordaysa arşın buradadır. Denemesi bedavadır:

"Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle, ancak daimî kaldırabilir. Halbuki, bak: Bu zat, büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıp, büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref edip, yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi—ki dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak—vaz ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor. İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziretü'l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?" 

Bana sorarsanız: Naaah yaparlar!

Fakat, ne garip, peygamberliği inkâra cür'et eden nâdânlar bu hususta kendilerini sınamayı hiç göze almıyorlar. "Bir de biz deneyelim!" demiyorlar. Benzerini inşayla rüşdlerini ispata yanaşmıyorlar. Üstelik ahirzaman harikalarıyla(!) kendilerine geniş geniş imkanlar sunmuşken. Devasa medyaları-teknolojileri eliyle psikolojileri etkilemek, manipüle etmek, hatta beyinlerini dahi yıkamak yetenekleri artmışken. Toplum mühendisliği projelerine koca koca bütçeler, gayretler, insanlar harcanırken... Evet, hâlâ, Aleyhissalatuvesselam Efendimizin türlü maniler içinde başlattığı mucizevî dalganın benzerini beceremiyorlar. Rüyalarında bile göremiyorlar. Neyi beceriyorlar peki? Yıkmayı. Sadece yıkmayı. Onu da güç sanıyorlar. Halbuki 'yıkmak' kolay 'yapmak' zordur. O yaparak Sultan oldu. Siz yıkarak ancak anarşist oluyorsunuz. Fazlası değilsiniz. Dünyadaki eseriniz de fazlası değil. O cennete götürüyordu. Sizse apaçık kıyametinizi çağırıyorsunuz. Dünyanın kararan geleceği deccaliyetinize bir delil değil midir?

25 Haziran 2014 Çarşamba

Alçaksınız!

Benim Fırıncı abiyi tanımam 2002 senesine rastlar. Nesil Yayınları'nın sevkiyatında çalışmaya başlamıştım aynı yıl ve aynı yıl Risalelerle yeniden tanışmıştım. Nurtaşı diye bilinen medreseye derse davet etmişlerdi beni. (Gitmek için davet gerekmediğini sonraları öğrendim.) Bir çarşamba günüydü. İlk kez böylesi kalabalık bir derse katılıyordum. Kapının yanında boş bulabildiğim bir yere oturdum. Dersi yapan Fırıncı abiydi. Daha doğrusu, yapanlardan birisiydi. Beni görür görmez yeni birisi olduğumu anladı. Ben de kendisini ilk kez görüyordum.

Ders bitti, ara verildi. O yaşlı adam, ta oturduğu yerden kalkıp üşenmeden benim yanıma kadar geldi. Ayağa kalkmama fırsat vermeden omuzuma bastırdı; yanıma diz çöktü, oturdu. "Hoşgeldin kardeşim, isminiz ne? Nesil'de mi başladın? Maşaallah. Biz de burada Üstadımızın eserlerini anlamaya çalışıyoruz beraber..." Bir hoşsohbet. Yüzü hep mütebessim. Benim Fırıncı abiyle tanışıklığım ta o zamanlardan kalma. İlk bu haliyle gördüm onu. Hep tatlı hatıralarım. Ama kime sorsanız onu böyle tarif eder sanırım: Cisme bürünmüş tevazu. Tarif edene göre cümleler değişse de içinde kesinlikle bu kelime geçecektir: Tevazu.

Kime sorsanız, dokunsanız onunla hatırası böyledir. Çocukla çocuk olan, elini kimseye öptürmeyen, önünde eğilen olursa ondan daha çok eğilen bir güzel insan. Bir seminere, derse, herhangi bir toplantıya geç kaldığında, kapıdan girdiği an, o civarda bir yere (genelde yere) oturmaya çalışan, kaldırılmaya çalışıldığında baskılara karşı direnen, 'afedersiniz, özür dilerim' gibi ifadeleri dilinden hiç düşürmeyen bir pir-i fani. Anlıyorsun yakîn ile: Bu alçakgönüllülük onda yapmacık değil. Damarlarına kadar işlemiş bir hal gibi. İkinci bir fikir geçmiyor sanki kafasından. "Böyle yapma abi" desen herhalde şöyle cevap verecek: "Başka türlü yapmanın imkanı var mı?"

Şimdi, bugün, Rotahaber'daki alçaklığa şahit olunca, öfkemiz daha bir şiddetli oluyor bu yüzden. Nasıl olmasın ki? Erdoğan'la el sıkışması esnasında eğilmesini 'elini öpmeye çalışmak' olarak lanse eden bu pisliklerin belli ki çektiklerin otun şiddetinden kafaları iyice döndü, ölçülerini de iyice yitirdiler. Sanrılar görmeye başladılar. Başta o sitenin sahibi Ünal Tanık olmak üzere, orada Fırıncı abiyle hukuku olan bütün zevat bilir ki; Fırıncı abi, elini sıkan herkese karşı eğilir. Biraz sırtındaki rahatsızlıktan, biraz tevazu 'ahlakı' olduğundan. Eğilir. Herkese karşı yapar bunu. Onunla muhatap olanlar her defasında şahit olurlar buna.

Fakat gelin görün ki; bu paralel fitneciler, bu haşhaşiler, bu ne olduğu belirsiz şer odakları böyle bir hadiseyi bile, sırf işlerine gelmediği için, 'Fırıncı abinin Erdoğan'ın elini öpmeye çalışması' olarak göstermeyi deneyebiliyorlar. Böyle bir iftirayı utanmadan, sıkılmadan atabiliyorlar! Ne diyelim: Beter olsunlar. Daha da beter olsunlar. Erdoğan'ın onlara yaptığı az bile. Ezsin geçsin şunları. Tozlarını bile bırakmasın yeryüzünde. Bırakmasın ki, böyle hainlikler etmesinler. Bugün Fırıncı abinin tevazusunu 'el öpmeye çalışmak' olarak çarpıtanlar; yarın gizli kamera da koyar, şantaj da yaparlar ve hatta yapmışlar zaten. Çünkü alçaklık onların kanında vardır. Allah'tan bizi tez zamanda bu alçaklardan kurtarmasını niyaz ediyoruz. Amin.



Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...