Kalkmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kalkmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ekim 2017 Cumartesi

Tevbe kötülüğü nasıl vareder?

"Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah Gâfur'dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm'dir (engin merhamet sahibidir)." (Furkan sûresi, 70)

Elbette hep böyle gidecek değil. Düşeceğiz. Kalkacağız. Düşmekten kalkmakla, kalkmaktan düşmekle ferahlanacağız. Zıttı zıttının sıkletinden kurtulmamıza vesile olacak. Aynılığı ölümden ayıramayan yanlarımıza bir çeşit değişimle hayatı anlatacağız. Kötüden iyiye, iyiden kötüye. Kötüden iyiye geçerken 'iyi' zaten 'iyi' olacak. Şaşırmayacağız. Fakat şuna şaşıracağız:

İyiden kötüye geçerken de 'kötü' aslında 'iyi' olacak. Belki bu gelişigüzel, gelişi her şekilde güzel, ya bizzat güzel ya neticesi itibariyle güzel, yuvarlanışın içinde âlemde 'şer' dediğimizin aslında 'bize şer' olduğunu, varlığının tek başına savaşılası bir anlam taşımadığını, hatta kendisinden uzaklaşırken kendisiyle barışıldığını göreceğiz. Yaralarımızı seveceğiz. Bir tatlı bela gibi seveceğiz. Mahsulü gören bir ekincinin zahmetini sevdiği gibi seveceğiz. Bir tek bütünün içinde kendisine bir anlam bulamamış parçalar fayda göremeyecek hayırdan. Onlar, tek başına bir varlık olmadığı için, varlık 'tek başınalık' kaldırmadığı için, hiçkimse başıboş bırakılmadığı için, başıboşluk aslında yokluk anlamına geldiği için cehennemde sürekli tekrar eden bir hiçliğe saplanacaklar.

İşte, şimdi, hayatımın orta yerinde durup sana derim ki arkadaşım: Tevbe de günahın bütünün içinde bir anlam kazanmasıdır. Yanlışın yanlışlığı kabul ve ilan ile doğruya bir yanından dahil olmasıdır. Hiçliğe bıraktığımız kem izlerin telafisi, yani yeniden varlığa dönüşmesi, varlığın içinde kendisine yeniden bir yer bulması, ancak ve ancak tevbeyle olur. Yoku var bilmek onu iki kere yokeder. Hem yok hem yanlış kılar. Ama yoku yok bilmek yokluğunu yanlışlıktan kurtarır.

Yokun yokluğunu tesbit etmek bir doğrudur. Doğru varlığa uyumludur. Vücudîdir. (Varlıkla uyumlu olana doğru deriz ancak.) Hatta bir şekilde vardır. Yalan, mürşidimin de ifadesiyle, kudret-i ilahîyeye iftira etmektir. Çünkü varedilmeyene var demektir. Yaratılmayana yaratılmış muamelesi yapmaktır. Yok, yokluğu açısından varolmasa da, yokluğunun 'yok' şeklinde tayini sırasında varolur. Birşeyin olmadığını söylemek de olandan bahseden hakikatin parçasıdır. Hakikat zaten iki parçadır. Birisi olandan haber verir, diğeri olmayandan. Tıpkı kelime-i tevhid gibi. 'İllallah' dediğin yer 'la ilahe'nin hemen ardıdır. Yani: Allah'tan başka ilah yoktur. Başka ilah yoktur. Allah'tan başka...

Şimdi, buraya kadar seni yorduktan sonra arkadaşım, birşeyi daha kolay anlatabilirim gibi geliyor: İnsan, hakikate dahil oluş sürecinde, en büyük haykırışı kelime-i tevhid ile yapar da, onun dipnotları, haşiyeleri, mütemmimleri sayılacak detaylarda da bunu tekrarlamaz mı? Mizandaki en ağır sözü fiil fiil şerhetmez mi? Bence 'en büyük yokluğun' yokluğunu tayin edip 'en yüce varlığın' varlığını kabul ettikten sonra artık bunun sağlamalarını yapmak kaçınılmaz olur.

Allahu'l-alem. (En doğrusunu O bilir.) Tevbe ederken de işte bunu yaparız. Günahta bir varlık olmadığının altını yaşam yaşam çizip varlığı Allah'ın şeriat ile tayin ettiği alana münhasır kılarız. Ondan başka ilah olmadığı gibi onun hayır dediğinden başka hayır da yoktur. Biliriz. Ondan başka ilah olmadığı gibi onun sevap dediğinden başka sevap da yoktur. Tecrübe ederiz. Allah'tan başka ilah olmadığı gibi onun haram dediğinde hayır da yoktur. Ellerimiz yanarak söyleriz.

En nihayet demem o ki arkadaşım: En büyük hakikatin söylenmesinden sonra bunun zerrelere inen doğrulaması tevbeyle yaşanır. Çünkü tevbe sadece aklî değil tecrübî bir şahitliktir. Anların kelime-i tevhididir. Dildeki acılıktır. Kalpteki pişmanlıktır. Gönüldeki hüzündür. Candaki sıkıntıdır. Kem yaşanmışlıktır. Eğitimdir. En yüce hakikatin eylem eylem tecrübe edilmesidir. An an, fiil fiil, olay olay, parça parça doğruluğu görülüp teşhis edilmesidir.

Hak verilmesidir. Hakikat bilinmesidir. Yanlışlığının doğrulanmasıdır. Bu açıdan tevbe, günahın ademîliğine/yokluksallığına, hayırsızlığına, yanlışlığına, hata oluşuna, çirkin oluşuna, acı oluşuna, ateş oluşuna şahitlik ederek ona bir tür varlık kazandırmaktır. Yoklun varlığa 'yokluğunu kabul ile' yeniden dahil olmasıdır. Sıfırın birin ardına sığınmakla kazandığıdır. Çünkü yanlışın yanlışlığını ortaya koymak da bir tür doğrudur. Doğru, cismi olmasa da, bir türden (ilim türünden) varlıktır. Zıt zıttının varlığına böyle aynalık eder. Mürşidimin de dediği gibi: "Nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur."

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...