Doğduğun günden beri kurmaya çalıştığın düzenin içerdiği yapmacıklık, giriftleştikçe/büyüdükçe artan ilişki ağı ve o ağı korumak için muhtaç olduğun çaba, yitirmemen gerektiğini düşündüğün insanların sevgisi... Bu nedir biliyor musun? Her sabah borçlu uyanmak birilerine veya birşeylere... Sonra, işte dediğim gibi, veresiye defterinin yanında kibritle oynamaya başlıyorsun. Roma'yı yakmak, Roma'yı yönetmekten daha kolay görünüyor.
Bütün bunlar kalmaya çalışmaktan. Dünyada sonsuza dek kalacakmışsınız gibi davranmak, akıntıya kapılmış giderken kenardaki çalılıklara tutunmaya çalışmak gibidir. Daha fazla kalma çabası daha çok el kanaması. Daha çok yara. Daha çok kırgınlık. Daha çok ayrılık. Akışına bıraktıkça rahatlar insan. Boşvermek değil bu söylediğim. Tevekkül. Bir yüzü kadere iman etmeye bakıyor. Bediüzzaman'ın örneklemesiyle 'yükü sırtından indirip gemiye bırakmak.' Boşvermekse yükü denize fırlatmaktır. Yük dediğim şeyin içinde sevdiklerin de var. Kim sevdiklerini denize atmakla mutluluğa erişebilir? Ancak bir nihilist der bu 'herçi bad abad'ı.
Ama 'emanet etmek'te bu yok. Emin bulduğun bir ele bırakıp tevekkül etmek bu açıdan boşvermenin sahip olamayacağı bir avantaja sahip. İman bize bu avantajı da sağlıyor. Allah'a bıraktığın her işinde aslında kendine de şunu söylüyorsun: "Daha fazla tutmaya çalışma! Görüyorsun, çok yoruldun. Hem ellerin de hep yara bere. Bırakmakla rahatla biraz." 6. Söz'ün vicdanımıza fısıldadığı fırtınalı zamanlardayız. Fırtınayı burada değildi, akıl sahibi olmakla onu dünyaya biz getirdik. Bizden başka böyle telaş eden de yoktur. Bu fırtınanın rahatlaması ancak tevekkülle olur. Yani akla, hakkında düşünmeyi bırakması için alan açmakla.
Birşeyleri de ardında bırakmalısın. Hepsini kalbine sığdıramazsın. Çünkü sınırlısın. Gördüğün her yüz aklında kalamaz. Duyduğun her tatlı söz kulaklarında saklanamaz. Elbette unutacaksın bazı gözlerin renklerini. Siluetler belirsizleşecek. Hatıralar karışacak. Çünkü hatırlamak da bir tutmaktır. Yolcu olana, kalmaya dair her çaba acı verir. Yolcunun psikolojisi lazım biraz bize. Eşyayla yolcu gibi ilişki kurmak. Ne çok bağlanmak, ne çok kırılmak, ne çok aldırmak... Aslolmadığını farketmek. Hissedişlerin her birisi aynı zamanda etkilenme. Birşeyleri de ardında bırakmalısın. Yoksa bu etkiye açık halinle kafayı yemeden imtihanın sonuna varamazsın.
"Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said! Bil ki, şu âlemin fenâsından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden mufarakat eden birşeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terk edip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyî etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firakla senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü ânında seni terk eden fâni şeylerle kalbini bağlamak kâr-ı akıl değildir."
Bediüzzaman, iman ve küfür muvazeneleri yaparken, anlattığı her hakikattar hikayede, ehl-i küfrü temsil eden karakterin karamsarlığına nazarımızı çevirir. (Özellikle 2. Söz'de var bu.) Yapısı gereği etkilenmeye bu kadar açık olan insan, eğer iman sahibi de olmazsa, kalmaya çalışmakla karamsarlaşır. Çünkü bir yanıyla sürekli gittiğinin, yani her çabasının boş olduğunun farkındadır. Aynaya her baktığında farkettiği yeni kırışıklıklar, solgunluklar, aklar... Çalıların bıraktığı izler, yaralar, gamlar. Daha güzelin varlığı, güzelin umududur. Ahirete inanmayan önce bunu yitiriyor. Daha güzeli olmayan tek güzelliğin yaşadığı (ve terk ettiği) olduğunu düşünüyor. O da gidiyor. Bu gidiş, karamsarlık ve daha ilerisinde kronik bir küsmek ve kemikleşmiş bir öfke şeklinde kendisini gösteriyor. Kâfirin Allah'a düşmanlığının da buradan geldiğini söylüyor Bediüzzaman. İnanmasa da düşman. Çünkü dediğinin doğru çıktığını görüyor.
Karamsar insandan korkarım. Allah yokmuş gibi konuşmasından tanırım onu. Karamsar insanla sohbet etmek zehirlenmektir. Öyle hissederim. Nihilizme çok yaklaşmıştır. Bu yüzden dengesizdir. Karamsar için herşeyin rengi pek kolay değişir. Gaybın varlığına imanını yitirdiği ve olup olacak herşeyin onun gördüğü şekle münhasır olduğunu zannettiği için amansızdır da. Esfeli's-safilini alâ-i illiyyin gibi bilir.
Örneğin: Kaos/karmaşa, aklı başında herkes için bir çukurdur. Kimse daha kötüye talip olmak istemez. Oraya düşmek istemez. Belirsizliğin dibidir. Herşeyin, her an başa gelebilmesidir. Anarşidir. Kestirilmezliktir. Korkudur. Yeistir. (Halbuki ümidin/hayalin bile aklın kestirmesine ihtiyacı vardır.) Fakat karamsar, kaosu dahi bir merdiven gibi görmeye başlar. Olan zaten kötüyse ve bundan daha kötüsü olmayacaksa, neden kaos denenmesin? Belki de daha iyi birşey olacaktır? (Hele bir de imansızsa zaten varlığın da bir kaos içinden şu anki haline geldiğine iman etmektedir.) Ardında bıraktığından daha kötüsüne iman etmez ki, başına geleceğinden korksun da teenni ile hareket etsin. Cennet ve cehenneme iman etmenin böylesi bir güzelliği de olduğunu düşünüyorum. Daha kötüsüne ve daha iyisine iman etmiş olmak, yaşanılanın tek kıstas olduğu bir cehennemden kurtarıyor bizi. Özgürlük, yükü denize atmakta değil, gemiye bırakmakta.