“İşte, ene, şu hâinâne vaziyetinde iken, cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeple bir eçheldir. Çünkü duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için, sönerler.” (Ene Risalesi’nden...)
Risale okumalarım sırasında farkettiğim birşeydir bu ‘Kur’an’a bakarken ezberlerden soyunma’ meselesi. Hakikaten, hem Kur’an’ın anlaşılmasında hem de Risale-i Nur’un Kur’an’a açılan nasıl harika bir pencere olduğunun takdirinde ezberlerden soyunmuş olma önemlidir.
Tabii bu noktada ezberlerden soyunmayı nasıl anladığımı da izah etmem gerek. Ben ezberlerden soyunmayı ‘tam cahil olup ayetlerin karşısına öyle geçme’ anlamında kullanmıyorum. Zaten cehalet, bilmemek değildir sadece. Bilmeye açlık hissetmemektir. (Ene Risalesi’ndeki bölümü o yüzden alıntıladım.) Cahiliye devrinde Ebu’l-Hikem (Hikmetin Babası) olan Amr bin Hişam’ı, Saadet devrinde Ebu Cehil yapan da bu sırdır. Öğrenmeye niyetinin ve açlığının olmayışıdır. Veyahut ezberindekileri sorgulamaya hevesinin olmayışıdır.
Ben de bu nedenle Kur’an’ın ve onun çok özel bir tefsiri olan Risale-i Nur’un anlaşılmasında ‘açlığı’ çok önemsiyorum. Bu sofraların başına tok karna değil, aç karna oturulması gerektiğini düşünüyorum. Zaten dolu olduğunu düşünen bir bardağa yeni birşeyler doldurmak çok güç.
Hatta kendi içimde nicedir tartıştığım bir meseleyi de bu perspektiften bakınca bir nebze anlar gibiyim. Bediüzzaman’ın, Ramazan Risalesi’nde, Kur’an’ı dinlerken Resul-ü Ekrem aleyhissalâtu vesselamdan; daha üst bir mertebede Hz. Cebrail’den; daha üst bir mertebede ise Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi dinlemek olarak tarif ettiği şeyin, bu zihin berraklığı olduğunu düşünmekteyim.
Yani Kur’an’la muhatap olmada önce sahabi efendilerimizin açlığına ulaşmaya çalışma; sonra onların üstünde Hz. Peygamberin Cebrail’den ders alırkenki açlığına ulaşmaya çalışma; onun üstünde ise bütün varlığın açlığını içinde taşıyarak Cenab-ı Haktan ders alır gibi onunla muhatap olma... Bana bu mertebeler, işte tam da bahsetmek istediğim açlığı/zihin berraklığını anımsatıyor. Belki bir yönüyle ders veriyor.
Bundan başka Ayetü’l-Kübra’da, “Bu ayetin harika telakki edilen belağatını göremiyorum” diyen bir adama daha çok kitap karıştırmasını değil de “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle!” diye tavsiyede bulunması ve bu vesileyle ayetin harikalarının açıldığını/açılacağını vurgulaması, bana yine Kur’an’ın semasına ulaşmaya çalışırken sahip olmamız gereken bir meziyetin de zihin berraklığı olduğunu düşündürüyor. Yani ayetler ve içlerindeki inciler orada, bizi bekliyor. Yeter ki, biz, o sofranın başına aç oturabilelim. O asrın berrak zihinlerine ulaşabilelim.
İşte Risale-i Nur’u ve onun içindeki Kur’anî dersleri okurken de böylesi bir berraklıkla ve açlıkla başına oturulması gerek bence. Yedinci Risale olan Yedinci Mesele’yi okurken böylesi bir açlıkta oturulduğunda nasıl her bir cümlenin ayeti on parmağıyla işaret ettiğini görebiliyoruz.
Yeter ki, biz, açlığımızı ‘daha önce hiç yemek yememiş gibi’ hissedebilelim. Zihin safiyetinde sahabi efendilerimize benzeyebilelim. Ki onlar, Kur’an’a hakikaten açtılar. Risale-i Nur’un mesleği sahabe mesleği deyip duruyoruz. Her ortamda bunu savunuyoruz. Hadi bakalım, açlıkta veya en azından zihnî saflıkta onların arkalarından gitmeye kuvvetimiz/cür’etimiz var mı? Bildiklerimizden soyunabiliyor muyuz onlar gibi? O zamana gidebiliyor muyuz? Hadi bakalım!
Sahabi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sahabi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
25 Ocak 2013 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...