26 Eylül 2025 Cuma
Aman yine arkamızı dolaşmasınlar
Ona göre de Hitler'in 'tek adam' olması sürecinin taşları halkına aşıladığı 'özgüvenle' örülmüştür. Almanlar kendilerini o kadar aşağılanmış hissetmektedirler ki, bu aşağılanmadan kurtulmak için, tutulacak her ışığa delice koşmak eğilimindedirler. Hitler'in hüneri bu psikolojiyi hitabetiyle yönetmesindedir. Sonraki olağanüstülüklerse halkın bu hitabete verdiği coşkulu karşılıktır. Kitapta Simone Weil'in 1942'de dillendirdiği şu ifadeler iktibas edilir:
"Hitler ekonomiyi küçümsüyorsa, nedeni, ekonomiden hiç anlamıyor olması değildir. Ekonominin bağımsız bir gerçek olmadığını ve sonuç olarak gerçek kuralları bulunmadığını bildiği içindir. (Bu Hitler'in sahip olduğu basit sağduyu anlayışlarından birisidir ve bu tür fikirler pek az anlaşıldığı için ilham edilmiş olarak nitelenebilir.) Hitler'in, bir tür insan meselesinin fiziğini idrak ettiğini, açıkça idrak ettiğini inkâr etmek güç görünüyor. O 'zorlamanın gücüne' dair şaşmaz bir inanca sahip. Hitler'in olağanüstü gücü, olağanüstü yükselişi, olağanüstü başarıları halkını olağanüstü derecede cezbetmesi büyük ölçüde onun aklın maddeden üstün olduğu kanaatinden kaynaklanıyor."
Evet. Hitler'in 'sıradışı yükselişi' konunun uzmanlarına göre böyle bir içeriğe sahip. Fakat, bu hikâye bize, hemen hemen aynı dönemlerde yaşanan bir başkasını hatırlatmıyor mu? Soru şu: Neşe ne zaman tehlikeli olur? İşte, Bediüzzaman Hazretlerinin, Tabiat Risalesi'nin başına koyduğu 'İhtar' bu konuda da gözümüzü açar cinsten:
"1338'de Ankara'ya gittim. İslam Ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. 'Eyvah' dedim. 'Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!' (...) Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu."
Demek Hristiyan takvimine göre 1922 yılında, yani Cumhuriyet'in kurulduğu dönemde, mezkûr tehlike kendisini bizde de göstermiş. Balkan harpleri, 93 Harbi, I. Dünya Savaşı vs... Üstüste yaşanan mağlubiyetlerden izzet-i nefsi iyice kırılan müslümanlar büyük bir zafer elde etmişler. Elhamdülillah. Ancak... Zafer sarhoşluğu içinde kimlerin arkamızı dolaştığı anlaşılamamış. Tıpkı Uhud harbinde, galibiyet sevinciyle, okçular tepesi terkedilip düşmanın taarruzuna uğranıldığı gibi, Kurtuluş Harbi'nde de, yine galibiyetin sevinciyle, iman tepesinde dikkat kesilmesi gereken mü'minler bu önemli mesailerini unutmuşlar. Yahut bakacak dermanı bulamamışlar. Devletin direksiyonunun kimlerin eline geçtiğini anlayamamışlar. Bedeli Uhud'dan da ağır olmuş üstelik. Bin yıl İslam'ın bayraktarlığını yapmış bir mücahidler topluluğu, dedelerine, "Eliyazübillah!" dedirtecek deneate sürüklenmişler. ne medreselerini ne İslam harflerini ne de ezanlarını ellerinde tutabilmişler... Hüda tekrarını yaşatmasın. Âmin.
Dua ediyoruz ama dikkatli olmakta da fayda var. Çünkü 'neşe zamanlarının körleştirici etkisi' her zaman câri. Nitekim 15 Temmuz'da kazandığımız zafer de bizi bir ölçüde sarhoşluğa düşürdü. Öyle ki, kemalizmle yüzyıllık hesaplaşmamızı yapmasını beklediğimiz hükümetimiz, bu hesaplaşmayı 'önemsememeye' başladı. AK Parti'de artık eskisi kadar coşkulu bir 'kemalizm eleştirisi' göremiyoruz. Başını biraz Atatürk'e doğru kaldıranı ise, 5816'dan önce, partinin kendisi buduyor. Misalleri bir değil yüzü geçti. O yüzden Ahmed kardeşiniz de kendisine sormadan edemiyor: Acaba yine birileri arkamızı mı dolaştı? Neşemizi dikkatsizliğimize fırsat mı bildi? Böyle birşey olduysa tekrar nasıl toparlanacağız? Aynı şeyleri yaşamadan evvel direksiyonu elimize nasıl alacağız? Sorularım var. Fakat cevaplara sahip değilim. Belki bileniniz vardır. Yine hidayetini Hak Teala'dan dilemekten başka çare bulamıyorum.
22 Mart 2024 Cuma
Yokolduğun gibi görün, göründüğün gibi yokol
Nasıl başlamalı? Yörüngesiz gezegenler gibiydim arkadaşım.
Bilmediğim adresleri arıyordum biteviye. 'Oturmamış' çok şey vardı. Oturmamış.
Yani huzursuz. Hem içimde hem dışımda. Tutamıyordum. Tutunamıyordum.
Kalmıyordu. Kalamıyordum. Boşluktaydım. Hatta bizzat boşluktum. Oluş namına
şahitliğimden geçen her ne varsa yutuyordum. Eh, evet, havadakilere yer ararken
kırk yaşıma geldim. Kabul etmeli artık: Nihayet kendime bile yer bulamadım. Dışımdakileri
boşvermeye meylettim sonra. Değişmeyecekleri bir ölçüde zâhir oldu sanki. Belki
bu zuhuratta tembelliğimin de hissesi vardı. Her neyse. Bilemem. Dosya kapandı.
Yapacak birşey yoktu. Pes ettim. Gençlikle beraber göğsümüzün ateşi de sönüyor.
İnsan kendini daha bir akıntıya bırakıyor. Hayat Allah'tan olduğu gibi kalma
arzusu da Allah'tan. Dışarıda pes etmemle içim daha ziyade meşgalem oldu.
Üzerime düşünmeyi beğendim. Yarışsız bir iş. En sevdiğin tatlıyı küçük
ısırıklarla tüketmek gibiydi tefekkür. Acelesizdi. Kimse sıkıştırmıyordu.
Dışarısı öyle mi a? Hiç değil. Eskiden de düşünmez değildim ya, iş gibi
düşünmek başka şey. Yazınca da altın misali birikiyor. Dallanıyor. Çoğalıyor.
Başka ülkelerde geçmese de değerdir yani.
Buradaki her zafer dışarıdakinden daha az kalıcı. Onu
söyleyeyim. Sonra 'demedi' denmesin. Sık sık başa döndüğünüzü düşünebilirsiniz.
Tamam. Yağma yok. Bıkmayacaksınız. Durmayacaksınız. Kanmayacaksınız. İçimizin
sarayları bize görünmezdirler. Görünürlerse gidilmezdirler. 'Var' deseniz
yokturlar. 'Yok' deseniz vardırlar. Dizemediğinizi düşündüğünüz o tuğlalar
zamanla ayağınızın altında zemin tutacaklar. Yükseleceksiniz. İster istemez
yükseleceksiniz. Aşağısı yok artık. Öncenizi unutun. Yaraları bile insanın
hazinesi sayılacak. Aczi ile güçlenecek. Fakrı ile fahredecek. Zıtlar zıtlarını
besleyecek. Onları kaşırken, kanatırken hatta, devalar üreteceksiniz. Öyle deme
arkadaşım. Onlar sadece senin devaların olmayabiliyor. Başkaları da
şifalanıyor. Bir işe yaramış oluyorsun. Bir işe yaramak hayatı 'hayat' yapan
şey. Hikmet hayatın hayatıdır. Edasıdır. Özüdür. Somutlaştırman gerek. Devalar
somutlaşmalı. Yarımlıkta tamamlıktan ziyade bir yan var. Yarımlar tamamlanmak
ister. Yarımlıkta gayret vardır, arayış vardır, açlık vardır. Mağlubiyet bazen
galibiyetin ta kendisi. Kime mağlup olduğuna bağlı olarak tabii. Senden
hayırlısına mağlubiyet galibiyettir. Ziyade olabilmeye imkan sağlar.
Dolayısıyla Allah'a mağlup olmak en büyük zaferdir. Kat'an elini korkak
alıştırmayacaksın bu makamda.
Mürşidim bir yerde diyor ki: "Müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde
zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi
öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura
düşmek ihtimali var..." İçimizin mühendisliği de işte bu yasaya
bağlıdır arkadaşım. Yıkıntısını anladıkça yapılır insan. İddialarından
soyundukça giydirilir. Hiç olmak, zaten hiç olan için, birşey olmaya başlamanın
başlangıcıdır. Eğer bir karadeliksem şânım yıldızlar gibi yürümeyecektir
elbette. Kendime başka bir şân ararım. Onlar parlayarak şânlarını yürütürler.
Ben yutarak yükselirim. Karanlığım. Kararırım. Karanlığımla gösteririm.
Tavşanla yarışan kaplumbağadan daha eblehtir yıldızla yarışan karadelik. Hiçin
varlıkta yarışması yenilgisini tekrarlamaktan başka ne netice verir? Taş
uçmakta bulutu geçebilir mi? Birşey bilmeden önce haddini bileceksin. Had demek
sınır demek. Sınırlarını bil ki bilgi de sende ne olacağını bilsin. Varolmak mı
istiyorsun? O zaman yokol. Gerileyebildiğin kadar gerile bakalım. Belki de
senin varlığın böyle bir yokluktan yeşerecektir. Evet. Muhakkak. Kaldıramamak liyakatinle
ilgili bir sorun olabilir. Belki yükünün taşınmamakta suçu yoktur.
İşte sözüm yine mürşidimin sözüne dolanıyor: "Kendine, vücuduna ve enaniyetine
dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana
veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut
bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir. Hem Onun
mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et,
feda et, ta bekà bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o
vardır. Yok, yok olsa, var olur."
Yokun yokken varolması fıtratını doğrulamasından geçiyor.
Yaraları kaşımak, hatta kanatmak, varlıklarını kabul etmeyi barındırıyor.
İnkârın götürdüğü hiçbir cennet yok. Biz Allah'ın bizi yarattığı gibiyiz. Bize
buyurduğu gibiyiz. Başkası olmayacağız. Olamayacağız. 'La ilahe illallah'
dediğimizde burnu sürtülen ilk şey Lat, Menat, Uzza vs. değil arkadaşım. İnsan enaniyet
putunun burnunu sürtüyor ilk. Allah'tan başka ilah yoksa sen de ilah değilsin.
Bitti. İlah gibi altlarına girdiğin iddiaların tamamı boşa düşmektedir. Düşmelerini
farkettiysen ne mutlu. İşte fazlından yaralar sahibi kıldı seni. Yaratıldığını
bildiğin anda yaratanın sen olmadığını da bildin. Yârinle aranızda yarlar var.
Şimdi geriye iki vazife kalıyor: 1) Seni yaratanı tanıyacaksın. 2)
Yaratılmışlığı tanıyacaksın. Pozisyonları kabulleneceksin. Çok aşağıda yerler
seçiyorsun gibi görünebilir nefsine, kanma, o bir yumurcaktır. Oynarken
hayallenir. Sonra kendisi de inanır. Fakat 'mış gibi'lerin artık
kurtarmadığının farkındasın. Peki, öyleyse, 'olduğun gibi görünmek' ile
'göründüğün gibi olmak' arasına şunu da bir sıkıştırıver arkadaşım:
"Yokolduğun gibi
görün, göründüğün gibi yokol."
Altay tankı Kur'an'da geçiyor mu?
Bizi aptallaştıran hasma karşı hüsnüzannımızdır. Ancak bir aptal düşmanına karşı hüsnüzan eder. Ve başına gelecek felaketlere böylece daveti...
-
" Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
