Zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2025 Cuma

Aman yine arkamızı dolaşmasınlar

Bir Yazar Nasıl Okunur'da John Freeman'ın söyleşi yaptığı yazarlardan birisi de Norman Mailer. Mailer, söyleşinin son kısımlarında, hayatı üzerine bir roman kaleme aldığı Hitler'e dair şunları söylüyor: "Almanya'nın I. Dünya Savaşı sonrası berbat koşulları gözönüne alındığında bir canavarın ülkeyi ele geçirmesi için bütün şartlar yaratılmıştı." Yani, ona göre, ilk dünya savaşındaki yenilginin Almanlara verdiği utanç, onları, 'kurtarıcı her sese koşulsuz kapılacak' bir pozisyona getirdi. Benzer bir tesbiti tarihçi John Lukacs da Modern Çağın Sonu'nda yapar.

Ona göre de Hitler'in 'tek adam' olması sürecinin taşları halkına aşıladığı 'özgüvenle' örülmüştür. Almanlar kendilerini o kadar aşağılanmış hissetmektedirler ki, bu aşağılanmadan kurtulmak için, tutulacak her ışığa delice koşmak eğilimindedirler. Hitler'in hüneri bu psikolojiyi hitabetiyle yönetmesindedir. Sonraki olağanüstülüklerse halkın bu hitabete verdiği coşkulu karşılıktır. Kitapta Simone Weil'in 1942'de dillendirdiği şu ifadeler iktibas edilir:

"Hitler ekonomiyi küçümsüyorsa, nedeni, ekonomiden hiç anlamıyor olması değildir. Ekonominin bağımsız bir gerçek olmadığını ve sonuç olarak gerçek kuralları bulunmadığını bildiği içindir. (Bu Hitler'in sahip olduğu basit sağduyu anlayışlarından birisidir ve bu tür fikirler pek az anlaşıldığı için ilham edilmiş olarak nitelenebilir.) Hitler'in, bir tür insan meselesinin fiziğini idrak ettiğini, açıkça idrak ettiğini inkâr etmek güç görünüyor. O 'zorlamanın gücüne' dair şaşmaz bir inanca sahip. Hitler'in olağanüstü gücü, olağanüstü yükselişi, olağanüstü başarıları halkını olağanüstü derecede cezbetmesi büyük ölçüde onun aklın maddeden üstün olduğu kanaatinden kaynaklanıyor."

Evet. Hitler'in 'sıradışı yükselişi' konunun uzmanlarına göre böyle bir içeriğe sahip. Fakat, bu hikâye bize, hemen hemen aynı dönemlerde yaşanan bir başkasını hatırlatmıyor mu? Soru şu: Neşe ne zaman tehlikeli olur? İşte, Bediüzzaman Hazretlerinin, Tabiat Risalesi'nin başına koyduğu 'İhtar' bu konuda da gözümüzü açar cinsten:

"1338'de Ankara'ya gittim. İslam Ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. 'Eyvah' dedim. 'Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!' (...) Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu."

Demek Hristiyan takvimine göre 1922 yılında, yani Cumhuriyet'in kurulduğu dönemde, mezkûr tehlike kendisini bizde de göstermiş. Balkan harpleri, 93 Harbi, I. Dünya Savaşı vs... Üstüste yaşanan mağlubiyetlerden izzet-i nefsi iyice kırılan müslümanlar büyük bir zafer elde etmişler. Elhamdülillah. Ancak... Zafer sarhoşluğu içinde kimlerin arkamızı dolaştığı anlaşılamamış. Tıpkı Uhud harbinde, galibiyet sevinciyle, okçular tepesi terkedilip düşmanın taarruzuna uğranıldığı gibi, Kurtuluş Harbi'nde de, yine galibiyetin sevinciyle, iman tepesinde dikkat kesilmesi gereken mü'minler bu önemli mesailerini unutmuşlar. Yahut bakacak dermanı bulamamışlar. Devletin direksiyonunun kimlerin eline geçtiğini anlayamamışlar. Bedeli Uhud'dan da ağır olmuş üstelik. Bin yıl İslam'ın bayraktarlığını yapmış bir mücahidler topluluğu, dedelerine, "Eliyazübillah!" dedirtecek deneate sürüklenmişler. ne medreselerini ne İslam harflerini ne de ezanlarını ellerinde tutabilmişler... Hüda tekrarını yaşatmasın. Âmin.

Dua ediyoruz ama dikkatli olmakta da fayda var. Çünkü 'neşe zamanlarının körleştirici etkisi' her zaman câri. Nitekim 15 Temmuz'da kazandığımız zafer de bizi bir ölçüde sarhoşluğa düşürdü. Öyle ki, kemalizmle yüzyıllık hesaplaşmamızı yapmasını beklediğimiz hükümetimiz, bu hesaplaşmayı 'önemsememeye' başladı. AK Parti'de artık eskisi kadar coşkulu bir 'kemalizm eleştirisi' göremiyoruz. Başını biraz Atatürk'e doğru kaldıranı ise, 5816'dan önce, partinin kendisi buduyor. Misalleri bir değil yüzü geçti. O yüzden Ahmed kardeşiniz de kendisine sormadan edemiyor: Acaba yine birileri arkamızı mı dolaştı? Neşemizi dikkatsizliğimize fırsat mı bildi? Böyle birşey olduysa tekrar nasıl toparlanacağız? Aynı şeyleri yaşamadan evvel direksiyonu elimize nasıl alacağız? Sorularım var. Fakat cevaplara sahip değilim. Belki bileniniz vardır. Yine hidayetini Hak Teala'dan dilemekten başka çare bulamıyorum.

22 Mart 2024 Cuma

Yokolduğun gibi görün, göründüğün gibi yokol

"Hem yazılan eserler, risaleler, ekseriyet-i mutlakası, hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüt eden bir hâcete binaen, âni ve def'î olarak ihsan edilmiş. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit demişler: Şu zamanın yaralarına devadır." 28. Mektup'tan.

Nasıl başlamalı? Yörüngesiz gezegenler gibiydim arkadaşım. Bilmediğim adresleri arıyordum biteviye. 'Oturmamış' çok şey vardı. Oturmamış. Yani huzursuz. Hem içimde hem dışımda. Tutamıyordum. Tutunamıyordum. Kalmıyordu. Kalamıyordum. Boşluktaydım. Hatta bizzat boşluktum. Oluş namına şahitliğimden geçen her ne varsa yutuyordum. Eh, evet, havadakilere yer ararken kırk yaşıma geldim. Kabul etmeli artık: Nihayet kendime bile yer bulamadım. Dışımdakileri boşvermeye meylettim sonra. Değişmeyecekleri bir ölçüde zâhir oldu sanki. Belki bu zuhuratta tembelliğimin de hissesi vardı. Her neyse. Bilemem. Dosya kapandı. Yapacak birşey yoktu. Pes ettim. Gençlikle beraber göğsümüzün ateşi de sönüyor. İnsan kendini daha bir akıntıya bırakıyor. Hayat Allah'tan olduğu gibi kalma arzusu da Allah'tan. Dışarıda pes etmemle içim daha ziyade meşgalem oldu. Üzerime düşünmeyi beğendim. Yarışsız bir iş. En sevdiğin tatlıyı küçük ısırıklarla tüketmek gibiydi tefekkür. Acelesizdi. Kimse sıkıştırmıyordu. Dışarısı öyle mi a? Hiç değil. Eskiden de düşünmez değildim ya, iş gibi düşünmek başka şey. Yazınca da altın misali birikiyor. Dallanıyor. Çoğalıyor. Başka ülkelerde geçmese de değerdir yani.

Buradaki her zafer dışarıdakinden daha az kalıcı. Onu söyleyeyim. Sonra 'demedi' denmesin. Sık sık başa döndüğünüzü düşünebilirsiniz. Tamam. Yağma yok. Bıkmayacaksınız. Durmayacaksınız. Kanmayacaksınız. İçimizin sarayları bize görünmezdirler. Görünürlerse gidilmezdirler. 'Var' deseniz yokturlar. 'Yok' deseniz vardırlar. Dizemediğinizi düşündüğünüz o tuğlalar zamanla ayağınızın altında zemin tutacaklar. Yükseleceksiniz. İster istemez yükseleceksiniz. Aşağısı yok artık. Öncenizi unutun. Yaraları bile insanın hazinesi sayılacak. Aczi ile güçlenecek. Fakrı ile fahredecek. Zıtlar zıtlarını besleyecek. Onları kaşırken, kanatırken hatta, devalar üreteceksiniz. Öyle deme arkadaşım. Onlar sadece senin devaların olmayabiliyor. Başkaları da şifalanıyor. Bir işe yaramış oluyorsun. Bir işe yaramak hayatı 'hayat' yapan şey. Hikmet hayatın hayatıdır. Edasıdır. Özüdür. Somutlaştırman gerek. Devalar somutlaşmalı. Yarımlıkta tamamlıktan ziyade bir yan var. Yarımlar tamamlanmak ister. Yarımlıkta gayret vardır, arayış vardır, açlık vardır. Mağlubiyet bazen galibiyetin ta kendisi. Kime mağlup olduğuna bağlı olarak tabii. Senden hayırlısına mağlubiyet galibiyettir. Ziyade olabilmeye imkan sağlar. Dolayısıyla Allah'a mağlup olmak en büyük zaferdir. Kat'an elini korkak alıştırmayacaksın bu makamda.

Mürşidim bir yerde diyor ki: "Müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var..." İçimizin mühendisliği de işte bu yasaya bağlıdır arkadaşım. Yıkıntısını anladıkça yapılır insan. İddialarından soyundukça giydirilir. Hiç olmak, zaten hiç olan için, birşey olmaya başlamanın başlangıcıdır. Eğer bir karadeliksem şânım yıldızlar gibi yürümeyecektir elbette. Kendime başka bir şân ararım. Onlar parlayarak şânlarını yürütürler. Ben yutarak yükselirim. Karanlığım. Kararırım. Karanlığımla gösteririm. Tavşanla yarışan kaplumbağadan daha eblehtir yıldızla yarışan karadelik. Hiçin varlıkta yarışması yenilgisini tekrarlamaktan başka ne netice verir? Taş uçmakta bulutu geçebilir mi? Birşey bilmeden önce haddini bileceksin. Had demek sınır demek. Sınırlarını bil ki bilgi de sende ne olacağını bilsin. Varolmak mı istiyorsun? O zaman yokol. Gerileyebildiğin kadar gerile bakalım. Belki de senin varlığın böyle bir yokluktan yeşerecektir. Evet. Muhakkak. Kaldıramamak liyakatinle ilgili bir sorun olabilir. Belki yükünün taşınmamakta suçu yoktur.

İşte sözüm yine mürşidimin sözüne dolanıyor: "Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir. Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta bekà bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur."

Yokun yokken varolması fıtratını doğrulamasından geçiyor. Yaraları kaşımak, hatta kanatmak, varlıklarını kabul etmeyi barındırıyor. İnkârın götürdüğü hiçbir cennet yok. Biz Allah'ın bizi yarattığı gibiyiz. Bize buyurduğu gibiyiz. Başkası olmayacağız. Olamayacağız. 'La ilahe illallah' dediğimizde burnu sürtülen ilk şey Lat, Menat, Uzza vs. değil arkadaşım. İnsan enaniyet putunun burnunu sürtüyor ilk. Allah'tan başka ilah yoksa sen de ilah değilsin. Bitti. İlah gibi altlarına girdiğin iddiaların tamamı boşa düşmektedir. Düşmelerini farkettiysen ne mutlu. İşte fazlından yaralar sahibi kıldı seni. Yaratıldığını bildiğin anda yaratanın sen olmadığını da bildin. Yârinle aranızda yarlar var. Şimdi geriye iki vazife kalıyor: 1) Seni yaratanı tanıyacaksın. 2) Yaratılmışlığı tanıyacaksın. Pozisyonları kabulleneceksin. Çok aşağıda yerler seçiyorsun gibi görünebilir nefsine, kanma, o bir yumurcaktır. Oynarken hayallenir. Sonra kendisi de inanır. Fakat 'mış gibi'lerin artık kurtarmadığının farkındasın. Peki, öyleyse, 'olduğun gibi görünmek' ile 'göründüğün gibi olmak' arasına şunu da bir sıkıştırıver arkadaşım:

"Yokolduğun gibi görün, göründüğün gibi yokol."

Altay tankı Kur'an'da geçiyor mu?

Bizi aptallaştıran hasma karşı hüsnüzannımızdır. Ancak bir aptal düşmanına karşı hüsnüzan eder. Ve başına gelecek felaketlere böylece daveti...