"İslam
kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celaleddîn-i
Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: 'Sen muzaffer
olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.' O demiş: 'Ben Allah'ın emriyle,
cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam.
Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.' İşte o zat bu sırr-ı
teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur."
Sözler’den.
İnsan talebeliğini unutmazsa herşey muallimi olabiliyor.
Evet. Aynen. Öyle. Ben de bir ağaçtan ders aldım geçenlerde arkadaşım. ‘Nasıl
olduğunu’ sorarsan anlatayım: Yürüyordum. Kafama birşey atıldığını sandım
aniden. Yukarı baktım. Vay. Doğru. Atılmış. Fakat gönül koyacak suikast yok. Ağaç
kardeş tohumlarını döküyormuş. Yani beni özellikle seçmemiş. Ne ağacı
bilmiyorum. Ayırmakta iyi değilim zaten. Neyse. Belli ki bizimkinin yumurcaklarının
yuvadan uçma vakti gelmiş. Anne ism-i Kayyum ile heyecanlı. Devam edecek.
Yavrular ism-i Hayy ile coşkulu. Yeşerecekler. Yerde onlarca-yüzlerce tohum
var. Ve ben elim kafamda bakınıp duraklarken de yenileri dallarından kurtulup
bahtlarına düşüyorlar.
Bu koşuşturmada hiçbir isteksizlik göremezsin. Bile isteye
kaçıyor bu afacanlar anne kucağından. Hasretsiz. Acısız. Hem hiçbirisi
kaderinden öteye düşmüyor zaten. Evet. Kader, her yeni varoluşun ayağını
bastığı zemin, plan, ilim. Direksizleri ayakta tutan direk. Birnevi zemin-i
hakiki. Boşlukta belirlenmiş hadler olmasa var ‘varlığına’ sınır koyamaz.
Kütlesinde kalamaz. Enerjinin madde olmak için ilimden/emirden olsun kalıplara
ihtiyacı var. Bebecikler de bu sırdan haberli, Ömer radyallahu anhın Ebu Ubeyde
radyallahu anha dediği gibi, “Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine...”
kaçıyorlardı. Akın akın koşuyorlardı. Düşündüm ki: Onların kaderlerine imanları
benimkinden kavi. Hem amelleri de benimkinden ihlaslı. Hem tevekkülde de benden
ilerideler. Emrin geldiği yere emniyetteler. Bütün bunlar da birbirine bağlı.
Nasıl?
Arzedeyim: Mürşidimin ihlasa değindiği çok yerde altını
çizdiği birşeydir şu 'vazifeni yapmak ama vazife-i ilahiyeye karışmamak...'
hakikati. Evet. Doğrudur: İnsan gayretini sonuçlara bina etmemelidir. Ona düşen
payındaki yükü kaldırmasıdır. Sorumluluğu da amel edebildiği kadardır. Bundan
fazlasına odaklandığı an; ya sonuçların baştançıkarıcılığıyla hedefinden
sapar-şımarır; yahut da ele geçmeyişinden dolayı karamsarlığın girdabına kapılır-küser.
Yani: Elinde olmayana endekslenen; ya yaratıcısı kendisi olmadığı halde ortaya çıkan
sonucun hamdini omuzlamaya çalışır da haddini aşar; yahut da yine
yaratamadığını gördüğü için kedere/öfkeye kapılır da isyana sapar.
Allah olan yalnızca Allah’tır. Kaldıramayacağımız yükün
altına girersek acı çekeriz. Bu yüzden, değil yalnız ihlasını, ruh sağlığını
korumak isteyenin de kuşanması gereken tavır 'vazifesini yapmak ama vazife-i
ilahiyeye karışmamak' olmalıdır. Nedir? Kaderin irade-i cüzîsine pay edilmiş kısmında
sınavını güzel verip bütünlüğünü ise bütünün sahibine bırakmaktır. Bizi huzura
kavuşturacak olan budur. Bu teslimiyettir. Tevekküldür. İşte, ben de arkadaşım,
yavrularıyla başımı taşlayan o ağaçta bu huzuru gördüm. Şeytanımı onlarla da
recmettim.
Ya, evet, nasıl bir ihlasdır o öyle! Anlamaya çalışalım: Bir
kaldırımın yanıbaşına dikmişler sizi. Ve dalınızdan kurtulan her yavru, hem de
her sene, betonun katılığıyla yüzleşiyor. Ananesi toprağın yumuşak sinesine
varamazsa nasıl hayatta kalır o tohumcuk? İntihar gibidir bu hemen hemen. Fakat
ağaç asla şartların-sonuçların 'olmazlığına' bakarak tohum dökme vazifesinden vazgeçmez.
Ne de olsa Rabb-i Hakîm'inden emri almıştır. İhlası kavramıştır: “Vazifeni yap
ama vazife-i ilahiyeye karışma!” Böylece amelinde acabaya düşmez ağaçlar
rağmımıza. Kadere imanları tamdır. Kaderden kadere kaçmaktan başka birşey yapamadığımızı
bilen tevekkülleri sağlamdır. Hangi anne bu kadar çocuğu ölüme doğurur? Demek şu
ağaç kardeşlerde çok yüksek bir ihlas ve tevekkül var.
Hem arkadaşım olageldiği şekilde olagelmeye ve yapageldiği
şekilde yapıvermeye devam edenlere 'ot gibi' demekle aslında neyin altını
çizmekte olduğumuzu da düşünelim. İhlas da bize azıcık böyle olmayı öğütlemiyor
mu? Hadisin teşvik ettiği 'kıyametin kopacağını bildiği halde elindeki fidanı
dikmeye çalışan insan' çok mu sonuç odaklı birşey yapıyor? Hayır. Asla. O
emredildiği gibi dosdoğru/istikametli olmaya çalışıyor. Ve evet, her mü'min de,
fazlasını yapamadığı yerlerde bir parça 'ot gibi' olmaya bakmalıdır. Nebatî
yanın hikmetini kabullenmelidir. Çünkü bütünlüğün sahibi o değildir. Onun görevi,
tıpkı bir ağaç gibi, yükseldiği betona bakmadan tohumlarını saçmaya devam etmektir.
Kaderden iradesinin payı budur. Yükü budur. Sorumluluğu budur. Maşaallah ona.
İşte, biz de arkadaşım, başarabiliyorsak bunu başarmalıyız. Ve başaranlar hep
böyle başardılar. Tıpkı Celaleddin-i Harzemşah gibi…