hadis ilmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hadis ilmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2017 Pazartesi

Bir mü'min 'inanması zor gelen' bir rivayetle karşılaşırsa ne yapmalı? (4)

Bu seri boyunca sıkça naklettiğim bir ifade var. 24. Söz'ün 3. Dalı'nın 10. Asıl'ında geçiyor. Okuyunca hatırlayacaksınız: "Şimdi, insafın varsa, bu On Usulü kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. 'Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır' de, ilişme..." Mürşidimde ifadesini bu şekilde bulan şu temkin, aslında, ehl-i sünnet ve'l-cemaat mirasının bize öğütlediği 'tevakkuf' hassasiyetidir.

Hakikati akıllarının kestirdiğinden ibaret görmeyen ve naklî bilginin dindeki değerini takdir eden kadirşinas büyüklerimiz, bize, bu duruşu ilmî bir hassasiyet olarak öğütlemişlerdir. Çünkü insanlığın imkansızlık algısı da, tıpkı diğer algıları gibi, değişkendir. Zamanının çocuğudur. Biz bunu en net teknoloji aynasında görürüz. Öyle ya! Bugün, çocuklar için bile gayet doğal olan işler, birkaç asır önceki dehalar için hayal edilemez şeylerdi. Gökte uçan kanatlı metal yığınlarının, hem de yüzlerce kişiyi, kıtalar ötesine taşıyabileceğini söyleseydiniz, dünün insanı sizi delilikle itham edebilirdi. Fakat onlar için harika olan şeyler bugün bizim için sıradan. Onlar için 'imkansız' olan şeyler bugün bizim için 'olağan.' Ve bu da gayet aklî birşey.

Mürşidim bu hakikate ahirzaman hadisleri hususunda şöyle değiniyor: "'Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek' olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler şimdi âdi görüyorlar." Yani; ahirzaman hadislerinde olacağı söylenen öyle şeyler vardır ki, bunlar, dünün insanları için imkansız, fakat bugünün insanları için 'pekâlâ olabilir' şeylerdir. O vakit, bu hadisler hususunda, sahih senedlerine itimat eden ve keyfiyetini Allah'a bırakan tevakkuf ehli mi isabet etmiştir, yoksa aklının kestiremediğini hemen inkâra yeltenen tehevvür ehli mi? Öyle görülüyor ki; zaman, selefine ve senedine itimat ederek imanlarını koruyan ehl-i tevakkufu haklı çıkarmıştır. Birçok örnek aynı hakikati doğrulamaktadır.

Şimdi, meselenin bu kısmı hatırınızda kalarak, Kur'an'da geçen birşeye değinmek istiyorum. Yahudilerin maymun edilmesi meselesine... Birkaç sûrede birden buyrulan bu kıssaya göre; yahudiler, cumartesi avlanmama emrine uymazlar ve cezası olarak da maymun edilirler. İlgili ayetleri veya kıssanın detaylarını, yazıyı uzatmamak için, buraya almayacağım. Ancak şu serinin yazılmasına vesile olan Hamdi Akyol abinin itiraz metnini mezkûr kıssa üzerine uygulayarak tekrar nazar etmenizi istirham edeceğim. Önce orijinalini koyalım:

"Fotoğraftaki rivayet Ebu Davud'dan. 1617 numaralı hadis olarak Cem'u'l-Fevaid'de yer alıyor. Şimdi ilahiyatçı ve konuya ilgi duyanlarla bir konuşalım bakalım: Peygamberimiz namaz kılıyor. Önünden bir adam merkebiyle geçiyor ve peygamberimiz beddua ediyor, adam ömrünün geri kalanını kötürüm olarak geçiriyor. Bu rivayete göre sebep, merkebiyle namaz kılan peygamberimizin önünden geçmesi. Şimdi önümüzde iki seçenek var: Ya bu rivayeti uydurma, yalan olarak değerlendireceğiz. Veya 'âlemlere rahmet olarak gönderilen' peygamberimizin (haşa) gaddar, hoşgörüsüz, kinci biri olduğunu tasdik edeceğiz... Veya önümüzde bir üçüncü seçenek varsa, onu da bilelim?"

Şimdi, bu metnin Kur'an'daki o kıssaya uygulanışını görelim:

"Fotoğraftaki ayet Bakara sûresinde yer alıyor. Şimdi ilahiyatçı ve konuya ilgi duyanlarla bir konuşalım bakalım: Yahudilerin cumartesi günü avlanması yasak ve yine de dayanamayıp avlanıyorlar. Cenab-ı Hak da onları maymun ediveriyor. Bu ayete göre sebep yahudilerin cumartesi balık avlaması. Şimdi önümüzde iki seçenek var: Ya bu ayeti uydurma, yalan olarak değerlendireceğiz. Veya Rahman ve Rahim olan Allah'ın (hâşâ) gaddar, hoşgörüsüz, kinci biri olduğunu tasdik edeceğiz... Veya önümüzde bir üçüncü seçenek varsa, onu da bilelim?"

Tekrar tekrar yazılarımda dikkat çekmeye çalışıyorum. Böylesi hadis-i şeriflere yapılacak şu yollu bir itirazın eninde sonunda Kur'an'a gitmemesi imkansızdır. Çünkü mezkûr rivayetlerin temalarına yakın temalar Kur'an'daki kıssalarda da vardırlar. Durum, işte şu mezkûr sebepten dolayı, 'Aman canım!' denilmeyecek kadar önem arzetmektedir. Ve insaf ehline şöyle sordurmaktadır:

Ey mü'min muterizler, Kur'an'ı böyle şeyler için (hâşâ) yalancılıkla itham etmiyorken, aynı üslûplu hadisleri sorgulanır kılan nedir? Belki ve ancak 'senedleri' olabilir. İddianız şu ise anlaşılabilir yanı vardır. Eğer senedlerinde zaaf varsa, biz de bu hadisleri, hemen inkâr etmemekle birlikte, diğer hadisler derecesinde güçlü tutmayız. Yok, senedlerini de takmayıp sadece aklımızla bakacaksak meseleye, o zaman şu soruya da cevap bulmalıyız: Kur'an'a hiçbir beşerî sözün karıştırılmadığı isbat eden nedir? Yine senedine duyduğumuz güven değil midir? Öyle ya! Elimizdeki tam nüshalar ancak Emeviler dönemine kadar uzanabiliyor. Ya ondan öncesi? Ondan öncesi için yine ve mecburen senede itimat ediyoruz. Sahabeye, tabiine ve tebe-i tabiine güveniyoruz. Alternatif bir formül gösterebilenimiz var mı? Gösteren varsa onu da görelim.

Hamdi Akyol abinin mezkûr tenkidi, eğer bir senet tenkidine dayanmıyorsa (ki itirazında bunu gösterir birşey yoktur), yarın Kur'an'a aynı itirazı getirebilmesini ne engelleyebilir? Cenab-ı Hakkın bir ismine yakıştıramadığı herhangi bir hadiseyi inkârdan onu (veya bir başkasını) ne/kim alıkoyabilir? Hadis ilmine güveni berhava ettikten sonra aynı ellerden gelen Kur'an'ı bu şüphecilikten kim azât edebilir?

İşte, sözün sonu, yine ehl-i sünnet ve'l-cemaatin o muhteşem mirasına, yani tevakkuf hassasiyetine geliyor. Bediüzzaman'ın 'İlişme!' değişindeki sır anlaşılıyor. Arızanın özünü ortaya koyan soruysa şu: Yalnız bize mantıklı gelmemesi bir hadisin inkârına yeter mi? Çünkü, görüyoruz, bu iş burada kalmayacak. Yarın, Kur'an'daki kıssalara ve belki bir adım ötesinde, Allah korusun, Mutezile gibi şerrin hilkatini Allah'a vermemeye kadar gidecek. Çünkü tenzih akidesini yanlış bir kurguyla (belki bir ifratla) işlettiriyor. Ne diyelim? Allah hepimizi istikamet üzere eylesin. Âmin.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...