Bu 'güya takdis'in daha net bir ifadeyle 'sözde takdis'in en çok takıntılı olduğu şeylerden birisi de Allah'ın Ehadiyeti. Varlığın, Allah dışında hiçbir şeyin biricikliğini kabul etmedikleri için, varlıkla biriciklermiş gibi özel bir ilişkiyi temsil eden Ehadiyetin manasıyla bir takıntıları var. (Ebced/cifir ve Kur'an'daki işarî manalarla takıntısı da buradan besleniyor aslında. Yani Allah, vahyinde size özel birşeyler söylemiş olamaz.) Örneğin: İslamoğlu'nun, kendi esma derslerinde sıkça söylediği gibi; Mustafa İslamoğlu'ndan bile iki tane olmalı şu dünyada. Bir tane olamaz. Bir tane olursa eğer Allah'ın birliği zarar görür gibi geliyor onlara.
Niye böyle düşünüyorlar? Kur'an'da, Zariyat sûresi 49. ayette öyle buyrulduğu için. İyi de orada bahsedilen çift oluşun canlıların devamını sağlayan 'eşli düzeni' kastettiği de söylenebilir. Fakat bu şıkkı tercih etmiyorlar, ettirmiyorlar. Çünkü eşler birbirinden farklı. Bu da onların yine biricik olabilirliği ihtimalini veriyor. O yüzden ayetin manasını mutlaklaştırıyorlar. Geriye kalan bütün yorumları da kapıdışarı ediyorlar. O zaman tabii insan; "Hadi bakalım..." demek istiyor. "Gayretli hocam, madem herşey iki tane, göstersene peygamberlerin ikincilerini? Kur'an'da senin bu ikilik iddianı doğrulayan, şu ayette yaptığın mutlaklaştırmadan başka, delil var mı? Neyin ikisinden bahsediyor Kur'an? Mesela Kur'an diyor mu hiç: Hz. Nuh'tan iki tane vardı. Hz. Musa'dan iki tane vs..."
Bunları hiç sorgulamak yok. Niye sorgulayacaksınız? Hocanızın aklı hepinizi esir alıyor ya. Ona sorsanız, kendi takipçilerinden daha ehl-i tahkik kimse yok. Fakat ne hazindir, hocasının 14 asırlık İslam geleneğini ayaklar altına alışını izlerken "Yahu sakın bizde bir yanlışlık olmasın?" diye soran da yok. Orada iki tane Arapça kökten birbirine bağlantı kuruyor, üç tane klasik metinden alıntı yapıyor, işlem tamam. Modern zaman büyücülüğü etimoloji üzerinden yürüyor zaten.
'Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım!' hadisine de takıntı derecesinde saldırması; bu hadisin manasının Allah'a ve Resulüne hakaret olduğunu söylemesi de bundan. O hadisi kabul ederseniz, bir varlığın Allah'la biriciklik düzeyinde ilişki kurduğunu da kabul etmek zorundasınız. Yani Ehadiyet düzleminde... Halbuki, tam da Ahmet Yıldız abinin bir keresinde twitter'da yazdığı gibi, İslamoğlu'nun Rububiyet ve Uluhiyet dairelerini birbirine karıştırdığının en zâhir delili bu. Allah'ın birşeyi 'bir manaya yönelik' yaratması ile 'bir şarta bağlı olarak' yaratması arasındaki farkı göremiyor. Allah, elbette Samediyet penceresinden bakıldığında hiçbirşeye muhtaç olmayan ve herşeyin Ona muhtaç olduğu; fakat birşeyi bir mana için yaratmak, Ona muhtaç olmak anlamına gelmez ki. Bediüzzaman da zaten bu hadisin zat-ı Muhammediye'den ziyade hakikat-i Muhammediye'ye baktığını söyler 14. Şua ve diğer yerlerde. İslamoğlu daha bu zat ile hakikat arasındaki nüansı anlamıyor.
"(...) külli hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kainatın hayatı, hem İsm-i Azamın tecelli-i azamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kainatın çekirdek-i aslisi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder."
Bunu kusurlu bir örnekle de olsa anlatmak istiyorum. Bir ressam olduğunuzu düşünelim. Ve öğretmen olan dostunuz, ders verdiği okula gelip bütün okulun resmini yapmanızı istiyor. Gidip yapıyorsunuz. Ve bitirdikten sonra dostunuza diyorsunuz ki: "Sen olmasaydın, ben bu resmi yapmazdım." Bakınız, detaya dikkat çekiyorum: 'Yapamazdım' demiyorsunuz, 'yapmazdım' diyorsunuz. Çünkü yapma noktasında 'şart' bağlamında ona muhtaç değilsiniz. Kendiniz de kendi iradenizle gidip o resmi yapabilirsiniz. Ancak hakikat ve mana anlamında o dostun temsil ettiği şeyin kıymetini ifade etmek için altını çiziyorsunuz. "Sen olmasan, ben bu resmi yapmazdım."
Biz bu tarz ifadeleri o kadar çok kullanıyoruz ki. 'Sen olmasan, senin hatırın olmasa, arada sen varsın diye, sen araya girmeseydin...' hiçbirinde kastettiğimiz 'sana muhtaçtım, sen olmasan ben bunu yapamazdım' demek değil. Kastettiğimiz "Bunu yapışımın hakikati/manası senle ve senin benim dünyamda temsil ettiğin şeyle ilgili..." Bu dostluk olabilir, sevgi olabilir, sadakat olabilir, vefa olabilir, hikmet olabilir. Yani İslamoğlu'na baksanız bunların hiçbirisi yok. Sanki Allah Resulü "Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım" hadis-i kudsîsini nakletmekle şöyle demek istemiş: "Ben olmasam, (haşa) Allah bütün bunları yaratamazdı." Bunu da Hz. Gazalî'den günümüze kimse anlamamış, Mustafa İslamoğlu farketmiş. Hey mübarek! İyi de sonra yaratılan, önce yaratılana nasıl şart olarak zorunluluk olabilir? İmam Gazalî'nin bu kadar da mı aklı yoktu sana göre? İşte bu tür sorular yok onların dünyalarında. Çobanı çoban eden, kavalına razı koyunlardır.