Mürşidim, Mesnevî-i Nuriye'sinde, diyor ki: "İ'lem eyyühe'l-aziz! Sen bazı vecihlerden fenâya gittiğin zaman, Hâlık-ı Rahmân-ı Rahîmin ilminde, meşhudunda, malûmunda bâki kalmaklığın, senin bekan için kâfidir..."
Zaten Kur'an'da da musırrane buyruluyor kısa bir mealiyle: "Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?" Demek bu şahitliği bilmeye ihtiyacımız var. Peki ne için var? Çünkü insanız. Çünkü varız. Çünkü mahlukattanız. Varlığı tattık bir kere tekrar ademe dönmek istemeyiz. Arızîliğimizi ise sezeriz. Her yitiriş bir parça daha görünür yapar onu. Her ayrılık bir parça daha çağrıştırır gidişimizi. Yokluğa dönmekse artık cehennemden de cehennem bizim için. O yüzden şahitlerimizi çoğaltmaya çalışıyoruz bitevi. Kendimiz olarak kalamazsak başkalarında kalmaya çabalıyoruz. Düşerken duvarları tırmalıyoruz. Tutunduğumuz dalları kırıyoruz. Bağırıyoruz. Isırıyoruz. Hırlıyoruz...
Bütün bu kepazelik hep daha fazla kalabilmek için. Çünkü yalnız kendimizle bir sonsuzluk düşlemenin güçlüğünü okuyoruz. Taş çatlasa yüz senelik bir ömür. Kendisiyle kendisini asla bâki kılamaz. O halde kesinlikle bir yerden yardım alması lazım. Nereden alacak? Ya maddeden yahut da maneviyattan. Maddeden umduğumuz şahitliklerin ömrü yine sınırlı. Youtube'da videoların neden bu kadar izlensin istiyorsun? Tiktok'ta neden bu kadar beğenilmeyi arzu ediyorsun? Instagram'da kırmızı kalpler gördükçe seni sevindiren nedir? İşte bu bu derinden derine hissettiğin şahitliktir. Evet. Onlarda birer iz bıraktın. Artık kalabilmek için yalnız kendinden ibaret değilsin.
Seni gören gözlerde kalabilirsin. Hatırlayan hatırlarda durabilirsin. Duyan kulaklarda gülüşünün kaydı var. Bunları da bir nevi 'kalmak' sanıyorsun. Avunuyorsun. Tıpkı heykellerine saygı duruşu yapılmasıyla kalıcılaştığını sanan diktatörler gibi. Nemrut gibi. Firavun gibi. Şeddat gibi... Herbir tapınma bir 'like' heykelin sahibine. Gülme. Çok izlenme aşkıyla her deneate girenlerin hali de farklı değil emin ol. Aleyna'nın soyadı 'Tilki' değil sadece. İçinde de şahitlerini çoğaltmaktan bekan uman bir tilki var. Fakat bu tilkilikle şeytan bile alay ediyor. Şeytan bile gülüyor. Zira bekasını umduğu şahitliğin en az kendisi kadar fani olduğunu biliyor. Onlar kalacak diye sen de kalacağını sanıyorsun. Fakat onlar da en az senin kadar kalmıyor. En nihayetinde dünya kıyametine gidiyor. Kayıtlar yıkılıyor. Bu yolda umutlar boştur. Buradan 17. Lem'a'nın 3. Nota'sına da fehmimiz uzanır şimdi. Evet. Orada da deniliyor:
"Ey gafil Said! Bil ki, galat-ı his nev'inden, gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazarla sabit telâkki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyamet1in kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun." Said gafil değil, kurban olayım Said'e, asıl gafil benim. Belki sensin. Belki başkasıdır. Belki hepimize bir/bin hisse düşer bu gafletten. Çünkü kalıcılığı 'ancak kıyamete kadar sürecek' varlıkta arıyoruz.
Halbuki asıl kalıcılık 'hiç unutmayan'ın ilminde varolmakla elde edilir. Hem güzel varolmakla elde edilir. Hem razı olmasıyla elde edilir. Şahit olarak öyle birisini bulmalısın ki, hiç ademe gitmeyecek, unutmak bilmeyecek, 'Yok ol!' demeyecek. Ve Onun bilmesi zaten varlığın yegane kaynağı olacak. Onun 'Ol'u yokluğun yokunu başından alacak. Yokluk kendine var diyecek. Var bilecek. Çünkü yokla varın arasında Onun emrinden başka mesafe yok. Hülasa: Aklı olan, fanilerden şahitlerini çoğaltarak, varlığa tutunmaya çalışmaz. Suya yazı yazarak hiçbir bilgiyi muhafaza edemezsin. Bu sosyalmedya bekası kandırıcı bir beka. Sahte bir beka. Zaten fanilikte kalıcılık arayan herkesin ameli tilkiliğe kurban gitti. Evet. Nefisleri onlara tilkiydi. Fakat şeytan cümlesinin nefsinden daha tilkiydi.
Cehennemde dişleri Uhud dağı büyüklüğünde olacak kadar biriktirdi bedenlerini. Bıraktırdı izlerini. Çoğalttı şahitlerini. Bir Aleyna görüne görüne bin, yüzbin, milyon Aleyna oldu. Her vücudu akıbetine bir ağıt oldu. Şimdi herbir şahitlik için ayrıca ademler çekecek. Herbir ilgiyi özleyecek. Herbir alkışa inleyecek. Onlar hareket halindeki trenden yol kenarındaki dikenli telleri tutmaya çalıştılar. Kârları kanları. Kanları izleri. İzleri yaraları... O kesiklerin sızlayacağı bir yer mutlaka olacaktır. Madem, şahitliğin için ademî yolları seçtin, ademin şahidin olur akıbet sana...
kalıcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kalıcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Aralık 2024 Perşembe
16 Mayıs 2017 Salı
Tablo nasıl mutlu olur?
Daha gençken, hakikate dokunduğumuzu sandığımız yıllarda, yok bu yanlış oldu, hakikati kuşattığımızı sandığımız yıllarda, hepimiz dünyayı değiştirmeye çalıştık. Daha büyük şeyler deneyenler de olmuştur, devrimciliğe soyunanlar falan, ben o kadar cüretkâr değildim elbette, ama ben de hayatımda birşeyleri devirmeye çalıştım. Düzenimi kendim belirlemeyi istedim. İlkelerimin(!) hâkimiyetinde bir hayat hayal ettim. Hırslandım, hırpaladım, hırpalandım, savaştım, yarıştım, denedim. Yirmilerimden otuzlarıma çıktığımda ise şunu açıklıkla farkettim: Dünya 'istemekle' değişmediği gibi 'denemekle de' değişmiyor. O kadar çok değişkenle kuşatılmış bir ihtimaller cenneti ki bu alem, eylediğiniz şeyin, amacınızın tam tersi bir sonuçla sizi şaşırtması işten bile değil.
Çok fazla irade var. Çok fazla sizinle birlikte mutlu olması gereken var. Çok fazla âlem var. Bu durum yavaş yavaş sizi içdünyanıza doğru yönlendiriyor. Daha zor olandan, hatta imkansız olandan, bir derece imkanlı gibi görünen daha küçük alana doğru yüzünüzü çeviriyorsunuz. Gerileye gerileye savaşıyorsunuz. Bu küçük alanda mücadele vermenin büyük alanda savaşmaktan sadece 'daha kolay' değil 'daha mantıklı' olduğunu da farkediyorsunuz. Hatta ilerisi: Bu dairede bile değiştiremediğiniz şeylerle barışmayı seçiyorsunuz. En başta dertlerinizle barışmayı. Değiştiremediklerinizle barışmayı. Unutamadıklarınızla barışmayı. Kaçırdığınız trenlerle barışmayı. Hatalarınızla barışmayı...
Bu bir noktadan sonra şöyle bir uyanışı da sağlıyor sanki: Yaşamak dünyada iz bırakmak değil. Yaşamak dünyanın sende güzel bir iz bırakması. Çünkü dünya geçici ama sen cennette (inşaallah) kalıcısın. Belki de değişmesi gereken sadece sendin ve sensin. Hem bu bakış açısıyla bir hadis-i şerifin haber verdiği "mü'minin niyetinin amelinden hayırlı olması" sırrı da anlaşılır oluyor. Eğer değişmesi gereken sensen, elbette, niyetin amelinden hayırlıdır. Çünkü sendeki değişimi niyet gösterir. Sendeki değişim niyetinden okunur. Sendeki izin güzelliği niyette parlar. Amelin sahada nasıl bir şekil alacağı ise, senden başka daha birçok şeye, en başta da Cenab-ı Hakkın muradına bağlıdır.
Niyetini kabul eder belki. Ama muradı öyle değildir. Yaratmaz. Sahada amelinin istediğin gibi olmaması niyetini bozmaz. Sendeki değişim tamamlanmıştır. Sendeki izler doğru işlenmiştir. Fakat sahada aynı âlemi paylaştığınız başka çok kalp ve niyet sahibi vardır. İmtihan dünyasıdır. Cenab-ı Hak, umuma bakan bir hikmetine binaen, amelini yaratmamış olabilir.
Hem yine buradan bakınca Bediüzzaman'ın "Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır..." demesindeki sırlardan birisi de anlaşılır. Hakikaten de insanın yapabildiği kendi âleminde bir 'yapıcı olanı seçme'den başkası değildir. Bundan sonrasına dönük her tasarrufu, her azmedişi ve her arzulayışı, beraberinde getirdiği kavgalar ve acılarla, ona tekrar bölgesine dönmesini söyler.
İçimizde üzerindeki manzaraya göre sonsuzlaşacağımız bir tablo var: Ruhumuz. Her gün bu tablonun üzerine yeni çizikler ekliyoruz. Yaşamak bu çünkü. Bu yüzden dünyamıza müsbet olanı sokmaya çalışıyoruz sadece. Yalnız güzelliğin fırçası üzerimizde çalışsın istiyoruz. Sonsuzluğa taşıyacağımız, dışımızdaki o büyük manzara değil de, buysa, doğru olanın bu olacağına inanıyoruz. Bizde kalacak kötü izlerinin zararından kaçmak için iyi şeylerle meşgul oluyoruz. Canımızı daha az acıtacak, yüzümüzü daha çok güldürecek, doğru yerde olduğumuzu daha çok hissetirecek şeylerin parçası oluyoruz.
Resim her an çizilmeye devam ediyor. Her bir niyetimiz resmin üzerinde yeni bir nakış oluyor. Güzel niyetler resmi güzelleştiriyor. Kötü niyetler resmin giderek çirkinleştiğinden haber veriyor. Korkuyoruz. Tablomuzun cennette ebediyen sergilenmeye değer bulunmamasından korkuyoruz. Güzel bir insan olarak ölmeye çalışıyoruz. Dünyada izimiz kalmış-kalmamış, adımızı anan olmuş-olmamış, yâda getirici eylemeler yaşanmış-yaşanmamış, bunlar hakikaten de işimiz değil, çünkü sadece irademizle olacak şeyler değil. Bizden istenen de bu değil. Yalnızca bir tuvaliz. Atölyede olanları yönetmiyoruz. Dünyaya değişmeye geldik. Dünyayı değiştirmeye değil. Kalıcı olan biziz. Kalıcı olan o değil.
Çok fazla irade var. Çok fazla sizinle birlikte mutlu olması gereken var. Çok fazla âlem var. Bu durum yavaş yavaş sizi içdünyanıza doğru yönlendiriyor. Daha zor olandan, hatta imkansız olandan, bir derece imkanlı gibi görünen daha küçük alana doğru yüzünüzü çeviriyorsunuz. Gerileye gerileye savaşıyorsunuz. Bu küçük alanda mücadele vermenin büyük alanda savaşmaktan sadece 'daha kolay' değil 'daha mantıklı' olduğunu da farkediyorsunuz. Hatta ilerisi: Bu dairede bile değiştiremediğiniz şeylerle barışmayı seçiyorsunuz. En başta dertlerinizle barışmayı. Değiştiremediklerinizle barışmayı. Unutamadıklarınızla barışmayı. Kaçırdığınız trenlerle barışmayı. Hatalarınızla barışmayı...
Bu bir noktadan sonra şöyle bir uyanışı da sağlıyor sanki: Yaşamak dünyada iz bırakmak değil. Yaşamak dünyanın sende güzel bir iz bırakması. Çünkü dünya geçici ama sen cennette (inşaallah) kalıcısın. Belki de değişmesi gereken sadece sendin ve sensin. Hem bu bakış açısıyla bir hadis-i şerifin haber verdiği "mü'minin niyetinin amelinden hayırlı olması" sırrı da anlaşılır oluyor. Eğer değişmesi gereken sensen, elbette, niyetin amelinden hayırlıdır. Çünkü sendeki değişimi niyet gösterir. Sendeki değişim niyetinden okunur. Sendeki izin güzelliği niyette parlar. Amelin sahada nasıl bir şekil alacağı ise, senden başka daha birçok şeye, en başta da Cenab-ı Hakkın muradına bağlıdır.
Niyetini kabul eder belki. Ama muradı öyle değildir. Yaratmaz. Sahada amelinin istediğin gibi olmaması niyetini bozmaz. Sendeki değişim tamamlanmıştır. Sendeki izler doğru işlenmiştir. Fakat sahada aynı âlemi paylaştığınız başka çok kalp ve niyet sahibi vardır. İmtihan dünyasıdır. Cenab-ı Hak, umuma bakan bir hikmetine binaen, amelini yaratmamış olabilir.
Hem yine buradan bakınca Bediüzzaman'ın "Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır..." demesindeki sırlardan birisi de anlaşılır. Hakikaten de insanın yapabildiği kendi âleminde bir 'yapıcı olanı seçme'den başkası değildir. Bundan sonrasına dönük her tasarrufu, her azmedişi ve her arzulayışı, beraberinde getirdiği kavgalar ve acılarla, ona tekrar bölgesine dönmesini söyler.
İçimizde üzerindeki manzaraya göre sonsuzlaşacağımız bir tablo var: Ruhumuz. Her gün bu tablonun üzerine yeni çizikler ekliyoruz. Yaşamak bu çünkü. Bu yüzden dünyamıza müsbet olanı sokmaya çalışıyoruz sadece. Yalnız güzelliğin fırçası üzerimizde çalışsın istiyoruz. Sonsuzluğa taşıyacağımız, dışımızdaki o büyük manzara değil de, buysa, doğru olanın bu olacağına inanıyoruz. Bizde kalacak kötü izlerinin zararından kaçmak için iyi şeylerle meşgul oluyoruz. Canımızı daha az acıtacak, yüzümüzü daha çok güldürecek, doğru yerde olduğumuzu daha çok hissetirecek şeylerin parçası oluyoruz.
Resim her an çizilmeye devam ediyor. Her bir niyetimiz resmin üzerinde yeni bir nakış oluyor. Güzel niyetler resmi güzelleştiriyor. Kötü niyetler resmin giderek çirkinleştiğinden haber veriyor. Korkuyoruz. Tablomuzun cennette ebediyen sergilenmeye değer bulunmamasından korkuyoruz. Güzel bir insan olarak ölmeye çalışıyoruz. Dünyada izimiz kalmış-kalmamış, adımızı anan olmuş-olmamış, yâda getirici eylemeler yaşanmış-yaşanmamış, bunlar hakikaten de işimiz değil, çünkü sadece irademizle olacak şeyler değil. Bizden istenen de bu değil. Yalnızca bir tuvaliz. Atölyede olanları yönetmiyoruz. Dünyaya değişmeye geldik. Dünyayı değiştirmeye değil. Kalıcı olan biziz. Kalıcı olan o değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor
"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..." Münazarat'tan....
-
" Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...