risale enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
risale enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2014 Pazartesi

FETÖ ‘sırran tenevveret’i nasıl kullandı?

‘Sırran tenevveret’ Kaside-i Celcelutiye'de geçen bir ifade. sorularlarisale.com'da ona şöyle bir anlam veriliyor: "Sırran tenevveret, kelime olarak, gizli aydınlanma ve nurlanma demektir. Risale-i Nur'da sırran tenevveratın manası; müspet hareket, asayişe zarar vermeden, gürültü patırtı çıkartmadan, gösteriş ve nümayişten uzak, devlet ve resmi kurumlarla mümkün mertebe karşı karşıya gelmemek olarak anlayabiliriz."[1]

Risale-i Nur Enstitüsü ise konuyla ilgili bir çalışmasında şöyle demiş: "Sözlükteki anlamıyla; gizlice aydınlanma, nurlanma, fazla ses çıkarmadan çalışma anlamına gelmektedir. Bu terim Risale-i Nur'da iman hizmetini ihlaslı bir şekilde, sessiz ve gösterişsiz yapmak anlamında kullanılmıştır. Gönüllülük üzerine kurulu informal, sivil, yaygın aydınlanma ve aydınlatma biçimidir. Bu modelde maksat, gürültüsüz patırtısız, kimse rahatsız edilmeden, muhtaç gönüllere ulaşmaktır."[2]

Başka tarifler de var. Hepsini buraya alamayacağım. Fakat daha başlarken şunu iddia etmem yerinde olur kanaatindeyim: Bu tariflerin tamamı sıkıntılıdır. Yani bu tarifleri yazanlar, kanaatimce, o an kendilerinin yapmakta oldukları şeyi 'sırran tenevveret' içine yediriyorlar. Yoksa İslamî geleneğin içinde bir 'sırran tenevveret' arıyor değiller. Hatta bu sırrı izah eden çoğu metinde rastladığım şey şu: Sırran tenevveretin ‘bu asra yönelik’ bir hizmet metodu olduğunu söylüyorlar. Acaba? Acaba gerçekten böyle mi? Yoksa biz mi gelenekle yüzleşmek istemiyoruz?

Okumalarımda aradığım şeyse şu: Asr-ı Saadet'ten bugüne kurulacak bir bağlantı, bir hadis-i şerife veyahut Kur'an ayetlerinden birkaçına bir atıf. Bunların hiçbirisi yok. Bediüzzaman'ın müceddidler geleneğinin bir ferdi olduğunu söyleyen nur talebesi araştırmacılarımız, her nedense, ‘sırran tenevverete’ gelince asırperestleşiyorlar. Kavramı İslam geleneğinden koparıp tanımlandırmaya başlıyorlar. Neticesinin hassaten FETÖ’de ne fena olduğunu az sonra izah edeceğim ama öncelikle yukarıdaki tanımları analiz edelim istiyorum:

sorularlarisale'nin tarifinden başlayalım: 'devlet ve resmi kurumlarla mümkün mertebe karşı karşıya gelmemek'i kısmını analiz edelim. “Bediüzzaman'ın hayatına ne kadar uyuyor?” diye soralım. Eski Said'i katsak zaten ortalık karışıyor fakat katmadan bile Yeni Said'in duruşunun 'mümkün mertebe devletle karşıya gelmemek' olduğunu söyleyebilir miyiz?

İrdeleyelim. Örneğin: Sürgünün ilk devrelerinden itibaren karakola gidip isbat-ı vücud etmeyi reddeden bir âlim, kendisine teklif edilen şark umumi vaizliğini karşılığında ödeyeceği bedellere rağmen kabul etmeyen bir mü’min, mahkemelerdeki savunmalarında hiçbir eserinden gram gerilemeyen bir mürşid, acaba hakikaten ‘mümkün mertebe devlet ve resmi kurumlarla karşı karşıya gelmemeye’ mi çalışıyordur? Yoksa yeri geldiğinde bundan çekinmiyor mudur?

Şefkat Tokatları bahsine gidelim mesela. O tokatları yemesinin sebepleri içinde 'kendisine ilişecekleri ihtimaliyle sakındığı zamanları’ da saymıyor mu Bediüzzaman? Ne zaman bu tarz bir çekingenlikte bulunsa başına bir şefkat tokadının geldiğini, yeni bir sürgün veya tutuklamaya maruz kaldığını, fakat aksi yönde cesaretle çalıştığında yolların daha çok açıldığını söylemiyor mu?

Yine sorularlarisale'nin 'gürültü patırtı çıkartmadan, gösteriş ve nümayişten uzak' deyişine Risale-i Nur Enstitüsü'nün 'Bu modelde maksat, gürültüsüz patırtısız, kimse rahatsız edilmeden muhtaç gönüllere ulaşmaktır'ıyla birlikte ilişmek istiyorum. İki şekilde ilişeceğim: 1) Nurculuk geleneğinde bu tanımın ne kadar hakkının verildiğiyle. 2) Bediüzzaman'ın hakikaten 'gürültüsüz patırtısız' mı bu iman hizmetini yaptığıyla. Öncelikle şunu soralım:

‘Gürültü-patırtı’dan maksat ‘umumun dikkatini çekecek etkinlikler/eylemler’ ise hakikaten Nurcular umumun dikkatinin çekmeden mi tebliğ yapıyorlar? Sempozyumları, çalıştayları, seminerleri, mevlüdleri ve daha bunlar gibi pekçok mübarek faaliyeti beraberimize alıp düşünelim. Şu an biz tam olarak neredeyiz bakalım. Nurcular, bu faaliyetleri yaparken umumun nazarını çekebilmeyi mi kıymetli buluyorlar, yoksa “Aman gürültü patırtı olmasın!” deyip gizli gizli mi toplanıyorlar? Ve akabindeki soru: Eğer niyet 'umumun nazarını çekmek' değilse böyle organizasyonlar neden yapılıyor? Bu kadar büyük masraflar ve ilanatlar neden göze alınıyor? 'Sessiz ve gösterişsiz' ilkesi böylelikle bozulmuyor mu?

İkincisine gelirsem: Hakikaten Bediüzzaman umumun nazarını eserlerine celbetmeyi istemiyor mu? Örneğin: Lahikalar'da veyahut başka yerlerde mahkemelerin böyle bir hikmetinin/faydasının olduğunu söylemiyor mu? Ehl-i vukufun, vekillerin veya daha başka devlet yetkililerinin Risaleleri okumasına vesile olmasını sağladığı için yargılama süreçlerinden razı olduğunu belirtmiyor mu? Buradaki gürültüsüz patırtısızlık eğer belirgin bir eylem türünü kastetmiyorsa o vakit mahkemeye çıkmak, savunma yapmak veya onu da geçelim, ömrünün ahirine doğru arabayla Türkiye'yi dolaşmak da bir gürültü patırtı değil mi?

Üstelik hakkında konuştuğumuz kişi sürekli Türkiye'nin gündeminde olan birisi. O dönemde gazetelerde Bediüzzaman'a ne kadar yer verildiğini görebilmek için Abdülkadir Selvi'nin Ateşten Yıllar'ını okumanızı tavsiye ederim. Neredeyse günübirlik manşet olan, başyazarların yazılarını ona hasrettiği, her hareketi haber yapılan bir isim. Bu da bir tür dikkat çekmek değil mi? Bediüzzaman bundan sakınıyor mu? Yoksa seyahatleriyle daha fazla kapısını mı aralıyor? Soralım.

En nihayet şuraya geleceğim: Bence Bediüzzaman'ın vefatından sonra ‘sırran tenevveret’ gibi kavramların içeriği yeniden şekillenmiştir. Kur'an'daki, sünnetteki, ehl-i sünnet çizgisindeki, Risale-i Nur'daki ve Bediüzzaman'ın hayatındaki karşılıkları aranmak yerine, o an hangi tanım iş görüyorsa, o yerine konmak suretiyle yola devam edilmiştir. Bir ‘sorun çözücü’ muamelesi görmüş yani ‘sırran tenevveret.’ Örneğin: Mısır'daki darbeye karşı girişilen küresel Rabia hareketi bile bu tanıma bakarsanız 'sırran tenevveret' manasına uymamaktadır. Hatta Nurcular dahi twitter’daki tt çabalarıyla bu ilkeden dışarı çıkmaktadırlar.

Peki ‘sırran tenevveret’ nedir? Tam bir tanım söyleyemem ama şunu hatırlamanın faydalı olacağına inanırım: İlk yılı çok az, altı yılı biraz daha fazla, hicretle beraber artan ve asıl inkişafıysa Hudeybiye sulhüyle olan bir çizgide yayılıyor İslam. Peki bundan ne çıkarılmalı? İlk altı yıl için ‘başarısız’ mı denmeli? Aksine, o ilk altı yıl olmasa, sonraki bu devasa adımlar atılamazdı. Çünkü o ilk altı yıl bir tür kök salma dönemiydi. İslam'ın, Aleyhissalatuvesselamdan sonra, en ihlaslı, istikametli, gayretli savunucuları o ilk altı yılın içinde yetişenlerdi. Vefatından sonra da yine en önde onları görüyoruz İslam'ı omuzlamakta.

Bu noktadan baktığımızda, evet, Aleyhissalatuvesselamın tebliğe başladığı anda katlanarak artan bir ümmeti yok. Bir gürültüsüzlük patırtısızlıktan bahsedeceksek işte bu da bir tür gürültüsüzlük patırtısızlık. Çabaları değil meyveleri itibariyle gürültüsüzlük patırtısızlık. Peki Allah Resulü dikkat çekmeye çalışmıyor muydu? Elbette çalışıyordu. Akrabalarını toplayıp hepsini birden hidayete çağırabiliyordu mesela. Panayırları gezebiliyordu. Ama Allah onun hidayet ağacını birden inkişaf ettirmedi. Önce iyi yükselecek ağacın köküne güç verdi. Az gelişti fidan ama o sırada toprağın altında büyüyordu aslında. Kök kıvamını bulunca boyu patladı. Dünyanın dört bir yanına dallarını saldı.

İşte bence sırran tenevveret budur: Ağacın kök salma dönemidir. Saklanmayı kastetmez. Dikkat çekmemeyi de. İnkişafın patlayarak olmamasını kasteder. Tedricen gelişimin ismidir. Hemen ele geçmeyen sonuca karşı sabrını korumaktır. Gürültü çıkarmamak bir yanıysa da bunda tutumu kesinlikle gizlilik değildir: "Kardeşlerim, bu geniş hücum, Risale-i Nur'un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki, Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar, ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder ve mağlûp olmaz. Yalnız sırran tenevveret perdesi altına girer."

Hatta, ne yalan söyleyeyim, çabuk patlayan hareketlerden de korkarım ben. İçi çürük olur öyle şeylerin. FETÖ de böyleydi bence. Hırsla patladı. Fakat bu patlama öyle köksüzdü ki ayakta duramıyordu. Küresel güçlere yaslanma ihtiyacı duyuyordu. Sürekli esniyor, savruluyor, değişiyordu. Sonunda da toprağını terketti.

Hatta Gülen bir Bamteli'nde (Bayrama Hasret Asırlar ve Yumruklandıkça Güçlenen Bahadırlar) sırran tenevvereti “küresel güçleri karşısına almadan Filistin'e yardım etme” olarak bile yorumlayabiliyordu. Bundan da ötede, yıllardır sürdürdüğü gizli yapılanmayı da, çizgisinde yaşadığı esnemeleri de hep böylesi bir 'sırran tenevveret' içinde zeminlendiriyordu. FETÖ için sırran tenevveret Bediüzzaman'ın izzetli duruşu değil devletin içine sızabilmek için yürütülen bir casusluk faaliyeti gibiydi. Şiiliğin takıyyesini alıp onu sırran tenevveretin içine doldurmuştu. Dönüştürmüştü. Tebliği izzetinden arındırmıştı.

Buraya dikkatinizi çekiyorum. Çünkü bence sırran tenevveret tam bu noktada tam tersine dönüşüyor. "En büyük hile hilesizliktir!" diyen Üstadın çizgisinden gittiğini iddia eden bir grup, ‘Hedefe ulaşmak için her hile/takiyye caizdir’e varacak bir esneme yaşıyor. Bunun hikmetini sorunca da 'sırran tenevveret' veya 'tedbir' diyorlar size. Gizlice aydınlanacak, perde arkasından nurlandıracak, arkasını dolaşacak. Vay arkadaş vay! İyi de şu eylediklerini Bediüzzaman'ın hayatıyla bir sına bakalım. Ne kadarı tutuyor? Karakteri buna elverir görünüyor mu? Hatta Hz. Ali radyallahu anhın merdane mesleğine bak. Senin esnekliğinin zerresi var mı orada? Peki bu dümencilik size nereden geliyor?

Onların gelecekleri yer bilmem ama biz nihayetinde Bediüzzaman'ın Lemaat'ta altını çizdiği şeye geliyoruz: "Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır. Adâlet külâhını, zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyânet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esâret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî." Yani anlam kaymaları asrındayız arkadaşım. Bu nedenle bize sunulan tanımlara ehl-i sünnet çizgisinden tekrar tekrar bakmamız gerek. Bozulmalar en çok çarpıtmayla yapılıyor çünkü.






[1] http://www.sorularlarisale.com/makale/14955/sirran_tenevverat_ne_demektir.html (Görüntülenme tarihi: 06.10.2014)
[2] http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Enstitu&SubSection=EnstituSayfasi&Date=11/11/2005&TextID=988 (Görüntülenme tarihi: 06.10.2014)

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...