Son yazıma pekçok cevap geldi. Hatta müstakil cevap yazıları gönderen kardeşler bile oldu. Güzel. Müzakere hakikatin müjdecisidir. Serinin bir önceki yazısından devamla konuşalım: Haydi, itiraz edenlerin dediği olsun, bir an için muhalif fikre hakk-ı hayat verelim: 27. Söz'ün Zeyli'ndeki; "Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki; bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ ve inikâs vardır. Mâlûmdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle, o nur-u âzam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir..." ifadelerini biraz makaslayarak, üstündeki ve altındaki (ve hatta metnin tamamındaki) bağlamlardan kopararak "Sohbette insibağ ve inikâs vardır" ifadesini müstakil alalım. Ve diyelim ki: "Bediüzzaman'ın da (peygamber olmamasına rağmen) sohbetine bizzat nail olmuş talebeleri, daha sonra gelecek (veya aynı zaman içinde) kendisini görememiş talebelerinden daha üst bir konumdadır." Bunu genelgeçer bir kaide olarak zikredelim ve arkasından 'mutlak vekillik' meselesini de bunun üstüne oturtalım. Hayal bu ya, devam edelim böylece düşünmeye...
Tabii bu sefer ikinci bir meraklı sual çalıveriyor kapımızı: "Peki, sohbette insibağ ve inikas varsa ve Bediüzzaman'ı bizzat görmek, göremeyenlere göre, her noktada bir üstünlük sağlıyorsa, o halde kendisi neden insanlarla görüşmek konusunda bu denli çekimser?"
Öyle ya, azıcık Tarihçe-i Hayat'ını, birazcık da lahikalarda geçen mektuplarını okuyanlar biliyorlar ki; Bediüzzaman, kendisiyle doğrudan kurulan bir bağlantı yerine, Risale metinleri üzerinden Kur'an'la kurulan bir bağlantıyı tercih ediyor. Hatta çoğu zaman ziyaretine gelenler kapısından kendisiyle görüşemeden dönüyor. Buna dair o kadar çok ifade var ki. Alıntıla alıntıla bitmez. Mesela Kastamonu Lahikası'nda diyor: "Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risaleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur'an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir." Ve yine Emirdağ Lahikası'nda diyor: "Onun için hatırınız kırılmasın, gücenmeyiniz. Risale-i Nur'u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten benimle görüşmek âhiret, iman, Kur'ân hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek mânâsızdır. Âhiret, iman, Kur'ân için ise, Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış." Hatta ilginçtir, bu tarz ifadeler, Bediüzzaman'la görüşmek görece kolaylaştığı bir dönemde, yani Emirdağ hayatında (DP yönetimi baştayken) giderek artıyor.
Üstelik Bediüzzaman'ın kendi kardeşine tercih edecek kadar çok sevdiği, birinci talebem dediği Hulusi abi gibi kişiler, onunla sık görüşen kişiler de değiller. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Hulusi abinin Üstad'la görüşmesi bir-iki veya en fazla üç kez. Bunlar da uzun kalışlar değil, aralarında uzun seneler olan bir ziyaret edip dönmeler. Fakat Bediüzzaman, onu, şahsını sık gördüğü için değil; metinlere nüfuzu ve ihlası daha fazla olduğu için beğeniyor. Beraber yıllarını geçirdiği, bizzat da ders almış (kendi kardeşi de dahil) kişilerden fazla değer veriyor.
Yine talebelerini ve onlara verdiği kıymeti inceleseniz; Bediüzzaman, dizinin dibinde, sohbetinde, insibağ ve inikasa daha yakın olanları değil; uzakta ama ihlası ve idraki daha ziyade olanları tercih ediyor muhabbette. Zaten bence Bediüzzaman'ın bir devrimidir ki, alışılagelen şeyh-mürid tarzı irşadı aşmış; metinler üzerinden, irşad olunanın doğrudan Kur'an'la muhatap olduğu bir düzeye ulaştırmıştır öğrencilerini. En azından bunu salık vermiştir, öğütlemiştir. Sahadaki sorunlar ise sahadakilerin suçudur. Metinlerin bu noktada öğütleri yeterince sık ve kat'idir.
Sadede gelirsem: Arkadaşlar, kardeşler, abiler; bu 'mutlak vekillik' meselesinde Risale metinlerini ne kadar esnetmeye çalışırsanız çalışın, ne kadar bükerseniz bükün, metinler size yardımcı olmuyor. Zor tevillere girişiyorsunuz, zorlanıyorsunuz. İki dediğinizden birisi diğerini yalanlıyor. İstediğiniz yeri kesin, istediğiniz yeri (üstünü altını görmezden gelip) alıntılayın, Bediüzzaman'ın hayatının bütününe baktığımızda, parçalarda boğulmadığınızda, hepsi boşa çıkacaktır. Bediüzzaman, kendisini bizzat görenlerin, daha sonra geleceklere nazaran daha üst bir konumda olduğunu; onların yaptıklarının veya yapacaklarının daha doğru olduğunu; bu noktada da durumlarının sahabeye benzediğini, sorgulanamayacaklarını falan hiçbir zaman söylememiştir. Bir adım ötesinde, hiçbir müceddid böyle birşey söylememiştir. Müceddidî mirasta böyle birşey yoktur. Mutlak vekillik meselesi de sizin anladığınız gibi değil, o şartlarda hizmetin akamete uğramaması için işlerin/sorumlulukların devridir. Bir makam veya konum devri değildir. Yeter artık şu abileri şeyh gibi kafamızın üstüne kaldırıp bizi korkuttuğunuz. Kendilerini seviyoruz, değerlerini takdir ediyoruz, evyallah; ama Allah aşkına, artık ağaların cebine koyacak aklımız yok bizim. Nurculara da bunu salık vermeyin. Gülencileri bu hale getiren de aynı 'sorgulayamaz' damar değil miydi?
vekalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
vekalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Kasım 2014 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...