Geçtiğimiz salı Nur Vakfı’nın Yenibosna’daki binasında farklı bir seminer vardı. Doç. Dr. Ensar Nişancı, o akşam, Hutbe-i Şamiye ekseninde Arap Baharı’nı yorumladı. Seminerde konuşulanların tamamını bir yazıya sığdırmam elbette mümkün değil. O yüzden buna hiç girişmeyeceğim. Fakat bu yazıda, o seminerde bir sual olarak Ensar Nişancı Hoca’ya yönelttiğim, aslında Arap Baharı’nın başından beri zihnimi kurcalayan bir meseleyi sizinle müzakere edeceğim: Arap Baharı ve Nur talebelerinin ona bakışı meselesini...
Biliyorum, yazının daha başlarında olmama rağmen yine garip garip şeyler söylemeye başladım. Belki bir çoğunuz, daha bu noktada bana; “Nur talebelerinin Arap Baharı’na bakışı nasıl olabilir ki? Elbette destekliyoruz” diyeceksiniz. Haklısınız, hepimiz Arap Baharı’nı ve yaşananları destekliyoruz. Coğrafyamızın özgürleşmesini istiyoruz. Lakin acaba bu noktada, bu desteği verirken ne kadar çizgimizden ödün veriyor, ne kadar olayların heyecanına kapılıyoruz? Ben asıl bu noktayı, Nur talebeleri mabeyninde istişare etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bediüzzaman’ın, Arap coğrafyasında hakim olan istibdatlardan daha beter bir istibdatın Türkiye’de kol gezdiği zamanlarda iki duruşunu hiç bozmadığını görüyoruz: Birincisi 16. Lem’a’daki 3. Meraklı Sual’e verdiği cevapta olduğu gibi Türkiye kemalini ararken dışarıdan bir müdahaleyi kesinlikle kabul etmiyor. Tıpkı Irak’ta, Amerikan müdahalesine karşı çıktığımız gibi...
En azından biz şimdiye kadar o kısımları yorumlarken hep böyle yorumladık. Bu işin dışarıdan dış güçlerin müdahalesiyle değil, içeriden kendi dinamiklerimizle olabileceğini söyledik. İkincisi; Bediüzzaman en sıkıntılı zamanlarında bile asayişi bozabilecek girişimlere asla müsaade etmiyor. Mesela Nur talebeleri Bediüzzaman’ın sağlığında da, vefatından sonra da hiçbir gösteri, eylem, direniş hareketine karışmıyorlar. Ki buna da Nur terminolojisinde “müsbet hareket” deniyor.
Bu iki kırmızı çizgiyi aklınızda tutun ve şimdi Arap Baharı’na tekrar bakın. Biz Nur talebeleri, Arap Baharı yaşanırken her iki çizgide de yerimizden birazcık oynamadık mı? Birincisi; Suriye ve Libya gibi iktidarın silahlı direnişçilere silahla karşılık verdiği yerlerde dış güçlerin müdahale etmesini arzulamadık mı?
İkincisi; müsbet hareket meselesi... Kendi ülkemizde bu istibdatın belki daha beteri yaşanırken, darbeler olurken, insanlar tutuklanırken sokaklara asla çıkmayan ve belki bu yüzden herkes tarafından pasiflikle suçlanan bizler; Arap Baharı boyunca halkların bu eylemlere girişmesini saygıyla ve tebrikle karşılamadık mı? Yani menfî hareketi öğütleme noktasında da bizde bir kayma olmadı mı?
Şimdi ben bu iki meseleyi çok düşünüyorum. Kendi kendime de çok soruyorum: “Müsbet hareket mi eskidi, yoksa zamanın değişmesiyle şartlar da mı değişti? Neden kendi ülkemizde taraftar olmadığımız şeylere Arap coğrafyasında razı olduk?”
Ya da...
Ya da acaba müsbet hareketi şimdiye kadar biz mi yanlış anladık? Bediüzzaman’ın gayrın müdahalesine karşı oluşunu, bu müdahalenin şartlarıyla birlikte ele almayarak şimdiye kadar biz mi yanlış yorumladık? Ben şimdi hakikaten ikisini de ciddi ciddi kendi dünyamda muhasebe etmekteyim. Ki bu yüzden size bahsetmekteyim.
Öyle ya, Risale-i Nur eğer bütün dünyaya saadeti getirecek bir sistemi içinde barındırıyorsa, bu sistem, neden daha ilk bahar tecrübesinde en sağlam prensiplerinden böylesine kolay vazgeçti? Türkiye için şart koştuğu müsbet hareketi, sokaklardaki eylemsizliği Arap Baharı için neden terk etti? O insanlar sokaklara çıkıp eylemler yaptılar, polisle çatıştılar, hatta bazıları hâlâ silahla direniyorlar, çarpışıyorlar. Can alıp canlar kaybediyorlar. Bu noktada Nur talebelerinin duruşu koşulsuz bir destek mi olmalıydı, yoksa hareketin sınırlarını daha iyi tayin etme yönünde mi yorumlar yapmalıydılar?
Bir de en hazini: Acaba bu bahar hamleleri başarısız olsaydı, biz Nur talebeleri bir kenara geçip şöyle demeyecek miydik: “Ah, ah... Bediüzzaman’ın müsbet hareketini anlamadılar. İçlerinde dahili karmaşaya sebebiyet verdiler. Dahilde kılıç çektiler. Ondan başlarına bu belalar geldi.”
Evet, ben inanıyorum ki, biz bunu diyecektik. Onların başarısızlığını kendi ekolümüz açısından izah edecektik. Ama şimdi bu direniş başarılı oldu. Üstelik bizim tarz-ı cihadımız gibi olmadan oldu. Yahut da olmadı, ama biz yine de onları başarılı bulup desteğimizi verdik. Arap Baharı’nı destekledik. Şimdi sormak gerekiyor o zaman kendimize: “Bizim müsbet hareketimize o topraklarda ne oldu?” Yanlış anlamayın, bu yazıda cevaplar yok. Bu yazı, sadece sorularımın yazısıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder