6 Şubat 2013 Çarşamba

Tevafuklar neden bu kadar önemli?

Nur talebelerinin dilinde bir şeker var. Çok seviyorum ben onu. Ne zaman nazarlarına hoş gelen, arkasında hikmet olduğunu düşündükleri birşeyi yaşasalar ‘tevafuk’ diyorlar. Bazılarının dilinde o kadar yerleşmiş ki, sohbetlerinden tanıyorsunuz hemen. Hiç tesadüf dememelerinden, hep tevafuk demelerinden anlıyorsunuz. “Kesin bu da bir nur talebesidir!” diyorsunuz. Öyle hoş bir karakter olmuş ‘tevafuk’ onlarda. Dünyaya bakışlarının penceresi olmuş. Zaten sadeleştirme meselesine birazcık kızıyorsam bundan kızıyorum. Bu ortak dili elimizden alacak diye korkuyorum.

Soru işaretlerimden birisidir: Bediüzzaman tevafuku neden bu kadar çok önemser? Külliyatın detaylarına indiğinizde, Bediüzzaman’ın—zatı hakkında—keramet nevinden şeylerin zikrinden alabildiğine çekindiğini görürsünüz. Hatta kendisinden bu yönüyle bahsedilmesinden de rahatsızlık duyar. Ama mesele tevafuğa geldiğinde tavrı aksine döner. Metinlerdeki, olaylardaki, hatta kişi isimlerindeki tevafukları bile çok önemser.

Bütün bunları karşınıza koyduğunuz zaman benimle aynı soruyu sormaktan kendinizi alamazsınız: Kerametlerinin zikrine bu denli soğuk bakan bu âlim, neden böyle ufak tefek(!) rastgelişleri ehemmiyetle metinlerine alır? Neden onlara özel bölümler açar? Neden tekrar be tekrar onlardan bahseder? Kerameti bu denli görmezden gelen göz, iş tevafuğa geldiğinde, neden onu sitayişle herkese duyurmaya çalışır?

Yedinci Risale olan Yedinci Mesele’nin işaretler kısmını okurken bu sırrı birazcık anlamaya başladım sanki: Bu tevafukla ilgili bahislerde Bediüzzaman aslında bize bir bakış açısı eğitimi vermeye çalışıyor. Kelimelerdeki sırlı denk gelişlerden başlayarak yola çıktığı tedriste, varlığın içindeki ahengi yakalamaya konsantre olmamızı öğretiyor. Yedi işareti öyle bir sıralanışı var ki, tevafuk eğitimin bütün aşamalarını net bir şekilde okuyabiliyorsunuz.

Birinci işarette, eserleri içinde tevafuk eden kelimelere dikkat etmemizi isterken; ikinci işarette, hizmetteki insanların tevafuk ediş şekillerine konsantre olmamızı istiyor. Yani önce kendi metinlerinde kolay bir yolla farkedebileceğimiz birşeyi daha sonra hayatımıza da uygulamamızı, hayatımızda da benzeri denk gelişlerin mevcut olduğunu görmemizi öğütlüyor. Hatta ilerleyen işaretler boyunca hep buna benzer öğütler, perspektif eğitimleri var. Özellikle altıncı işarette Bediüzzaman’ın kendi hayatını da bu denk geliş/tevafuk sırrıyla okuduğunu görüyorsunuz. Metnin finalinde de tevafukların bunlardan ibaret olmadığını söyleyerek bitiriyor zaten yedinci işareti. Belki bir sarayın yalnızca kapısını açıyor. Gerisini fikrimize bırakıyor.

Hepsini tek tek anlatamayacağım. (Yazının hacmi alıp yürüyor sonra...) Fakat ne kadar isterim bu gözle o bahsi tekrar okumanızı. Hayatın, tarihin, İslam tarihinin, İslam tefekkür tarihinin, Risale-i Nur tarihinin ve en önemlisi kendi hayatımızın içindeki tevafuk izlerini okumak, eser-i inayetleri görmek açısından bu çok önemli. O tevafuk kelimesi var ya. Biz onu hiç boş yere kullanmıyoruz. Onunla eğitildik çünkü. O bizim kainata bakış açımız, yaşam tarzımız. Bizim varlık hikmetimizi en güzel o anlatıyor. Yedinci Risale olan Yedinci Mesele’nin başındaki ayetle (Yunus sûresi, 58) bağlarsak; ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle sevinme’ ancak varlığın içindeki tevafukları farketmekle mümkün oluyor. Amenna!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...