1 Mayıs 2014 Perşembe

O sizin korkaklığınız

"Tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle, teennî ile hareket edilmediği için, o tertipli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar, düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıkamaz." 22. Mektup'tan...

Besim Tibuk, Cem Küçük'le söyleşilerinden oluşan "Finans Krizi mi, Mali Kriz mi?" isimli eserinde, 1929 buhranını değerlendirirken, kanaatimce bütün krizler için not alınması gereken şöyle bir tesbitte bulunuyor: "Finans piyasalarında bu tip olaylarda önemli olan 'finansman paniğini' önlemektir. Çünkü finans bir yerde, beyinde güvenle oluşuyor..." Devamında ise şöyle bir örnekleme de bulunuyor: "Alan Greenspan 1987'de ABD Merkez Bankası Başkanı oldu. Başkanı olur olmaz borsada büyük bir çöküş başladı. Ne yaptı Greenspan? Bütün bankalara 'Sizi istediğiniz kadar fonlayabilirim' diye faks çekti. O faksı geçince, bankalar ertesi gün hisse senetlerini çökmekten kurtardı. Çökme durdu. Yavaş yavaş piyasa kendini toparlardı. Aklıselim hakim oldu."

Kriz anları, yani bir yönüyle fitne zamanları. Fitne kelimesi köken olarak; madencilerin, doğada başka madenlerle karışık bir şekilde bulunan altını, ateş yoluyla ayırması işlemini karşılıyor. Fitnelemek buna deniliyor. Fakat bizde daha çok 'kargaşa' kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyor. Neyin, ne olduğunun anlaşılmadığı; kimin haklı, kimin haksız olduğunun karıştırıldığı zamanlar. Hatta Allah Resulü aleyhissalatu vesselam buyuruyor: "Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse; yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."[1] Bediüzzaman, 11. Lem'a'da bu hadisi, sünnet-i seniyyenin pusula fonksiyonunu vurgulayarak yorumluyor. Karmaşa zamanlarında doğru yolu sünnetin gösterdiğini belirtiyor. Hatta bunu İmam-ı Rabbani'den yaptığı alıntılarla da destekliyor eserinde.

Benim oradaki izahlara ilave olarak hadisten anladığım şey: Fitne zamanı, insanların inandıkları hakikat uğruna ölmeyi de gözlerine daha kestirdikleri, bir nevi şehadet aradıkları bir dönem. Sanki hadis burada faziletin yanında şuna da vurgu yapıyor: "Böylesi karmaşa zamanlarında sonucu ölüm/şehitlik arayışı olan fiillere karışmaktansa, sünnetin çizgisini yaşayarak muhafaza etmek ve etraftakilere de yön gösterici olmak daha kıymetlidir." Tabii bu benim yorumum. Fakat şehitlik kıyaslamasını 'hikmetsiz' yapmadığını düşünmek de Efendimden aldığım hikmet derslerine uygun gibi geliyor.

Ancak nedendir bilinmez, fitne üzerine meşhur diğer bir hadisi de insanlar hep 'eylemsizlik' ekseninde yorumluyorlar. Tahmin ettiniz belki, ama yine de alıntılayayım: “Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.”[2]

İşte bu hadisi, birkaç istisna dışında tanıdığım bütün dindar insanlar, 'hiçbir şey yapmadan, saf tutmadan sonuçları beklemek' şeklinde algılıyorlar. Bu noktada takılıyorum. Çünkü gerek zikrettiğim sünnete ittiba ile ilgili hadisin, gerekse 'hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışındakilerin hüsrana uğrayacağını' bildiren Asr sûresinin kastettiğinin 'eylemsizlik' olmadığını düşünüyorum. Hatta Hz. Osman'ın (r.a.) evinin sarıldığı, güzel başının kana bulandığı fitne hengamında Hz. Ali'nin (r.a.) ve diğer sahabilerin eylemsiz oturmadıklarını, bilakis kendi çocuklarını muhafız dikip can güvenliğini bizzat korumaya çalışacak kadar işin içinde ve eylemde olduğunu biliyorum.

Bir noktaya da dikkatinizi çekerim bu arada: Fitneciler içinde de sahabilerden insanlar vardı. (Mesela Hz. Ebubekir'in oğullarından birisi de suikast niyetiyle eve girenlerdendi.) Ama Hz. Ali, onların varlığını "Yahu iki tarafta da dostlarım var, ben karışmayayım!" şeklinde yorumlamadı. Bilakis safını, Hz. Osman'ın yanını seçti ve onu müdafaa etti. Ravzatü'l-Ahbab'da anlatıldığına göre Hz. Osman'ın şehadetini duyduğunda, kapıda nöbette olan oğlu Hüseyin'in yanına öfke ve acıyla gitmiş; "Neden koruyamadınız?" diye karnına yumruk atmıştır.[3]

Buna ilaveten Metin Karabaşoğlu abinin üzerinde çok durduğu ve hatta bir Karakalem seminerinin teması yaptığı Hucurat sûresinin 9. ayeti de bize müminler arasındaki gerilimleri 'eylemsizlikle' geçiştirmeyi öğütlemez. Der ki: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever."

Hal böyle olunca, ben, yukarıdaki fitne zamanı hadisini de, başta Besim Tibuk'tan yaptığım alıntıda olduğu şekilde "Panik yapmayın!" tavsiyesi gibi anlıyorum. Hadisin her bir parçası, yürüyenin oturması, oturanın uzanması vs..., 'eylemsizliği' değil; paniksiz bir eylemliliğe karşılık geliyor bence. Nihayetinde hadis "Herkes yaptığı işi bıraksın, dursun!" demiyor. Sanki "Yavaşlayın!" diyor bir tatlı teşbih ile. Üstelik sünnete ittibaı tavsiye eden hadisle beraber düşünürsek, pozitif eylemlerin sürmesini tavsiye ediyor. Ki böyle olmasa, Hz. Ali gibi, ehl-i beytten olmakla sünnetin en büyük şahidi bir sahabinin, fitne dönemlerinden hiçbirisini eylemsizlikle geçirmemesini açıklayamazdık.

Ezberlerimizi sorgulamamız lazım. "Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır!"[4] ahlakında bir cesur Nebi'nin 'haksızlığın büyümüş boyutlarda yaşandığı' fitne zamanlardaki tavsiyesi "Susun, oturun!" olamaz.

Hatta kişisel bir tesbitimi söyleyeyim: Ben, böylesi zamanlarda paniği öğütleyen ve karmaşa dalgası oluşturmaya çalışandan anlarım haksızın kim olduğunu. Ortalığı sakinleştirmeye çalışan, hakkı ve sabrı tavsiye eden, itidal isteyenler ise genelde haklı olanlardır. Eylemin üslûbu ve sonucu, aynıyla fitnecinin tabiatından haber verir. Ve verdi. Ülkeyi beş ay içinde birbirine katıp, başaramayınca da hiçbir şey yapmamış gibi masum ayaklarına yatanlar, hepimiz tanıyoruz onları. Allah da biliyor. Evi kuşatanları da biliyor, evi savunanları da biliyor. Hiçbir şey yapmayıp oturanları da...


[1] İbni Adiy, el-Kâmil fi'd-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu'l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi'l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 7:282.
[2] Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.
[3] Ben bunu, Ramazan Balcı'nın Nesil Yayınları için yaptığı çalışmada okumuştum. Ramazan Balcı, eseri iki bölüme ayırmış ve her bölümü farklı isimle yayınlatmıştır. Eserin o baskıdaki ismi: En Sevgili'nin Dostları'dır.
[4] Bu söz hadis diye genelde anlatılıyorsa da kelam-ı kibar diyenler de var. Buraya okurumun da kesinlik belirterek bakmamasını istirham ederim. Kaynak bulamadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...