"Her insan, bir âlem diye bilip, insanları 'saymamayı' öğrendiğimiz gün insana 'saygı duymayı' öğreneceğiz belki..." Metin Karabaşoğlu
Soma ciğerimizi yaktı. Acıları anlatmak çoğu zaman tasannu gibi gelir bana, ama bir yere koyamıyorum elimi, yazmalıyım: Bugün hayatımda yokmuş gibi. Sabahtan beri bir boşlukta asılıyım. Olayı duyduğum andan itibaren inanmamaya çalıştım sonuçların bu denli kötü olacağına. İnsan, tutacak yeri kalmayınca hayallerine sığınıyor. En inanılmaz olanlarına bile sığınıyor. Fakat bugün, inkâr edilmez bir şekilde Soma bir felaket, bir yürek sancısı, bir sarsıntı. Unutmak istediğimiz bir kabusun ansızın bir gece yeniden görülmesi gibi. Çocukluğumdan hatırlıyorum, ne çok yaşadık biz bu felaketi. Hep görürdük televizyonda, insanlar bekliyor. Diri diri gömülmüş yakınlarının çıkarılmasını bekliyor anneler, çocuklar, babalar, kardeşler. Birden, bu kadar çok ve bir de bu kadar kolay olunca ölüm de inanılası gelmiyor insana. Uludere'de de böyle hissetmiştim: "Nasıl olur öyle kolay?" diyorsunuz. "Nasıl bu kadar kolay?"
Herşey Allah'tan elbette. İmanım tam. Herşey Allah'tan ve Ondan gelen herşeye evyallah. Ama sebeplerin de bir inandırıcılığı olmalı, öyle değil mi? Çünkü gaflet, ancak onların altına sığınınca oluyor. Gaflet bazen rahatlatıcıdır. Hikmetsiz de değildir büsbütün. Hastalık, Hz. Azrail'e küsmenizi engeller. Hz. Azrail ise Allah'a küsmenizi. "Evet, izzet ve azamet isterler ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden." Sebepler zayıfladıkça kaldırmak da güçleşiyor bu yükü. Kadere itiraz mı? Asla! Fakat insanlara itiraz, ihmallere itiraz, perdelere itiraz, ölümü çirkin gösteren onlardaki kusurlara itiraz. Bizdeki eksiklere itiraz. Eğer bir sabotajsa, bu sabotajı yapanın kalbindeki kire itiraz!
Asr-ı Saadet tablosu hatırlıyorum bir tane: Allah Resulü'nün çocuğunu kaybetmiş bir anneyi teselli etmeye çabalaması, onun kendisini tanımayarak öfkeyle başından kovması, fakat sonra farkına varınca yanına varması, özür dilemesi. Karşısındaki Allah Resulü de olsa, insan böyledir biraz. Acı, ilk geldiği zamanlar ağırdır. Her adamın harcı değildir. Mantıksızdır o ilk zamanları. O yüzden Somalılar, hassaten ocağına ateş düşenler, ne deseler alınmamak lazım şimdi. Fakat ne tuhaf: En ferasetli de yine onlar galiba. Allah her musibeti sabrıyla beraber veriyor, insan böyle olayları gördükçe daha fazla inanıyor. Twitter'da dışkapının mandallarının, acı kelimesinin manasını bile bilmeyen slogan canavarlarının kopardığı fırtınanın yüzde biri yok Soma'da. Kim kahraman şimdi? Klavyesinin başında hükümet yıkıp kuranlar mı? Madenin başında dua okuyanlar mı? Kim?
Devletin baba değil, ana olması gereken zamanlar bu zamanlar. Baba gibi racon öğretmemeli, ana gibi acıları paylaşmalı. Bir acı nasıl paylaşılır? En çok ağlayarak. İddia ediyorum: Bir tane bakan, hiç konuşmasa, oturup ağlasa veyahut en azından gözleri dolu dolu baksa; yüz cümleden daha fazla teselli eder. İnsanlar böylesi zamanlarda elinizden birşey gelmediğini, geleni de yaptığınızı biliyorlar zaten. Görüyorlar. Merak ettikleri bu değil. Merak ettikleri: "Bizim ciğerimiz yanıyor. Sen bizim başımızsın. Senin de canın yanıyor mu? Göster bize!" En çok bunu istiyorlar. Uludere'de de bunun açlığını çektik çok. Burada da hissediyoruz. Bize baba lazım değil böylesi zamanlarda. Canının yandığını hissettiğimiz ana lazım.
Ben bir Erdoğancıyım. Evet, onu seviyor ve destekliyorum. Zor zamanlarda büyük şeyler başardığını düşünüyorum. Evet, oyumu hep AK Parti'ye verdim. Ama evet, böylesi zamanlarda acısını göstermekte bir miktar sıkıntı çektiğini düşünüyorum. Belki de kasten göstermiyor, bilemem. Vakarlı olmak daha mantıklı görünüyor da olabilir. Fakat ilk konuşmalar, ilk açıklamalar bahane üretmeye yönelik olmamalı. Olayın mantığını izah etmemeli bize. Rakamlar duyulmamalı. Kıyaslamalar yapılmamalı. Matematik formülüne çevirmemeli işi. Acıyı anlatmalı en çok. Empati yapmaya çalışmalı. Empatiyi hissettirmeli. "Ben de sizdenim" demeli. "Sizin yaşadıklarınız aslında şöyle şöyle birşey..." dememeli. Bu öyle geridönüşsüz bir kayıp ki, sağlaması yok. Matematik, sağlaması olmayan yerlerde bir işe yaramıyor. Tahtayı silemiyoruz çünkü. Yeniden başa dönemiyoruz. Matematik, acının ilk sancısı geçtikten sonra konuşulacak birşey.
İnşaallah, bu maden faciası, bu acı kayıp Uludere gibi olmaz. Suçlusu kim, ihmal kimden, eksik neden, sabotajsa eğer (ki bu ihtimali de uzakta tutmuyorum) bu sabotaj kimden, meçhulde kalmaz. Hakedenler, kimse haksızlığa uğratılmadan, cezasını bulur. "Hiçbir eksik yoktu, kader!" demeyin bize; bu bir işe yaramıyor, eksik bırakmasaydınız sebeplerde, Allah bu şerre uğratmazdı bizi. İnsanın ihmalidir ki, kesb-i şer olur. "Kader Risalesi’nde izah edildiği gibi; halk-ı şer, şer değildir; belki kesb-i şer, şerdir. Çünki halk ve icad, umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu, çok hayırlı şeylere mukaddime olduğu için, o şerrin icadı, netice itibariyle hayır olur, hayır hükmüne geçer. Mesela, ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat insanlar ateşi kendilerine şer yapmakla 'Ateşin icadı şerdir' diyemezler."
Elbette bu meselede teenni gerek. Öfkeyle hareket eden adalet edeyim derken katmerli zulümler eder. Takip edici olmalı, ama heyecanlı olmamalıyız. Fakat Soma faciasından daha çok can yakan diğer bir facia: Gezi taifesinin bu acı üzerinden yeni bir isyan rüzgârı yaratmaya çalışması. Sanki bugüne kadar madencilerin derdi çok umurlarındaymış gibi ülkede fırtına koparmaları. Bir de bu sıralar onların çanak yalayıcıları Gülenciler var. Erdoğan'ı yıpratmak için ellerine bir malzeme geçti ya, ellerini ovuştura ovuştura, ağızlarından sular aka aka sosyalmedya'da kıyamet koparıyorlar. Yok bilmem, "Hocayı üzmüşler de böyle olmuş." Yok bilmem, "Bu iktidarın yaptıklarından dolayı ülkede daha kötü şeyler de olabilirmiş." Yok bilmem, "Deprem bile bekliyorlarmış." Her kan damlasında vampire dönüşen Gezici taifesi bir yanda, bir de bu yeni anarşistlerle uğraşıyoruz şimdi. İki sınıf meczubun elinden de artık illallah dedik. Böylesi bir acıyı siyasetlerine âlet etmekten bile çekinmiyorlar.
Buna karşı da direnmemiz lazım. Bir ülkenin başına çok şey gelebilir. Bunlar ihmalden de olabilir, doğal felaketler de sayılabilir. Fakat bunlar içinde en kötüsü: anarşidir. Yani karmaşadır, sistemsizliktir. Kimin, neyi, niye yaptığını bilemeyecek bir hale gelmektir. Bunlar, yani bu iki taife, ülkede bu sıralar bunu oluşturmaya çalışıyorlar. Öyle bir kargaşanın peşindeler ki; ülkede taş taş üstünde, hükümet baş üstünde kalmasın. Bu kargaşa içinde de her ne olursa olsun, Erdoğan defolsun. Kafa da bu, kalp de. Halbuki biz şimdiye kadar en büyük eziyetleri bu istikrarsızlık, karmaşa ve kargaşa yüzünden çektik. 90 yıllık tarihimizde bir arpa boyu yol gittiysek, istikrar sayesinde oldu. Karmaşa hiçbir zaman katkı yapmadı. Aksine, en hesap sorulmaz devirlerdi onlar. Hep çelmeledi bizi. Bu yüzden, elinizi vicdanınıza koymanızı ve böylesi acılardan kaos umanların yüzüne tükürmenizi istiyorum. İktidarın da suçu veya ihmali varsa, elbette bunu üstlenmeli cesurca. Hesabı kesileceğin hesabını kesmeli. Onlar da dokunulmaz değil. Soma'nın hesabını sormalıyız! Ama sağdan, soldan fısıldayan şeytanların oyununa da gelmeden.
15 Mayıs 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder