29 Mayıs 2014 Perşembe

İhlas çoğu zaman 'parçası olmakla' mutlu olmaktır

"Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile Ona yönelterek sadece Allah'a kulluk et. Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah'a mahsustur." Zümer Sûresi: 39:2-3

Girin cümlelerimin koluna istirham ederim. Sizi, 20. Lem'a'nın başındaki 'mühim ve müthiş bir suale' götürmek isterim: "Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?" Bediüzzaman'ın bu suali aktarmasının ardından verdiği ilk tepki, yazdığı ilk cümle ne kadar içten ve ciğeri yanan bir insanın halidir:

"Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz." Ve devamında gelir beyanlar, fakat bir saniye! Bu beyanlarda bir iş var: Bediüzzaman, bu beyanlar boyunca, İslam adına hiçbir kötü seciyeyi kabul etmez veya reform istemez. Aksine; aslın temizliğine ve seciyenin paklığına dikkat çeker. Bütün 'sebep'lerin ilk satırları bir müdafaa gibidir bu yönüyle. Asl'ın savunmasıdır. Peki yanlış/kötü olan nedir? Neden bütün bu ayrılıklar yaşanmıştır? Okudukça farkedersiniz: Yanlış olan; 'iyi' olanın, 'tek olmayı' ve 'bütünü' istemesidir.

Burası beni alıp Ene Risalesi'ne de götürür. Orada Bediüzzaman'ın; "Sonra, nevin enâniyeti de bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enâniyete kuvvet verip, o ene, o enâniyet-i neviyeye istinat ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübâreze eder..." demesi, yani; marifetimiz için, birşeylere sahip olma tevehhümünü sağlayan yetimiz enaniyetimizin, yoldan çıktığında, kendisinin bireysel gücünün yetmediğini düşündüğü yerlerde türü, sınıfı, cemaati veya milleti adına birşeyleri sahiplenmeye başlaması, asabiyete yol açması; sahiplenme ve asabiyet arasındaki doğru orantıyı da görmemizi sağlar.

Bireysel sahiplenmeler 'kibir'i doğururken, toplu (veya topluluk adına) sahiplenmeler de 'asabiyeti' doğurur. Nitekim; kulluğun girişi 'Allah adına' başlamaksa bir işe, ahiri de 'Allah'a hamd ederek' her övgüyü, dolayısıyla sahiplenmeyi, ona bırakmaktır. Yani salih amelin iki ucunu konuşursak: Başı; Onun adına ve adıyla yapıyorum'dur. Sonu; bunu yapmak ancak Onun gücüyle oldu ve bu aslında Onundur'dur.

21. Lem'a'ya gelelim: 20. Lem'a gibi yine bir İhlas Risalesi. 20'de Bediüzzaman, güzel niyetlerle ve seciyelerle de olsa, bütünü istemenin veya bütüne tek başına sahip olmayı arzulamanın zararlarını anlatırken; 21'de artık bizi birşeye ikna etmeye çalışır: "Bütünün sahibi olmaya çalışma, parçası olmakla mutlu ol!" Evet, 21. Lem'a'nın her bir parçası bir 'parçası olmayı öğrenme' dersi verir müminlere. 'İştirak-i emval' ve 'iştirak-i sanat' gibi kavramlarla bizi tanıştırmasından tutun, 'istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin'e kadar her bir parçası bu Risale'nin, mümini, büyük hakikatin yalnız parçası olmakla mutlu olmaya çağırır. Cemaat grupları içre okumalarda olduğu gibi küçüklerin kulağını bükme, tektipleştirme, susturma dersi yoktur bu Risalelerde. Aynı fabrikanın 'aynı çarkı' olunmadığını kabullenmiş, ama aynı fabrikada birbirine yardım eden çarklar olduklarını da unutmamayı hatırlatan özgürleştirici bir yönü vardır İhlas Risalesi'nin.

Bir çuvaldızı, ama kendimize: Bugün Nurcu gruplardan hangisi İhlas Risalesi'ni (Ve de Şefkat Tokatları'nı) küçük kardeşin kulağını bükmeye değil, onun İslam fabrikası içinde farklı bir ses olabileceğini anlamaya yönelik okumaktadır? Bilakis; bizde İhlas Risaleleri insan yontma metinleridir. Fabrika da Nurculardan (hatta Nurcu alt gruplardan) ibarettir. Ve uyumsuzluk göstermek, fabrikadan (burada medrese oluyor) şutlanmaktır. Peki, ya Bediüzzaman'ın kastettiği fabrika sizinkiler kadar küçük değilse? O vakit, buradan Çin'e, Çin'den ta Nijerya'ya ulaşan (hatta aşan) bir çizgide âlem-i İslam fabrikasının bütün çarklarının aynı boyda veya tektip olması mı beklenmelidir? Veya nasıl beklenebilir? Bu fabrikanın bir parçası Nurcularsa, bir parçası Nakşibendiler, bir parçası Kadiriler, bir parçası İhvan-ı Müslimin, bir parçası Sunusîlerdir. (Allah hepsinden razı olsun.) Peki Nurcular neden 'asrın vekilinin fabrikasını' kendi atölyeleri kılığına sokarlar? Neden o atölyelerde 'Abi diyorsa doğrudur'cu kardeşler yontarlar?

Burada bir nefes: Metin Karabaşoğlu abi, Üstadın talebeleri içinde Hafız Ali abiye ayrı bir hayrandır; anlatırken dinlemiş olanlar, ilgili yazılarını okuyanlar bilirler. Bunun en büyük sebebi de Hafız Ali abinin, Hüsrev abinin hat meselesinde kendisini geçmesinden duyduğu mutluluk, bu mutluluk içindeki ihlas ve Bediüzzaman'ın 'kalbine baktım, gösteriş değil' demesidir. Yani bütün kendisinin olmasa da, ortaya çıkan yine de bir bütün olduğu için, onun parçası olmakla mutlu oluşudur:

"Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum: O zat yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. 'O daha çok hizmet eder' dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his büyük hizmet görecek..."

Müminler, hadiste bahsedildiği gibi, nasıl bir binanın taşları olur? Birbirlerini geçmeye çalışarak mı? Hayır, değil. Tektipleşerek mi? Hayır, değil. Birbirlerini başarılarıyla ezikleyerek, 'gıpta damarını tahrik ederek' mi? Hayır, hiç değil. Bunların üçü de hayır değil. Peki, ne öyleyse? Müminler, birbirleriyle yarışmadıklarında, dolayısıyla geçildiklerine üzülmediklerinde, hakikaten kardeş olurlar. Hayırda yarışmak, hayrın vücudî ve küllî yanları esas alınırsa; yani varlıksal ve bütünsel yanları; o bütünün kuvvet bulduğu herşeye sevinmektir. Yalnız kendi grubunun maharetinden mutlu olup, ötekinin başarısını duyduğunda "Eh, işte..." ile küçümsemeye çalışmak değil.

Ben Nurculukta sonlarda gelirim. Ama benden öndekileri/faziletlileri görmekle mutluyum. Bunu aştım: Mısır'da İhvan'ın şanlı direnişiyle iftihar ediyorum. Bunu aştım: Türkiye'de İslamcılık geleneğinin başarısıyla da iftihar ediyorum. Bunu aştım: Ülkemdeki tarikatlerin insanlar için yaptıkları hizmetlerle, çokluklarıyla iftihar ediyorum. Bunu aştım: Dünyanın her neresinde İslam hizmetinde başarılı olan bir kardeşim varsa, onunla da iftihar ediyorum. Hepsini aştım: Çünkü onlarla yarışmıyorum. Biz aynı fabrikanın çarklarıyız. Çarkların boyu farklı olabilir. Yolu farklı olabilir. Ama fabrikanın amacı birdir. İttihad-ı İslam ancak böyle olur.

Her çark, bir diğerine burun kıvıracaksa, abilik veya seçilmişlik taslayacaksa, İhlas Risalesi'ni onbeş günde bir değil, onbeş dakikada bir kere okusanız, yine nafile! Çünkü çarkları zımparalıyorsunuz onla, özgürleştirmiyorsunuz. Bütünü istiyorsunuz onla, parçası olmakla mutluluk öğretmiyorsunuz.

Bunun en büyük dersini; büyüdüğü dönem boyunca, hep birşeylerin tek sahibi olmaya çalışan bir grupla almış olmalıyız. Bunlar öyle bir hale gelmişlerdi ki; değil dindar herhangi bir grup, başka bir Nurcu grup kendi öğrencileriyle irtibat kurar korkusuyla cuma namazlarının çıkışında öğrencilerini bekliyorlardı. Hatta hiç unutmam; bir başka Nurcu gruptan olduğu için aynı lisede öğrenci olduğumuz Erzurumlu bir arkadaşla konuşmamızı dahi yasaklamışlardı. Böyle saçma bir sahiplenme ile herşey tek bizim olsun istiyorlardı. Bakın sonları ne oldu? En son devleti de istediler, şimdi ellerindekini kurtarmaya çalışıyorlar. Halbuki biz sahiplenmedikçe artarız. Biz demedikçe 'biz' oluruz. Yolumuz varlıktan değil, fenadan geçer. Fenafilihvan, varlığımızdır bizim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...