4 Kasım 2014 Salı

Her insan kalbinde bir karadelikle yaratılmıştır

"Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin olur." Ra'd sûresi, 28. ayetten.

Yürürken düşünmek tuhaf birşey. Herkeste böyle mi oluyor bilmiyorum elbette, ama bende şöyle bir durum var: Yürürken sağı solu izlemektense beynimin içini izlemek daha cazip geliyor. Yol boyunca gördüklerimin (buna 'gördüklerim' de denmemeli, daha çok nazarıma çarpanlar diyelim) yol bittiğinde aklımda olmuyor. Komik. Gözlerim boşta çalışmış gibi. Beni tanıyanlar bilirler, öylesine gittiğim yerleri tarif etmekte zorlanırım. Güzergâhını bile anlatamam çoğu zaman. Nereden gidilir? Nereden dönülür? Nasıl çıkılır? Anımsamam. Tıpkı metinlerimde manzaraları, mekanları, eşyaları, kişileri (kabuğuyla kişileri, yoksa özlerini bilirim) tarif etmekte zorlandığım gibi.

Maddi olan her zaman akılda tutulmaya değmez gelmiştir bana. Beynimde kalabalık eder gibi gelir. Onda bir mana yakalarsam, mesela hayatıma ve hayatlara ışık tutacak bir cümlecik, bak işte onu avlarım. Unutmam. Avlar ve saklarım bir beyaz sayfanın içinde. Sonra kalbime sararım çokça. Çünkü benim yaralarım var. Allah, karşıma çıkardığı her nesneyi bana öğretmen kılıyor. Elim kalbimin üzerinde, dolmayacak bir boşluğun açlığıyla bakındığımdan, gördüklerimin/duyduklarımın çoğu bana tesir eder. Ama cismiyle değil, manasıyla. Çünkü yaralarım manevi. Manen hastayım. Dolmayan bir boşlukla yaratılmışım.

"Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: 'Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibkâ etmek çaresi yok mu?'"

Yaratılmak bizzat bu boşluğun kendisidir. Her insan kalbinde bir karadelikle yaratılmıştır. Arızî; yani bir başkasının asıl olduğunu, ondaki vücudun zatî olduğunu; seninse onun gölgesinin gölgesi tarzında bir varoluşa, bir aynalığa sahip olduğunu bilmek; bunu aklen bilmesen de (gafillerden olduğunu varsayalım) derinlerde bir şuur olarak hissetmek, sancısını çekmek, ayaklarını yere basmaz kılıyor. Allah seni varetmediği an yoksun. Askıda hayatlar... Varlığının sana bağlı olmayışıdır seni kararsız kılan. Senden başka binlerce, onbinlerce nedene ihtiyacın var ve en çok da Allah'ın dilemesine. Boşluk, tutanın değil tutulanın sen olduğunu farketmenle ortaya çıkar. Havaya atılan bebeğin korkusu gibi birşey. "Ya babam beni düşürürse?"

"İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekadan gelen ağlamaların tercümanlarıdır."

Kayyum isminin penceresinden bakarsan o kadar görmezden gelinesi birşeysin ki. Var mısın? Bunu yazabildiğine göre birşeyler var. Ama varlığın o kadar narin ki. Bu narinlik korkutuyor işte seni bazen. Düşmanın nihayetsiz geliyor. Yalnız uykularda (ve sarhoşluklarda) huzur var sana. Çünkü uykuların da senin yansımalarındır. Gölgelerinin gölgeleri. Asıl gölge, kendisi de gölge; daha derin bir gölgeler âleminde geçici bir huzur yakalıyor. Mış gibi. Var'mış gibi. "Bak, burada uçabilirim! Sonsuzca yaşayabilirim. Burada bana hastalık yok!" Ne mutlu sana! Evet, ama uyanacaksın. O zaman gölgenin gölgesi olduğunu hatırlayacaksın. Yine o boşluk dolacak içine.

Fısıltı değil, gökgürültüsü (ra'd), o boşluk dolarken çıkan ses. Bir depresyon! Depresyon kimisinde 'uykuya düşkünlük' olarak görünür, kimisinde uykusuzluk, kimisinde iştahsızlık, kimisinde aşırı yeme. Biri boşluğu unutmaya çalışıyor, diğeri boşluktan kurtulamıyor ki uyusun. Öteki yemekle/tüketmekle varlığı artar sanıyor, diğeri boşluktan kaçamıyor ki yesin. Keşke sana ayrılan süreyi, seni havaya atıp tutanı tanımaya da sarfetseydin! Tanısan güvenirsin, güvenirsen rahatlarsın çünkü. Boşluğun ilacı başka varlıkları yemek değildir, varedene güvendir. Havaya atılan çocuk 'havayı yemekle' veya 'havada sarhoş olmakla' güçlenmez. Karadelikler ancak sonsuzla dolar.

"Madem insan bekaya âşıktır; elbette bütün kemalatı, lezzetleri, bekaya tâbidir. Ve madem beka Bâkî-i Zülcelâle mahsustur. Ve madem Bâkînin esmâsı bâkiyedir. Ve madem Bâkînin aynaları Bâkînin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife, o Bâkîye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır. Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan herşey bir nevi bekaya mazhar olur."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...