4 Kasım 2014 Salı

Yalan zamana yayılmış bir intihardır

Hepimiz bir parça ebeveynlerimizin gerçekleşmemiş düşleriyiz arkadaşım. Evet. Yaşayamadıkları yıllarıyız. Bu yüzden yapamadıklarını üzerimizden yapmak istiyorlar. Ömrümüzü ömürlerinin uzantısı sayıyorlar. Hem hepsinin de birçok hayali var. Hiçbirisi de elenebilir değil onlara göre. Ama bizim de sonsuzluğu kazanmamız gereken tek hayat var. Ehadiyeti, üzerimizdeki bize özel nakışları, ancak bu hayatla idrak edebileceğiz. Kendine sor bir arkadaşım: Tek kağıtta kaç kompozisyon yazılabilir? Bir tuvale kaç resim sığdırılabilir? Bir ömre kaç kişinin düşü birden sığar? Eğer başkalarının rüyası olursak bizimkilerin tâbirinde ne anlam kalır?

Bense böyle sualler sorduğum yaşları aştım artık. Kandım. Uyandım. Yıprandım. Kıvamlandım. Onlara saygı duyacak kadar duvarlara çarptım. Yıllarımı dört başlıkla ayırıyorum şimdi: Olmaya çalıştığım, olmadığına şaşırdığım, olmamasıyla savaştığım, olmamasıyla barıştığım çağlar. Evet. Doğrudur. Bir zamanlar sevenlerimin hayallerini gerçekleştirmeye mecbur bilirdim kendimi. Algı bozukluğu de istersen. İstersen galat-ı his. Onların hayalleri benim geleceğim gibiydi. Öyle gelirdi. Ben de o aynaların rağbetini kaybetmemeye çalışırdım. ‘İstedikleri’ olur ‘olduğumdan’ uzaklaşırdım. Sonra birgün mürşidimin Sözler’i ayılttı beni:

"Senin bu galat-ı hissin ve mağlâtan şu misale benzer ki: Bir adam, elinde olan aynasını bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa, misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe, o aynada görünür. Ednâ bir hareket ve küçük bir tagayyür aynanın başına gelse, o misalî hane ve şehir ve bahçede hercümerc ve karışıklık düşer. Hariçteki hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda vermez. Çünkü, senin elindeki aynadaki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız aynanın verdiği mikyas ve mizanladır."

Önceleri ümit ümit neşe, sonraları yeis yeis eziyet dolu zamanlardı, inan bana. Çizikleri hâlâ duruyor. Yüzümdekinden fazla kalbimde kırışıklıklar. Saçımdan çok bahtımda ak var. Bugün bile ‘Hayır!’ demekle ilgili sorunlar yaşıyorum. ‘Hayır!’ diyeceğim insanlara cevap vermemeyi, sükûtumla onları uyandırmayı, zamana yaymayı tercih ediyorum. Görmezden gelmek yanıt vermekten kolay geliyor. Biraz incinmelerinden korkuyorum. Daha çok da incinmekten. Ama hepsinin ötesinde itiraf etmeliyim: ‘Hayır!’ demekten korkuyorum. ‘Hayır!’ dersem dünya dönmeyi bırakır gibi geliyor. Halbuki iradenin varlığını isbat edebilmesi için ‘Evet’ler kadar ‘Hayır’lara da ihtiyacı vardır. Cemal dengesini celalle bulur.

‘Evet’ başarılmıyor değil. Yanlış anlama. Ama her gönülsüz ‘Evet’te paralel bir hayat yeşeriyor. Hayat ikileniyor. Çatallanıyor. Çelişkileniyor. Birincisi ‘isteyerek yaptıklarımdan’ ikincisi ‘mecbur kaldıklarımdan’ iki Ahmed oluşuyor. Düşün: Sevmediğin, zayıf bulduğun, asıl senden çaldıklarına kızdığın ve hatta tiksindiğin bir insan daha var içinde. Bir sen daha var senin yanında. Beraber soluk alıp veriyorsun üstelik. Kalbiniz beraber atıyor. Yemeniz-içmeniz ayrı gitmiyor. Bu ikinci Ahmed’in her amelinde bir ölüm kokusu burnu deliyor. Nasıl bir ölüm bu bahsettiğim? Fıtratın ölümü. Aslın ölümü. Belki de Bediüzzaman’ın şurada söylediği: "Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi niyet bir cihetle fıtri ahvalin ölümüdür. Mesela: Tevazua niyet onu ifsad eder. Tekebbüre niyet onu izale eder. Feraha niyet onu uçurur. Gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hakeza kıyas et." Buradan bakınca doğruluğun hayatın hayatı olduğu fikri kuvvet buluyor. Kendine dürüst olamayanın hayatı da bir parça ölüm.

Dışımızdaki dünya bizim içimizde nasıl varolur? Dünyaya tuttuğun aynada/aynanda görüntü nasıl oluşur? Buna dair cevabım duygular üzerine. Ruhun etkilenme biçimi budur bence. Mesela: Dışında duran bir güzelliğin içindeki görüntüsü 'hayranlık'tır. Öyle görür kalbin. Hadi biraz daha ileri gidelim: Muhabbettir. Büsbütün zincirleri çözelim: Aşktır. Yani sen hayatındaki hiçbir nesneyi olduğu gibi görmezsin. Robot değilsin. Hissettiğin şekilde görürsün. Kalbin yüzleri böyle kategorize eder.

Bu yüzden hislerin yanılması, galat-ı his denilen şey, yorumları da etkiliyor. Hissedilen dünya ile gerçek dünya arasındaki mesafeyi akıl algılamalı. Bunu yapması için ona geniş bir açı vermen gerek. Anda takılıp kalmamalı. Diyelim: Birşeyde sarhoş olmaya meylin var, yani onda yitmeye meyillisin, bırak aklın arkasına dolansın. Ölümüne kadar koşsun. Büyük resme varsın. Eğer sana ölümünü gösterebilirse hislerini ikna edebilir. "O, bunu haketmiyor!" diyebilir. Yoksa mahvolduğunun resmidir. Ölüme çarptığında bütün aynalar kırılır. Çünkü onun diğer adı: Ayna-kırandır. Ve kırılacakların arzularına göre bir hayat yaşadığında aslında yaşamamışsın demektir. Aklın varsa kırılmayacak olanın rızasında kemalini ara. Merak ettiysen kim olduğu şu ayette görünüyor: “Şahit olarak Allah yetmez mi?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...