26 Kasım 2015 Perşembe

Yazmak bana uygun tek tedavi şekliydi

"Çalışmama ara verir vermez gitgide daha çok batıyormuşum gibi geliyor." Virginia Woolf'un günlüğünden...

Daha gençken yazmanın bahşetmek gibi birşey olduğunu sanıyordum. Yukarıdan yapılan birşey. Yazanın okuyandan üstün olduğu bir seçilmişlik alanı. Başarısızlığım, elhamdülillah, kibrimi törpüledi. Hayallerim kırılarak adam oldum. Bediüzzaman'ın ifadesiyle 'sevmek beklediği nazarlardan nefret görünce' insan, ister istemez ayılıyor. Zaten ayılmak çoğunlukla 'beklenmeyenle karşılaşmak'tır. Yüzünüze vurduğunuz soğuk su. Umulmaz bir ihanet. Devasız bir hastalık. Hayal kırıklığı... Eşyanın Allah olamayacağını aynelyakîn farkettiğimiz anlar. Dünyanın bize yüz vermediği zamanları sevmeliyiz. Yüz verdiği halde yüzünü ondan çevirebilecek kadar iffetli olanımız pek az çünkü.

O vakitler gücendiğim, fakat şimdi şükrettiğim bu hal nedeniyle bir uyanış yaşadım. Farkettim ki: Kimse beni ve yazdıklarımı sevmese de yazmaktan başka çarem yok. Yazmadığımda bir bataklığın içine çekiliyor gibi oluyorum. Yaşamak için hiçbir neden kalmıyor gibi oluyor. Başka hiçbir fiil beni işe yaradığıma ikna edemiyor. Her işi benden daha iyi yapanlar var. Bir başkasının da kolaylıkla yapabileceği hiçbir şey varlığımın gerekli olduğuna beni kandıramıyor. Vücudumun kimseyle çekişmeyeceğim bir hikmeti olmalı. Kalbimin sahibi, vahyinde 'taşımayacağım yükü yüklemediğini' söylüyor. Yarışmaksa çok yıpratıcı. Koşmak çok zor. Yarışmadığım bir yerde yürümeliyim ömrümü.

Kurtulmak için dışıma doğru sergilediğim her çaba, bir cümle. Kendim olarak varolursam kurtulacağım. Çünkü bir başkası ben olamayacak asla. İnsan kendi olmakta yalnızdır. Bu nedenle de rakipsizdir. Varoluşumun anlamı ancak Ehadiyet'le açıklanabilir. Vahidiyet penceresinde ben de herkes gibiyim. Sesim sesler arasında yitip gidecek diye korkarım. İnsan sadece varolmakla yetinemiyor. Bir de birisi için, genelde Rabbisi için, yarışmadan özel olmak istiyor. Woolf'un 'beğenilmekle' tatmin olamaz hale gelmesinin sebebi de buydu belki. Pazartesi ya da Salı'da "(...) beğenilmek hayal kırıklığını onaramıyordu..." derken kastettiği. İnsan 'beğenmekte' çok nankördür. Onlar için özel olamazsınız. Sürekli tetikte yaşamalısınız. Her yeni şeyde eskiyi satmaya meyyaldirler. Bu endişe hayatı yaşanmaz kılar, eğer ona endeksli yaşamaya çalışırsanız.

Yazdıkça geciktiriyorum boğulmayı. Bir gün daha kazanıyorum. Kurtuluş yok. Kurtuluş ancak bir sonraki yazıya kadar. Ertesi gün yine aynı karanlık sarmaya başlıyor beni. Kafa gözümle görebileceğim kadar yaklaşıyor. Kaçıyorum.

"Ki o, kalemle öğretti. İnsana bilmediğini o öğretti." Böylece Allah içimdeki karanlıkla beni korkutarak yazmayı öğretti. Yazmakla bahşedilenin ben olduğumu anladım. Bir 'euzü' sırrıdır bu. İblis'in hilkatinin hikmetini de anlatır. Yokluğun karanlığından kaçarken Onun sonsuz varlığına sığınmak. Hayatımın tamamı bu benim. Bir gücüm varsa, o gücün kaynağı bu. Yazmaktaki hırsımın izahı bu. Ona dair yazdıkça/oldukça kalmayı başardım. Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'da kullandığı bir cümle var, pek severim: "Okumak bana uygun tek dış etkiydi." Ben de diyorum ki şimdi: Yazmak bana uygun tek tedavi şekliydi. Bu yazımı da mürşidimin ifadeleriyle bitireyim: "Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...