17 Mayıs 2016 Salı

Düşmeler düşmanın değil...

Birşeyin kırılgan olması onun zaafı değildir belki. Başka birşey olmaya temayülüdür. Dönüşme potansiyeliyle yaratılanların aynı zamanda etkiye de açık varolmalarından daha doğal ne olabilir? Ki zaten bu etkilenişler sayesinde dönüşecekler... Eğer bakır, demirden daha esnek ve etkiye açık olmasaydı, demirin kullanılamadığı çoğu yerde kullanılabilir miydi? Zayıflığıydı onu hünerli kılan. Gücüydü aslında güçsüzlüğü. İnsan da biraz böyle. Mürşidimin tabiriyle 'aczi ve fakrı en makbul bir şefaatçi...' Kalbi ve aklı sayesinde daha etkilenir kılınmış. Bu etkilenme potansiyeliyle merak ediyor herşeyi. Bu etkilenmeler sayesinde bilebiliyor pekçok şeyi.

Bilginin bir yanı güç ise diğer yanı zaaftır. Bilgi sayesinde başka şeyleri etkileyebilir olanlar, yine bizzat aynı bilişler yüzünden etkilenmiş de oluyorlar. Dikkat et. Neye sahip oluyorsak ondan etkilenmeyi bedel olarak ödüyoruz. O şey bizim dünyamızda bir 'şey' haline geldiğinde ister istemez bizi de etkilemiş/değiştirmiş oluyor.

Kadın, anneliği bildiğinde, anne kalbinin ilgisini/alınganlığını yüklenmek zorunda. İnsan, âşık olduğunda, yine yüklenmesi gereken bir ilgi ve alınganlık bedeli var. Hayatımızda bizi bambaşka kılmış olan herşeyle bir yanımızla memnun, bir yanımızla küskün bir ilişki kurmamızın sebebi de bu sanırım. Evet, o bize pekçok şey öğretti. Evet, daha önce hissetmediğimiz pekçok şeyi ilk onunla hissettik. Evet, pekçok tohumumuz o rüzgârın kalbimize değmesiyle gövdeden koptu, toprağa saçıldı ve açıldı. O olmasa bu da olmayacaktı. Hepsine evet... Ama evet, aynı zamanda, daha öncesinde sahip olmadığımız yaralara da sahip olduk onlar sayesinde. Lezzetini tattığımız herşeyin zevalinden korktuk.

İnsanın ahsen-i takvimde yaratıldığını bildiren vahyin, bu bilginin hemen ardından, esfel-i safilîn riskini de zikretmesi ne kadar manidar. Demek 'en güzel potansiyelin' bedeli bu. Ne kadar berrak bir ayna isen o kadar şeyi üzerinde yansıtacaksın. Bu yansıtış seni farklı farklı hallere mazhar edecek. Tanışacaksın. Sarsılacaksın. Sarsacaksın. Sınırlının sonsuzun karşısındaki telaşı budur. Aynanın boyu kalbin kadar. Yansıtacaklarının sayısı ise sonsuz. O yüzden sürekli çalışıyor, değişiyor, başkalaşıyorsun. Bir gün öyle, bir gün böyle oluyorsun. Dünya dört mevsim yaşıyor bir yılda. Sen bir günde bin mevsim yaşıyorsun. Ne tastamam mutlu, ne tastamam kederli kalabiliyorsun. Bir ağlıyorsun, bir gülüyorsun.

Çabuk kırılıyorsun. Çünkü yuvasından uçmaya hazır bekleyen tohumların var. O tohumlar, sana benzer, ama senden başka şeyler olacaklar. Cennete kendiliklerinden yeni yeni cennetler katacaklar. Tohumlukta hüner gövdeye sıkıca tutunmak değildir. Sarsılmazlık değildir. Kırılmazlık değildir. Yere düşünce değişmezlik değildir. Başka birşey olmaya yatkın yaratılmanın bedeli nedir? Sık sık cennetlerimizden dünyaya/toprağa düşmek; becerebilirsek, tekrar büyüyüp/yeşerip cennetlerimize çıkabilmektir. O yüzden, düşmelerine darılma arkadaşım. Düşmeler düşmanın değil. Kalkamadığın zamanlarda kendine kız. Esfel-i safilîne indirmek seni orada kalmaya mahkûm etmek için değildi. Yeşerip ahsen-i takvime yükseldiğini görmek içindi. Her ekin sahibi tohumundan bunu ister. Allah da sende bunu murad etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...