Bir dostum geçenlerde güzel birşey söyledi, ben de hak verdim, çünkü ifade edemediğim bir mananın sûrete bürünmesi gibiydi. "Biz" dedi, "FETÖ'cülerin tamamının birer aptal, birer ahmak, birer gerizekalı olduklarının söylenmesine itiraz etmeyiz, hatta şevkle onaylar ve katılırız, fakat herbirinin eşit derecede 'terörist' olarak yaftalanması ağırımıza gidiyor."
Hakikaten biraz böyle. Yaşadığım örnekten konuşayım: Ağabeyimin 15 Temmuz sonrası Kaynak'ın kapatılmasıyla tazminatı verilmeden işten çıkarılmasına üzüldüm mü? Vallahi "Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez!" kaidesiyle çok üzülmedim. Çünkü işin kötü bir yere gittiği belliydi. Nasihat dinlemedi. Ferasetli davranmadı. Eh, o zamandan beri işsiz, evde oturuyor, buna üzüldüm mü? Vallahi, yine yukarıdaki sırr-ı hikmetle, bunun 'âdil kaderin bir tokadı olduğunu' düşünerek canımı çok sıkmadım. Ama şimdi devlet bir gece gelip, derdest edip, ağabeyimi cezaevine koyunca bu bana ağır geldi. Niye ağır geldi? Çünkü "O kadar da değil!" diye düşünüyorum. Bu ses vicdanımdan geliyor.
Bakınız, bunu söylememe bile gerek yok belki, ama ileride gelecek muhtemel itirazları engeller: Ben gizli-saklı bir adam değilim, nicedir yazdığım-çizdiğim ortada. Sosyal medyada, köşe tuttuğum sitelerde, internette, kağıtlarda... Ben, hassaten Fetullah Gülen'i, genelde ise Fetullahçılığı günahım kadar sevmem. Bir 'yoldan çıkmışlık' olarak görürüm.
Dersane krizinden beri sapmalarını/sapıtmalarını ortaya koyan yazılar kaleme alarak bu azgınlığa karşı koymaya çalıştım/çalışıyorum. Fitnenin ilk günlerinden beri, özellikle nur talebelerini etki altına alma çabalarına karşı, Risale-i Nur'a dair muktesabatımla karşı koymaya gayret ediyorum. Şunu da söyleyeyim: Durduğum yer yüzünden isimsiz mesajlarla tehdit de edildim. Bedel de ödedim. 17 Aralık sonrasında işimden oluşum, son katıldığım toplantıya şahit olanlar da bilirler ki, en çok bu karşı duruş sebebiyledir.
Ben bunları kimseye yaranmak için yapmadım. Sonunu da düşünmedim. Doğru olanın bu olduğuna, müslümana bunun yakışacağına ve Risale-i Nur mesleğine uygun olanın da ancak bu olacağına inandığım için yaptım. 15 Temmuz'da "Erdoğan'ı bu itlere yedirdikten sonra biz de ölelim!" diye yazıp, daha Cumhurbaşkanımız çağrı yapmadan önce, arkadaşlarını arayıp 'Sokağa çıkmak lazım' diyen de benim. Elhamdülillah. Buna bugün de, inşaallah, mahşer gününde de hamdederim. Şimdi hayret ediyoruz. Ablamla biz o gece neredeyse Esenyurt'tan Yenibosna'ya kadar yürüdük. Üstümüzden uçaklar geçiyordu. AK Parti ilçe teşkilanının önündeki insanlar "Havalaanını ordu tanklarla ele geçirmiş. Orayı geri alacağız!" diyorlardı. "Lan nasıl alacağız? Cebimizde traş bıçağı bile yok!" demiyorduk. Kimse de demiyordu. Kimsenin aklına korkmak gelmiyordu. O gece öyle mübarek bir geceydi. Bin ay gibi gecelerdendi.
Fakat şimdi korkuyoruz. Neden? Çünkü bilemiyoruz. Hani Kur'an'da Hz. Hızır (a.s.) ile Hz. Musa'nın (a.s.) kıssasında geçer. Hz. Hızır hikmetle der: "İçyüzünü bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin?" Durumumuz tam o. 15 Temmuz'da haklı belliydi, hain belliydi. Ölsen şehit olacağını biliyordun. Şimdi ne olacağını da bilmiyorsun. Alınıp bir hafta tutulan var, bir ay tutulan var, bir yıl tutulan var. Hattında bylock olan adam salınıyor bazen. Bazen olmadığı halde içeride kalıyor. O-bu-şu hakkında "FETÖ'cüdür!" diye fısıldadığı için iyiliğinden başka birşey işitmediğiniz insanların hayatları kayıyor da sonra iş hatayı düzeltmeye gelince "Hele sen bekle!" deniliyor. Ya bütün bunlar normal mi?
Böyle şeylerin olduğunun ilk söylendiği zamanlarda ben diyordum ki: "Devlet çok büyük bir badire atlattı. Kafası karıştı. Neyi/nasıl yapacağını bilmiyor. Kurt gövdeye girmiş durumda. Şok yaşıyor. Kendisini toplaması için zaman vermek lazım. Sabırlı olmak lazım. Hatta adaletine yardımcı olmak lazım." Bütün bunları kendi hevamdan da söylemiyordum. Mürşidim Münazarat isimli eserinde diyordu ki: "Evet, maatteessüf, daha yeni ve bulanık bir devlette ve cahil ve perişan bir millette, şöyle fena ve pis şeylerin vukuu zarurî gibidir. Eskiden daha berbadı vardı; fakat şimdi görünüyor. Bir dert görünürse, devâsı âsândır. Hem de büyük işlerde yalnız kusurları gören, cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin şe'ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galip etmektir."
Ancak bir seneyi devirdik. Biraz ayağa kalkmış olmamız lazım. Birşeylerin yerine oturmuş olması lazım. Ayarlarımızın düzelmesi lazım. Bu bilinmezlik korkusuyla nereye kadar yaşanır? İnsan endişenin yükünü omzunda kaç gün tutar? Üstelik işin şöyle 'mağduriyet büyütücü' bir yanı da var:
Böyle tutuklamalar olduğu zaman tutuklanan kişinin cümle yakınları da mağdur edilmiş oluyor. Ağabeyimden pay biçeyim yine. Şimdi ağabeyim içeriye alındı. Ne yediğimizin tadı var ne içtiğimizin. Yalnız bizim mi? Haberi alan her akrabamızın içine bir ateş düşüyor. Tüm sevenlerimiz üzülüyor. Bu birtek bizde böyle değildir ki. Her içeriye alınanda az-çok bunlar oluyordur. Yani bir adam dışarıdayken sadece kendi mağduriyeti olan durumu, içeriye alınınca, herkese yayılıyor. Herkes üzülüyor. Bundan siyaseten AK Parti'ye ne fayda gelir?
Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki: Arayıp bana atar yapan var. Niye atar yapıyor? Benim AK Parti'ye verdiğim destekten dolayı. Beni de ağabeyimin başına gelenden sorumlu tutuyor. Yani işin geldiği noktada, bırakınız siyaseten muhalif olmaktan, akraba veya tanışıklık muhabbetinden AK Parti'ye bir husumet filizleniyor. Bu yanlış yanlış büyüyen tehlikeyi görmek lazım.
Bu neden böyle oluyor? Bence şundan: İçeriye alınan adamın suçunu netlikle ortaya koymuyor, açıklamıyor, yakınlarının vicdanını tatmin edemiyorsun ki, onlar da içyüzünü bilip sabretsinler. Beklenilen sadece anlayış. 'Acaba' demeyecek bir duruş. Hatta anlayış da isteyen yok. İstenilen: "Kaderimse çekerim!" Fakat biz AK Parti'ye bundan dolayı destek vermedik ki. Biz AK Parti'ye bizi 'devletin soğuk dişlilerinin arasında ezilmekten kurtaracak' diye oy verdik. Nitekim geçmişte bunu başardı da. Neden şimdi de aynı şeyi başaramıyor? Halkı yeniden bu çarklara itmekten AK Parti'ye bir fayda gelir mi?
Biz ittihadın kıymetini biliyoruz. Bu ittihad kırılmasın istiyoruz. İttihad olmadan ümmete ferah yok. Ancak, suçu ortaya konulmadan, hatta bazen devletin de itirafıyla suçsuz yere, içeriye alınan insanların mağduriyetleriyle büyüyen bir yara var. Bu yara bir girdap gibi olayla ilgisiz bütün yakınlarını da içine doğru çekiyor. Bu yakınların birçoğu 15 Temmuz'u ve sonrasındaki geceleri sokaklarda geçirmiş insanlar. Bu insanları küstürmemek lazım.
Dediğim gibi: Ne soruşturmaların, ne sorgulamaların, ne de FETÖ'cülerin peşine düşülmesinin aleyhindeyim. Hatta 15 Temmuz'u organize edenlerin idam edilmesi taraftarıyım. Ama tutuksuz yargılanması mümkün olan insanların nafile yere içeriye alınmasıyla giderek büyüyen yara görülmeli. AK Parti bunu bugün görmezse sandıkta pek acı sonuçlarını görebilir. Biraz feraset, merhamet ve empati bizi bu girdaba düşmekten kurtarabilir. Bu treni kaçırmayalım. AK Parti'nin bize, bizim AK Parti'ye ihtiyacımız var, hâlâ var.
Ağabey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ağabey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Kasım 2017 Cumartesi
31 Ekim 2017 Salı
İnsanın ağabeyi FETÖ'den içeriye alınınca...
İnsan tuzu kuruyken öyle laflar ediyor ki onda birini ıslakken edemez. Mü'minûn sûresi 97. ayette mealen deniliyor ki: "De ki: Ey Rabbim! Sana sığınırım, şeytanların kışkırtmalarından!" ve devamında buyruluyor ki: "Onların yanımda bulunmasından da Sana sığınırım." İnsan fitne zamanlarında böylesi ayetlerin sırrını daha iyi anlıyor. Ben de ağabeyinin FETÖ mevzusundan tutuklandığını henüz öğrenmiş birisi olarak bu ayetleri daha başka okuyorum.
Suçu ne idi ağabeyimin? Bildiğimiz hiç. Bildiğimiz, ayet-i celilede haber verilen, şeytanların yanında bulunmak. 15 Temmuz'a kadar Kaynak'ta muhasebecilik yapmaktan başka bildiğimiz suçu yok. Ha, bu ailecek hakverdiğimiz bir davranışı mıydı, değildi. Bana kalsaydı 17 Aralık'ın ertesi günü orayla bağlantısını kesmeliydi. Fakat yapmadı/yapamadı. Ev almak için para biriktiriyordu, işsiz kalmak istemedi veya sürecin bu noktaya geleceğini ummadı. Ancak bundan başka bildiğimiz bir suçu yok. Daha kötüsü: Devletin de bundan fazla birşeye dahil olduğuna dair bize söylediği birşey yok. Ama tutukladı.
Ve bekleyeceğiz. Tıpkı Gezi'den sonra Kazlıçeşme'de, 17 Aralık'tan ve 15 Temmuz'dan sonra Atatürk Havaalanında beklediğimiz gibi bekleyeceğiz. O gece Cumhurbaşkanımız daha kimseyi sokağa çağırmadan kendimizi sokağa atıp Avcılar'dan Yenibosna'ya kadar yürüdüğümüz gibi bekleyeceğiz.
Ne değişti? Belki biraz yıprandık. Herşeye rağmen hata yapmamaya dikkat edeceğini düşündüğümüz, buna arsız bir inatla inandığımız ve inatla başkalara karşı da savunduğumuz devletimizin bizi incitmeyeceğine inanmaktan yıprandık. Sağdan-soldan hatalar yapıldığını duyuyorduk. Suçsuz insanların içeriye alınıp uzun süreler kaldığını işitiyorduk. Diyorduk ki: Devlet büyük birşey yaşadı. Kafası karıştı. Elbet kendisini toparlayacak. İnatla bunu söyledik. İnatla bunu yazdık. Hâlâ da inanıyoruz buna. İnsan umudu olmadan yaşayamıyor.
Fakat yıprandık. 15 Temmuz gecesi uğruna ölmeye hazır olduğumuz hamiyetli insanların kulağına sesimizin gitmemesinden yıprandık. Hattında bylock bile çıkmayan ağabeyimizin bir dua listesine (onun da ne olduğunu bilmiyoruz henüz) her nasılsa adının dahil edilmiş olmasından örgüt üyeliğine terfi etmiş olabilme ihtimaline varılmasından yıprandık. Devlet, onun için canımızı vermeye cüretliyken iyiydi de, canımızın içine dokununca yıprandık. Yine de kimseye küsmüş değiliz. Ama diyorum ya. Yıprandık. İnsan sevdiğinin yüzüne bakmaktan yıpranır mı? Biz bundan da yıprandık.
İki aile bir evde yaşıyoruz. Annemiz şeker hastası. 9 yaşında bir yeğenim var. Ben anlatamıyorum. Devlet büyüklerimizden buradan rica ediyorum. Biri gelip anlatırsa anlayacağız. Ağabeyimin 15 Temmuz'a kadar Kaynak'tan ayrılmamak dışında ne aptallığı var? Üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiş, aynı adreste, aynı evde, bizimle oturuyor. Kaçmasına dair nasıl bir tehlike var? Acaba, bırakın yurtdışını, kiraya çıksa birkaç ayı çıkaracak kadar parası var mı? Neyle kaçacak? Nereye kaçacak? Hem niye kaçacak? Nasıl oturduğu yerde devlet için tehlikeli olacak? Allah belasını versin şu Fetulah Gülen'inki geberip gitmiyor. O geberse belki şu işin tansiyonu biraz düşecek. İşte, biz de, artık elimizi Allah'a açıyoruz. Ümit senden Allah'ım. Kulların derdi kulları germiyor.
Suçu ne idi ağabeyimin? Bildiğimiz hiç. Bildiğimiz, ayet-i celilede haber verilen, şeytanların yanında bulunmak. 15 Temmuz'a kadar Kaynak'ta muhasebecilik yapmaktan başka bildiğimiz suçu yok. Ha, bu ailecek hakverdiğimiz bir davranışı mıydı, değildi. Bana kalsaydı 17 Aralık'ın ertesi günü orayla bağlantısını kesmeliydi. Fakat yapmadı/yapamadı. Ev almak için para biriktiriyordu, işsiz kalmak istemedi veya sürecin bu noktaya geleceğini ummadı. Ancak bundan başka bildiğimiz bir suçu yok. Daha kötüsü: Devletin de bundan fazla birşeye dahil olduğuna dair bize söylediği birşey yok. Ama tutukladı.
Ve bekleyeceğiz. Tıpkı Gezi'den sonra Kazlıçeşme'de, 17 Aralık'tan ve 15 Temmuz'dan sonra Atatürk Havaalanında beklediğimiz gibi bekleyeceğiz. O gece Cumhurbaşkanımız daha kimseyi sokağa çağırmadan kendimizi sokağa atıp Avcılar'dan Yenibosna'ya kadar yürüdüğümüz gibi bekleyeceğiz.
Ne değişti? Belki biraz yıprandık. Herşeye rağmen hata yapmamaya dikkat edeceğini düşündüğümüz, buna arsız bir inatla inandığımız ve inatla başkalara karşı da savunduğumuz devletimizin bizi incitmeyeceğine inanmaktan yıprandık. Sağdan-soldan hatalar yapıldığını duyuyorduk. Suçsuz insanların içeriye alınıp uzun süreler kaldığını işitiyorduk. Diyorduk ki: Devlet büyük birşey yaşadı. Kafası karıştı. Elbet kendisini toparlayacak. İnatla bunu söyledik. İnatla bunu yazdık. Hâlâ da inanıyoruz buna. İnsan umudu olmadan yaşayamıyor.
Fakat yıprandık. 15 Temmuz gecesi uğruna ölmeye hazır olduğumuz hamiyetli insanların kulağına sesimizin gitmemesinden yıprandık. Hattında bylock bile çıkmayan ağabeyimizin bir dua listesine (onun da ne olduğunu bilmiyoruz henüz) her nasılsa adının dahil edilmiş olmasından örgüt üyeliğine terfi etmiş olabilme ihtimaline varılmasından yıprandık. Devlet, onun için canımızı vermeye cüretliyken iyiydi de, canımızın içine dokununca yıprandık. Yine de kimseye küsmüş değiliz. Ama diyorum ya. Yıprandık. İnsan sevdiğinin yüzüne bakmaktan yıpranır mı? Biz bundan da yıprandık.
İki aile bir evde yaşıyoruz. Annemiz şeker hastası. 9 yaşında bir yeğenim var. Ben anlatamıyorum. Devlet büyüklerimizden buradan rica ediyorum. Biri gelip anlatırsa anlayacağız. Ağabeyimin 15 Temmuz'a kadar Kaynak'tan ayrılmamak dışında ne aptallığı var? Üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiş, aynı adreste, aynı evde, bizimle oturuyor. Kaçmasına dair nasıl bir tehlike var? Acaba, bırakın yurtdışını, kiraya çıksa birkaç ayı çıkaracak kadar parası var mı? Neyle kaçacak? Nereye kaçacak? Hem niye kaçacak? Nasıl oturduğu yerde devlet için tehlikeli olacak? Allah belasını versin şu Fetulah Gülen'inki geberip gitmiyor. O geberse belki şu işin tansiyonu biraz düşecek. İşte, biz de, artık elimizi Allah'a açıyoruz. Ümit senden Allah'ım. Kulların derdi kulları germiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...