Gabor Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa'da, ölümcül hastalıklarla mutsuzluk arasında bir ilgi bulunduğunu iddia ediyor. Yani, insanlar, "Bu şartlarda yaşanmaz!" diye içten içe şikâyetlendiklerinde, şükürsüzlüklerinde, bedenlerine de bir mesaj yolluyorlar: "Ayrılmanın bir yolunu bul!" Ve beden bu emri dinliyor bazen. Hatta sahibi karşı koysa bile dinliyor. Kitapta, Mate, incelediği bazı vakıalar üzerinden delillerini de aktarıyor:
"Kanser teşhisi konulanlar ile intihar grubu arasında çarpıcı benzerlikler bulunmaktaydı. (...) Öncelikle, ortada tütün gibi bir dış kanserojen madde olsa bile, kanser, kendi başına bakıldığında, bir yanıyla içerideki seyrin neticesinde bir yanlışlık olduğunu gösterir. (...) Yani ağrı da bir algı biçimidir. (...) Kendi zararımıza olmasına rağmen görmezden geldiğimiz bilgileri sunar bize. (...) Kanser, multipl skleror, romatoid artrit ve incelediğimiz diğer hastalıklar yetişkin yaşamında aniden ortaya çıkan yepyeni gelişmeler değil, yaşam boyu var olan süreçlerin vardığı doruk noktalardır."
Nihal Candan da, hastalığı sürecinde yapılan bir söyleşide, şunları söylemiyor muydu: "Dramatik sayılabilecek şekilde vazgeçtim. En az enerji harcayarak. Sadece ismi 'intihar' olmasın hani. Orada olmaktan o kadar memnun değildim ki. Sadece durdum. Geçmesini bekledim. Çok anlayamadım. Hâşâ, Allah zaten çok yardımcı, hepimizin yâr ve yardımcısı. Ama yaşam fonksiyonlarımı en aza indirip geçmesini beklemek benim o anki tek planım olabildi."
Kafka'nın Bir Açlık Sanatçısı öyküsünü okuyanlar da hatırlayacaktır. Orada da Açlık Sanatçısı, kendisini akışın dışında bulduğu için, layık olmadığı bir konumda gördüğü için, açlığını uzatarak gitmeyi seçiyordu. Kaza değildi. Hayır. Sessizliğiyle uzattığı bir sürecin sonucuydu ölümü. Kafka da, hikâye boyunca, Açlık Sanatçısı'nın içdünyasını resmederek intihara gidişini hissettiriyordu.
Hissetmek deyince aklıma, İtalo Svevo'nun Hayat İşte'sinde, intiharından hemen önce Alfonso hakkında söyledikleri geldi: "Oysa Alfonso kendini yaşamaya yeteneksiz hissediyordu. Kaç kez boş yere anlamaya çalıştığı birşey vardı ki, hayatını zehirliyor; dayanılmaz hale getiriyordu. Sevmeyi de bilmiyordu, zevk almayı da; en iyi koşullar içindeyken başkalarının en acılı koşullarda duyduğundan fazla ıstırap çekmişti. Hiç hayıflanmadan terk ediyordu yaşamı. Kuşkuların ve nefretlerin üstüne çıkmanın yolu oydu. Düşlediği feragat oydu işte. Huzur nedir bilmeyen o vücudu yok etmek gerekiyordu; hayatta kaldıkça savaşmaya sürükleyecekti; çünkü oydu varlığının nedeni."
'Kuşkuların ve nefretlerin üstüne çıkmak...' bu biraz da hisseder olmaktan şikayet işte. Kolay kırılabilir, dokunulabilir, incitilebilir olmaktan şikayet ediyor aslında Alfonso. Tıpkı Mehmet Pişkin gibi. O da demiyor muydu videosunun bir köşesinde:
"Hayatın tatsız taraflarıyla çok başaçıkamadım herhalde. Çünkü nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak böyle bir incelik ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim ve şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi. Bu konuda takatimin tükendiğini ve işin o karanlık tarafının daha ağır geldiğini; taşıyamadığımı, bunun için gerekli donanımları da zamanı içinde çok geliştiremediğimi farkettim. Sarsıntılarda çok dağılıp, kendimi toplamakta gün geçtiktçe daha da zorlanıyorum. Bu da çok sıkıcı bir kısırdöngü açıkçası..."
Dokunulabilir olmanın sancıları bunlar. Duymanın ve duygulanmanın sağladığı derinliğin imanla birleşmezse sahibini yutan bir karadeliğe dönüşmesi. Gorki'nin Yararsız Bir Adam'ına, Yevsey'e dönelim tekrar. Onu nasıl tarif ediyordu, Gorki, intiharına varan yolculuğunun başlarında:
"İnsanlardan korkuyor, bu yüzden de hep onlara birşeyler borçluymuş gibi davranıyordu. Tetikteydi hep. Beklerliydi. İnsanlar ona saldırdı saldıracak gibi görünüyordu. Kafasında kurduğu bu saldırıları önlemek için de kimsenin bir dediğini iki etmiyor; hiçbir işi, hiçbir buyruğu geri çevirmiyordu. Her an bir tehlike başgösterebilirdi. Bekliyordu Yevsey. Her an bekliyordu. Ve bu duygusu, dikkatini biledi, insanlara karşı inançsızlığını arttırdı."
Ve nihayetinde, intihar bir güç veya cesaret eseri değil, acizlik eylemidir. İçlerindeki boşlukla savaşacak gücü kalmayanların "Böyle de yaşanmaz ki ama!" deyişidir. Genç Werther'den Yevsey'e, Yevsey'den Alfonso'ya kadar hep zayıflık izidir intihar, acz delilidir. Mehmet Pişkin inanmıyordu. Fakat Allah'a inanan bir insan da intihar edebilir. Eğer 'tutunamadığını' düşünmeye başlamışsa... Rahmete nasıl uzanacağını unutmuşsa... Direnememişse... Tıpkı merhume Nur Sena Düzgün gibi... (Düşünün ki, bizzat Kur'an'da öğretildiği şekliyle, Hz. Meryem annemiz dahi, iffetine gelebilecek söz nedeniyle ölmeyi dilemiştir.)
Salt isyan fikriyle yaptıklarını düşünmüyorum kesinlikle. Sadece güçleri yetmiyor artık. Ve hayatta kalmanın illa savaşmak anlamına gelmediğini bilmiyorlar. Aşamıyorlar. Bilseler de bilmiyorlar. İdrak etseler de iz'an edemiyorlar. Teoriyi pratiğe dökemiyorlar. Van Gogh'un kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda (özellikle ilk mektuplarında) çok sık tekrar ettiği bir final cümlesi var: "Bana inan." İntiharı yaklaştıkça bu cümleyi kullanmayı da bırakıyor. Yerini şöylesi ifadeler alıyor:
"(...) tembellikten, karakter zayıflığından ve ruhsal boşluktan dolayı işe yaramaz insanlar vardır. Beni öyle biri olarak görmezsen sevinirim. Başka nedenlerle, bir işe yaramayan insanlar da olabilir. Faydalı olabilmeyi gerçekten isteyen ama tutuk oldukları, yaratıcı olmak için gerekenlere sahip olmadıkları, belki kötü kaderleri öyle istediği ve bir şey yapmak tümüyle imkansız olduğu için hiçbir şey yapamayan insanlar da vardır; böyle bir insan, ne yapabileceğini kendisi de bilemez, içgüdüsel olarak şunu hisseder: Durumumu değerlendirebiliyorum, iyi sayılırım. Bambaşka bir insan olabileceğimi biliyorum. Neyle uğraşmalıyım, neye hizmet etmeliyim? İçimde bir şey var ama nedir? Bu farklı bir işe yaramazdır. İstersen beni onlardan biri kabul edebilirsin."
Boşlukla savaşmayı öğretmenin yolu, yeni yükler yüklenmede değil, "Allah hiçbir kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemez!" ayetini ders etmede. Bir Ömürdür Seni Bekliyorum'da Francesco'ya doktorun dediği gibi: "Sen, ölmekten değil, yaşamaktan korkuyorsun." Yaşarken karşılaşacağın zorluklara karşı dik durabilmenin yolları yok sende. Allah'a tutunmayı bilmiyorsun. Esma'sından destek alamıyorsun. Bundandır uçurumların. Ve yanlış anlama! Yalnız kötülerin değil zayıfların, acizlerin, yaşamaktan korkanların da eylemidir intihar.
Bediüzzaman Hazretleri de mezkûr makamda bize şöyle söylüyor:
"Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar."
Ya kaçacak yer bulamazsa? O zaman da kendini kapatmayı dener. Çünkü böyle yaşamaya dayanamıyordur. Zeval-i lezzetleri elem olmuştur. Hatta ne kadar çok lezzet tatmışsa-tanımışsa elem katsayısı da o kadar yükselmiştir. Daha fazla yaşamak daha çok elem duymaktır onun için artık. Sonsuzlukla bağı kopmuştur. İmansızlığından değil. Hayır. Hâşâ. Sadece bu değil. İmanının yeterli pratiğine sahip olamamaktan. Yeterince tefekkürde bulunamamaktan. Yeterince zikrullahla meşgul olmamaktan. Ramazan'da oruç tutmamaktan. Beş vakit namazını kılmamaktan. Haramlardan kaçmamaktan, vesaire...
Bunlardan herbirisi kendisine kattığı dirençlerdir. Dayanma güçleridir. Salabet pratikleridir. Fakat, dinden uzak, rahat bir hayata gömüldükçe insan sertliğini yitirir. Hele bir de fıtraten kırılgansa çilesi daha da büyür. "Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir!" dememiş midir Geothe? Halbuki bu derece hassaslık Allah'a sığınmak için imkandır. Sığındıkça kurtarır Hüda kullarını. Lakin yardımcılığı beklenen sabrın bir de evveli var. O yüzden, Kur'an, Hızır aleyhisselamın diliyle öğretiyor ki: "İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?" İçyüzünü bilmekse tefekküre lazım mesaiyi sarfedebilmekte. Evet. Allah marifetine müştak âriflerin sürûrudur. Sevincidir. Cevşen'de de, işte tam da bu nedenle, Rabb-i Rahim'e öyle nidâ edilir: "Ya sürûra'l-ârifîn!" Yani 'Ey âriflerin sevinci olan Hüda!'
Bir Açlık Sanatçısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir Açlık Sanatçısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Nihal Candan 'ölmekten' değil 'yaşamaktan' korkuyordu
Gabor Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa'da, ölümcül hastalıklarla mutsuzluk arasında bir ilgi bulunduğunu iddia ediyor. Yani, insanlar, ...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...