Grup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Grup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2015 Cuma

Cemaatsiznurcu ne demek? (yeniden)

Cemaatsiznurculuğu mana olarak mülküme alamam. Çünkü selefim diyebileceğim başka isimler vardı. Ve ben biraz da onların duruşlarına bakarak buna cesaret edebildim. Fakat bir tamlama ve tanımlama olarak mülküme alabilirim. Zira 2012'in Şubat'ında bu başlık altında bir blog kurup paylaşımlarda bulunmaya başladım. Allah biliyor ya epey bir eleştiri de göğüsledim. Enteresan ithamlar okudum. Bazısına güldüm. Bazısına acıdım. Bazısına hakikaten öfkelendim. Yine de bunun bir çığır açıcılık (bir blogla nasıl bir çığır açılacaksa artık) olmadığının farkındayım. Belki isim konulmamış birşeye isim koymuş sayılabilirim. Daha evvel isim koyanlar vardıysa da, onlar da kulağıma gelmedi maalesef, böyle birşeye cüret edebildim. Bu altında konuşacağımız başlığın hikayesi. Peki, gerisi?

Akif Arslan'ın Yeniasya gazetesinde bugün yayınlanan Cemaatsiz Nurculuk başlıklı yazısını bir kenara koyarsak, bu bence içten gelen bir tazkiyatın sonucu. Sayın Arslan'ın, Yeniasya gazetesinin pek alışık olduğumuz çizgisinde, hoşlarına gitmeyen her durum hakkında kurdukları komplo teorileri pek işimize yaramıyor bu noktada. Çünkü yazının cemaatsiznurculuğa bakışı Kemalist devletin Kürt sorununa bakışından daha mantıklı değil. Gerçi henüz soyumuz Ermeniliğe dayandırılmadı, ama ajanlaşmaya da başladık sayılır. Yazıyı kenarda bırakmamızın nedeni bu.

Bu soğuk savaş dönemi kafasının sosyolojik hiçbir vakıa hakkında insanı ve insanî olanı okumaya niyeti yok. Okumaya değer bulduğu tek şey devletçikler düzeyinde gördüğü güç ağalarının insanı nasıl kullanabildikleri. İnsanı, Allah'ın fıtratına koyduğu ihtiyaçlar/aşklar ekseninde dünyayı ve toplumu değiştirebilir bulmuyorlar. Yeni yollar arayabilir görmüyorlar. Gün gelip güdülemeyeceğini düşünmüyorlar. Devletçilik eleştirilerinin topusu yalan, çünkü ona veya onun küçük nümunelerine verdikleri değer bir yönüyle kutsama. Eleştiriyorlar, ama verdikleri önemle aslında kutsuyorlar.

Yaratılmış her istenmeyen olayın/kişinin devletlerin veya örgütlerin plan/projesine dönüştüğü bu kafa aslında komplo teorileri içinde o denli determinist ki, Allah'ı koyacak yer de bulamıyorsunuz içinde. Empati yapamaz, çünkü anlaşılacak olanla değil düşman olanla muhatap her zaman. Küfür isnadında bulunacak kadar cesur değil belki, ama ajanlık isnadında bulunacak kadar da cüretkâr. Elinde delil bulunmasına da gerek yok. Şahane suizannı var. Ve suizannının onun kafasındaki lakabı, öngörü. Böylece istediğine istediği isnadı yapabiliyor, ama kesinlikle o veya cemaati günaha girmemiş oluyor. Cemaatinin menfaati günahını çıkardığı bir rahip gibi. Biraz onlardan 'aferin' alacak ve Allah da onu bağışlamış olacak.

Peki, nedir bencileyin cemaatsiznurculuk? Bu tanımlamayı ilk yaptığımda bütün taşlarını döşemiş olduğum söylenemez. Daha çok bir arayıştı veya ihtiyaçtı. Mevcut grupların kast sisteminin gerek birbirine karşı ve gerekse kendi içlerinde yaşattıkları daralmanın bendeki tezahürüydü. Herkes bir diğerini esir alıyordu ve esarete direnen herkes 'aforoz' sopasıyla korkutuluyordu. Risale-i Nur'a olan ilginin, dikkatin veya ona ayrılmış olan mesainin cemaat aklına edilmiş itaat yemini olmadan hiçbir anlam taşımadığı garip bir dünyayı soluyordunuz kimi zaman, değil, çoğu zaman. Bunun her yerde ve her zaman aynı şiddette olduğunu hiçbir zaman söylemedim ve söyleyemem. Ama çok yerlerde vardı ve 'uyum sağlayamayan' yahut da Akif Arslan'ın yazısında söylediği gibi 'istişareye uymayan' düşüncelerinizden ötürü dışlanmanız pek kolaydı.

Uyuşmazlığın zemini Risale metinleri ve Risale cemaatleri arasındaki gelişim farklılığıydı bence. Bediüzzaman'ın (Allah ondan razı olsun) sağlığında mevcut yapılanmaların hangisinin varlığından söz edilebilirdi? Kurumlarıyla, istişare heyetleriyle veya bölgesel teşkilatlanmalarıyla hangi grubun tastamam Bediüzzaman'ın önerdiği veya emrettiği şekilde oluştuğu söylenebilirdi? Cemaatlerin tamamı bir şekilde meşruiyet zemini olarak Risalelerden besleniyordu, bunda haklılardı da. Fakat bir şekilde beslenmek, yaptığın her fiilin doğrudan Risalelerin istediği ve gerektirdiği olduğunu savunmakla aynı şey miydi? Bence gruplar arasındaki münakaşaların çoğu bu ikincisine dayanıyordu. Ve mevcut durum Nurcuların enerjisinin yüzde doksanın emip sömüren bir hastalıktı. Herkes kendi yolunun daha Risalelere uygun olduğunu söylerken zımmî olarak (bazen de açıkça) öteki grubun hafifçe (bazen de düpedüz) sapmış olduğu iddiasındaydı.

Çok tuhaf, hiç duymadığınız, alışık olmadığınız şeyler söylemediğim kanaatindeyim. Farklı gruplar içinde bulundum. Birbirlerinden adam çalmaya çalışan veya adam çalınma korkusuyla gençlerini diğer Nurcu gruptan korumaya çalışan cemaatler gördüm. Sayın Akif Arslan belki hangi gruptan bahsettiğimi bilecek, seçimlerde oy vereceği partiyi cemaat tabanına mesaj atan gruplara şahit oldum. Bu insanlar, hiç katılmadıkları bir istişarenin kararına (kanaatlerinde istişareye açmadıkları halde) bağlanmaya zorlanabiliyorlardı. Uymadıklarında da 'yolundan sapmış' muamelesi görebiliyorlardı. Ve zirve noktamıza doğru giderken bazı gruplar cemaat mensuplarının evlenecekleri kıza, girecekleri işe, tutacakları ticarî yola bile karışabilme yetkisini kendilerinde görebiliyorlardı.

Bediüzzaman'ın istediği cemaat bu muydu? Risale metinlerindeki cemaat kullanımı ile bugün kastedilen cemaat kavramı ne denli uyuşuyordu? Sonra kurulanla önce söylenen tevil mi ediliyordu? Şu an mevcut olan yapılanmaların ne kadarını Bediüzzaman kurmuştu? Ne kadarını onaylardı? Kararların ne kadarı Risale-i Nur'un bütünselliğinde uyuyordu? Herkesin bir tane değil bin tane tevilcisi vardı. Birşeyin menfaatlerine olduğuna karar verdikten sonra Risale metinlerini bükmekte avatarı bile geçecek kadar mahirdiler. Fakat dönüp dolaşıp geldiğiniz noktada bütün bunların Kur'an'a ve Sünnete hangi vecihleri bakıyordu? Bu muhteremler, sahip oldukları tevil sanatıyla haramı helal, helali haram edecek kadar yüksek yetenekte miydiler?

İşte cemaatsiznurcu bu soruları sormakla yoluna başladı. Bu soruları soranların elleriyle bu yolculuk başladı. Bu yolculuk bugün onbinlerce kişinin kafasında da yaşanıyor.

Akif Arslan Bey'in yazısında olduğu gibi dış mihraklar veya ajanlar veya komita oyunları aramak yerine, artık biraz daha insana kulak versek... İnsanı anlama aracı olan cemaatleri, insan mühendisliği yapma çabalarından uzaklaştırsak... Cemaat-i İslamiye (ümmet) bayrağı altında daha sıkıca toplanıp, daha alt gruplarla olan bağımızı yumuşatsak... Beyler, biz şeriat sizden daha az sevmiyoruz. Allah'ın kulu olmakta sizden geri değiliz. Kur'an'ı sizden daha az okumuyoruz. Risale bilgimiz de sizden az değildir. Ama cemaat enaniyetlerinizi ve istibdatlarınızı da giysisi değişmiş diye başımıza tac etmeyeceğiz. Komplo teorisyenliğinden yorulduğunuzda tuttuğunuz köşelerden cadde-i kübraya bir inin. İnsanlar neyi arıyor, siz nerede kaldınız, bir sorun. Allah'ın rıza dairesi ne ara sizin istişare heyetinizin toplantı salonu kadar daraldı da, ona uymamakla/sığmamakla insanları cehenneme düşmüş gibi gösterebiliyorsunuz?

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...