Risale-i Nur dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Risale-i Nur dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2012 Pazartesi

Risale-i Nur'u yalnızca Risale-i Nur mu anlatır?

Bir önceki yazımızda dersi yapanlar noktasında Risale derslerimizin geliştirilmesine muhtaç olduğumuzu beyan etmiştik... Elhamdülillah, bu beyanın ardından iki türlü tepkiler aldık: Bir kısmı insaflıydı ki; bize hak vermekle beraber ıslah konusunun sadece dersi yapanla değil, dersi dinleyenle de ilgili olduğunu söyledi; amenna! Buna biz de katıldık. O noktada eksikliğimizi itiraf ettik. İkinci kısım insafsız idi ki; onlar da bu yaptığımızı farklı olmaya çalışmak, kendince hava atmak olarak yorumladılar. Belki bizi kale dahi almadılar. Onlara dair birşey söylemiyoruz, yalnız selametle diyoruz.

Risale derslerinin metamorfoz geçirmeye ihtiyacı olduğu yeni birşey değil. Fakat bu ihtiyacın karışısında cemaat içinde geliştirilmiş, üretilmiş pekçok tabunun, engelin kaya gibi sert, müsaadesiz duruşu var. Mesela bunların içinde bir tanesi; “Risale-i Nur yeter” cümlesi ki, hakikaten pek yanlış anlaşılmış bir ifadedir. Diğeri ise şu; “Risale-i Nur’u yine Risale-i Nur anlatır.”

“Risale-i Nur’u yine Risale-i Nur anlatır” söylemi, aynı metni izah eden başka bir metnin sadece yüzünden okunması olarak anlaşılmamalı. Hem “Risale-i Nur’u yine sadece Risale-i Nur izah eder” şeklinde düşünmek, Kur’an tefsir metotlarında klasik usüllere bağlı kalmayarak kainatı bir harita gibi tefsirlerine yayan bir Üstadın talebelerine cidden yakışmıyor. Bu şekilde Risale-i Nur’dan gayrısına kapanmak, tefsir metodunu bütün modern bilimlere alabildiğine açan bir ekolün sahiplerinin kabullenebileceği birşey değildir, olmamalıdır.

Örneğin Üstad Hazretleri, Kur’an’ı tefsir ederken “Kur’an’ı sadece Kur’an anlatır” demiyor. Üstelik irşad-ı nebevî olmasa, Hz. Resulullah (a.s.m.) aramıza dahil olmasa o ders kitabının dahi manalarının tam anlaşılamayacağını nübüvvetin gerekliliğini izah ederken kendisi söylüyor.

Hal böyleyken, Kur’an’ın sahibi (c.c.) dahi kelamının manasını insanlara aktarırken kelamıyla yetinmez ve peygamberler gönderirken ve izah eden öğretmenler dahi (Allah, hepsinin şefaatlerine nail eylesin) Kur’an’ı kainatla birlikte bize izah etmeye çalışırken, bizim sadece Risale-i Nur metinleriyle yetinmemiz, daha derinlikli izahlar için (ve metinleri daha iyi kavramak için) farklı okumalara girişmeyişimiz, bence düpedüz taassuptur. Evet, en açık lisanla ifade ediyorum; bu bir taassuptur. Bu söylem yıllar önce kendisine sualler tevcih eden lise talebelerine “Dersleri dinleyin!” diyen Üstadın talebelerine yakışmamaktadır. Üstad farklı Kur’an merkezli farklı okumalara alabildiğine açıkken ve tedris hayatı bununla geçmişken, sonraki nesiller giderek kapanmaktadır.

Bu noktada elbette ders yapanlar kadar dersi dinleyenlerin de yenilenmeye ihtiyacı var. Dersi dinlemeye gelenler, acaba gerçekten birşeyler öğrenmek ve ders almak için mi geliyorlar; yoksa sadece beraber bulunmak ve dostlarla birkaç saat birlikte olmak için mi o mekanlara geliyorlar, bu ciddi analiz edilmeli. Zira herkes de kabul eder ki; dersi yapanı şevklendiren, hareket getiren öğrencilerdeki, dinleyenlerdeki samimiyettir.

Eğer biz dinleyenler olarak içimizdeki heyecanı kaybetmişsek, dersi yapanda bunu bulmak zor olur. Dersi yapanın bu hissi uyandırması zorlukla olur. Pek azına nasip olur. Zira zorlama yoktur, zorlanmayınca da arama yoktur. Bu nazenin ve nazdar hakikatler de mehirleri olan dikkat ödenmedikçe kendilerini açmazlar.

Bu noktada dersi dinlemeye gelenlerin hakikaten öğrenci edasıyla, birşeyler kapmak için orada bulunması çok önemli. En azından bir küçük not defteri, bir kalem, birşeyleri kaydetme telaşı, birkaç soru inanın bu yolda çok faydalı olacaktır. Hem dersi dinleyen adına, hem dersi yapan adına çok faydalı olacaktır.

İnsanların sadece derse gelmesiyle ve sadece orada bulunmalarıyla tatmin olma çağının geçtiğini düşünmekteyim. Giderek çoğalan, ama çoğaldıkça metinlerden uzaklaşan Nur talebeleri zamanındayız. Benim bir üst kuşağım külliyat metinlerine iyi kötü aşinayken, benim bir alt kuşağım kapağını kaldırıp çok nadir okuyor. Okusa da heyecanlanmıyor. Belki pek nadir bir ferdi, merakla eserleri karıştırıyor.

Yeni bir ruh ile dersleri daha yüksek bir seviyeye çekmek, Nur talebelerinin kültür mirasını bir sonraki nesle taşımak açısından elbette çok faydalı olacaktır. Kemiyetin değil, keyfiyetin ehemmiyetli olduğu bu hizmette, dört tane gerçekten öğrenmek için gelmiş talebe yüz tane orada bulunmak için gelmiş insandan elbette hayırlıdır. Risale-i Nur talebeliği; talep eden, talep edilen ve bu talebe karşılık her dem yeni bilgilerin arz edildiği bir platformda yaşanmalı... Yoksa yüz kişi toplanıp dağılsak, ama içimizden bir Said çıkaramasak, o kalabalığın ne anlamı var?

29 Şubat 2012 Çarşamba

Dersi yapanın hiç mi suçu yok?

Bir önceki yazımızda Risale-i Nur deslerindeki derinlik konusuna bir nebze değindik. Bugün de aynı konu üzerinde birazcık sarf-ı kelam etmek niyetindeyim, fakat öncesinde çok sevdiğim bir kardeşimin eleştirisine cevap vermem gerek. Zira eleştirisindeki özen ve incelik cevap verilmeyi hakediyor. Diyor ki o kardeşim; “Tamam, Risale derslerinin geliştirilmesi lazım. Fakat derslerden istifade edemeyişiniz biraz da ihlassızlığınızdan olamaz mı?” Evet, özetle söylediği bu... Gerçi yazımda ağabeylere yaptığım serzenişi de insafsız bulduğunu belirtiyor, belki onda da bir nebze haklı. Eleştiriyi umumileştirmek hata olur, belki de oldu. Lakin bu kanundan hariç kalan fertler o kadar az ki, isimlerini yazsam bile herhalde birkaç satır yeter. Fazlası gerekmez.

Önce ihlassızlık meselesine gelelim isterseniz. Doğrudur, ben kendimi ihlaslı bilmiyorum zaten. Dahası bunun iddiasına da hiçbir zaman girişemem. Zira biliyorum ki, böyle birşeyin iddiası dahi olmadığına delildir. Bir kul, ömrü boyunca onu içinde arar durur. Kavuşur, kavuşamaz onu ancak Allah bilir. Kul asla bundan yana emin olamaz. Hatta emin olmak bir yana, düzenli bir şüphe duymuyorsa içinde ihlasa dair, o bile tehlikelidir.

Ben de ihlassızlık tehlikesini her zaman ensemde hissediyorum ve kesinlikle iddiasında değilim. Zaten bahis mevzuu sadece kendim olsam hiç bu yazıları da yazmayacağım. Fakat gittiğim derslerde gençlerde hissettiğim bezginlik beni korkutuyor. Bu gençler, yirmi yıl evvelinin çocukları değil. Yeni bir dil, yeni bir derunî okuma beklentisi içindeler. Eğitim seviyeleri bir önceki nesil Nur talebelerine göre çok yüksek. Pekçoğu üniversite öğrencisi veya mezunu. Ve takdir edersiniz ki, bilgiye ulaşım eskisine göre çok daha kolay. Bu gençler kendi zamanlarının çocukları ve ulaşabildikleri tüm kaynakları birbirleriyle kıyaslayabiliyorlar. Birisinin usulü kendilerine yavan gelirse çok çabuk başka ekollere kayabiliyorlar. Ve en önemlisi; mehazdaki kudsiyetten uzaklaşmışlar.

Hal böyle olunca yalnız kendim bahis mevzuu olmadığım için ihlassızlığı geçer akçe kabul edemiyorum. Öyle ki, bir umumi sohbette uyuyan sayısının çokluğu beni ayrıca korkutuyor. Dahası, ders usullerinin yavanlığına yalnız ben değil, benden çok daha ileride bulduğum, hatta bazıları Risale-i Nur konulu büyük araştırma çalışmalarına emek vermiş ağabeylerim dahi eleştiri sunuyorlar. Hatta bazısı; “Derslerde geçen zaman bana kayıp geliyor. Ben evde kendim Risale okusam daha çok şey öğreniyorum” diyor. Şimdi bu kardeşler, bu gençler böyle şeyler söylerken yine de ihlassızlığımıza yorup suçu cemaatte mi bileceğiz? Yoksa nefsimize bakıp “Biz bu gençleri neden tatmin edemiyoruz? Neden istifade edemiyorlar?” deyip yöntemlerimizi geliştireceğiz? Ben ikincisini daha doğru buluyorum.

Kaldı ki, Lemaat isimli eserinde; “Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, ‘Hasan Ağa, aferin!’ Hasıl olan şer ise, efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!” diyerek bu tarz yargılamaların önünü önce Bediüzzaman (Allah ondan razı olsun) kesmiştir. Dersler noktasında geliştirilen ve dillendirilen bir eleştiriye bu tarz bir cevapla mukabele etmek, aynen yukarıda bahsedildiği gibi şerri cemaate dağıtmaktır. Dersi yapanın veya yapanların Hasan Ağa konumunda olduğu ve kendilerini sorgulamaları gerektiği bir düzlemde aşirete günahı pay etmek hiç mantıklı değildir. Bence bu algı da ciddi sorunlar içermektedir.

Ki bu arkadaşım kıyas ölçüsü değil, kendim de birkaç kez böyle bir eleştiriyi yumuşak bir dille ağabeylerime karşı dillendirdiğimde aldığım cevap hep “kalbimin bozulmuş olabileceği” şeklinde olmuştu. Elbette ben nefsimi temize çıkarmam, kalbim bozulmuş olabilir. Lakin bu kadar insanın birden bozulmuş olması da mantıksız değil mi?

Derse gelenlerden yarısından fazlası ders çıkışında ne anlatıldığını hatırlamıyorsa veya gelenlerin büyük kısmı uyuyorsa bunda bizim de özümüze alabileceğimiz dersler olmalı...  Neyse, yazı yine uzadı. Hasılı; demek istiyorum ki, dilimizi geliştirirsek ayakta kalacağız, yoksa bu emaneti hak eden bir başkaları gelip omuzlayacak. Şaşırmayalım, Mektubat’ta da geçen Maide suresinin ellidördüncü ayeti öyle demiyor mu? Hakkı verilmeyen emanetlerin elimizden çekilip alınacağını söylemiyor mu? Benim eleştirim sadece bu kadardır, yoksa kimsenin hizmetini kıymetsiz buluyor değilim. Ama eleştirimin gelişime bir damla katkısı olursa, bahtiyar olurum, olacağım. Niyetim Risale-i Nur’u değiştirmek değil, kendimizi geliştirmek...

26 Şubat 2012 Pazar

Risale-i Nur'u okuyalım, ama ne garnitür, ne vird olsun!

Risale-i Nur derslerindeki yenilenme ihtiyacı üzerine yazdığım yazının ardından birkaç itiraza, birkaç uyarıya, birkaç da “Hadi oradan, dünkü çocuk!” muamelesine maruz kaldım. Sağlık olsun; bunlardan alınacak, gocunacak değilim. Zaten pişkin bir adamım. Fakat ne yalan söyleyeyim, beklediğimden daha azıyla karşılaştım diyebilirim. Hatta birkaç Nur talebesi kardeşimden öyle şevklendirici mesajlar da aldım ki, onların hatırına, diğerlerinin söylediklerinin yüz katına daha göğüs gerebilirdim. Öyle motive ettiler beni, öyle sevindirdiler, geleceğimiz adına umut vericiydiler. Demek, müşterek bir duaya amin demişiz, demek müşterek bir arzuya isabet etmişiz ki; muhataplarım da aminleriyle aminlerime katıldılar. Beni bahtiyar ettiler, ebeden bahtiyar olsunlar.

Evet, hakikaten Risale-i Nur’un ciddi ve müdakkik okumalara ihtiyacı var. Müellifinin vefatının üzerinden elli yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen henüz ciddi bir şerh çalışmasının yapılmamış olması da bu tezimizi kuvvetlendiriyor. Halihazırda yazılmış olan ve bunu amaçladıklarını söyleyen kitaplarınsa tamamını bir avucunuzun içine alıp sıksanız, ondan ancak ve ancak birkaç damla Risale-i Nur hakikati damlıyor. Gerisi gıl u gışla, başka başka malumatlarla, hatta hatalı süprüntülerle dolu oluyor. Onlardan tam bir Risale-i Nur, tam bir Kur’an nefesi alınmıyor; zira onlarda bu eserler garnitür nevinden okura sunuluyor...

Bu yargımı fazla mı insafsız buldunuz? Haklı olabilirsiniz, genellemelerin tamamı insafsızdır. Elbette bu kanundan hariç fertler, kitaplar olabilir. Fakat siz de kabul edersiniz ki; Nur talebelerinin sahip olduğu yayınevlerinde bile Risale-i Nur’un hedeflerine tam anlamıyla hizmet eden, “İşte budur!” diyebileceğimiz kitap sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Yalnız bu durum bile Risale-i Nur’u dünyaya anlatmak için yola çıkan bir cemaatler grubunun en nihayetinde nasıl kendi elindeki esere bigane kaldığını göstermeye yeter.

Konuyu dağıtmayayım, yukarıda bazı itirazlardan bahsetmiştim, onlara geleceğim. Bunlardan bir tanesi de şu tarzda oldu: Bir kardeşimiz sual etti; “Yani” dedi. “Risale-i Nur dersleri, içerisinde yalnız bir iki cümle Risale’nin okunduğu, gerisinde ise yalnızca dersi yapanın birşeyler anlattığı şeyler haline mi gelecek? Bu mudur doğru olan? Bunu mu tavsiye ediyorsunuz?” Güzel bir soruydu, özenli bir cevabı hakediyor. Bu yüzden yeni bir yazıyı bunun üzerine telif etmeyi uygun görüyorum, bu yazıda da esas konumuz bu olacak.

Ben bu tarz itirazlara daha önce de rastlamıştım. Ve ne yalan söyleyeyim (bu arkadaşa cevap verirken düşüncesine karşı bir duruş alsam da), o zamanlar itiraz edenler arasında ben de yer alıyordum. Evet, şaşırmayın. O zamanlar bizzat ben, Risale-i Nur’u, derslerinde garnitür haline getirenlerle mücadele ediyordum. Tıpkı kitaplarında “Risale-i Nur’da (...)” başlıkları atıp içerikte onu garnitür haline getirenlere itiraz ettiğim gibi sohbetlerde bunu yapanlara da itiraz ediyordum.

Fakat o zamanlar benim itirazım, metinlerin hiç okunmuyor oluşuna dair değildi. Hayır, metinler çok okunuyor olsa bile Risale-i Nur üzerinde derin okumaların bırakılmış olmasınaydı. Mesela geçenlerde katıldığım bir derste, bir muhterem ağabeyimiz, derse başladığı konudan o kadar uzaklaştı ki; mesai arkadaşlarımdan bir tanesi haklı olarak bizlere ders sonunda şunu söyledi: “Şimdi bu yapılan vaaz mı, yoksa Risale dersi mi oluyor? Ben Risale dersine hiç benzetemiyorum. Tıpkı vaaz gibi...”

Haklıydı da... Ben de benzetememiştim. Zira zannediyorum derse başlanırken de niyet doğru oturtulmamıştı dersi yapanın dünyasında. Onun kafasında, tahmin ettiğim kadarıyla, Risale-i Nur’u izah etmek, şerh etmek yoktu. Kendi dünyasında çok önemli bulduğu bir şeyi izah etmek için Risale-i Nur’u garnitür olarak kullanıyordu. Risale-i Nur o sohbette hedef değil, araç gibiydi. Bu nedenle de ders soğuk düşmüştü.

Bu noktada yine o muteriz kardeşimle hemfikirim. Risale dersleri böyle Risalelerden uzaklaşılmış şeyler haline gelmemeli. Ancak şu noktada da şöyle düşünüyorum ki; o iki cümleyi tam anlamak, bir saat boyunca Risale okumaktan daha hayırlıdır. Hatta hadisin ifadesiyle “Bir saat tefekkür, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” hükmü, bence bu tarz okumalar için de geçerlidir. Ben her zaman tam olarak anladığım bir sayfayı, öylesine okuduğum bir kitaba tercih ederim. Bizim hedefimiz de bu olmalı. O iki cümlenin ekseninden kaymadan, Risale-i Nur’un ve Kur’an’ın eksenide kalarak izahlara girişilmeli. Ve kesinlikle o izahlar araç olmalı, amaç değil. Ama şunu da unutmayalım; Risale-i Nur da bir araç olmalı, ta ki Kur’an daha iyi anlaşılsın.

Bu noktada durduğum yer; Risale-i Nur’u garnitür haline getirmeden, ama onu bir tarikatın virdiymiş gibi de okumadan ders verebilmek ekseninde... Ve özellikle Risale-i Nur’un içindeki metinler arasında çapraz okumalar yaparak yeni keşiflere çıkabilmek noktasında. Hatta daha iddialı birşey söylemek istiyorum; bence Risale-i Nur’dan bir eseri okurken yanında aynı meseleyle ilgili başkalarının da söylediklerini aktarabilsek ve meseleyi muvazeneli bir şekilde sunabilsek muhteşem açılımlar yapabiliriz. Bizim en büyük eksikliğimiz şu cümleyi yanlış anlamamız: “Risale-i Nur yeter!” Evet, Risale-i Nur elbette yeter, ama onu virde veya garnitüre çevirmezseniz yeter. Yoksa hep bir eksiklik hissedersiniz.

Bu yazı da çok uzadı. En iyisi bu meseleyi birkaç yazıda daha ele alıp bir yazı serisi oluşturmak. Benim zihnimin de açılması ve üzerinde konuşacağımız yeni meselelerin de şekillenmesi açısından yorumlarınızı ve görüşlerinizi yenirenkler@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. Bu konular üzerine daha çok konuşmak gerek. Zira bence şu soru cevap faslı ki; tıpkı Münazarat’ta olduğu gibi ve tıpkı Lahikalar’da bir ağabeyin dediği gibi “ilim çıkmasına” neden oluyor. Biz her sorumuzda ve her cevap arayışımızda Allah’a ihtiyacımızı açıp ilim talep ediyoruz. Allah dualarımızı tekrar tekrar kabul buyursun, amin.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...