Sagopa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sagopa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mart 2017 Cuma

Latifleşme çabaları (3): Ayna nasıl özgür olur?

"Ben bir cümlelik nokta değilim."
Sagopa Kajmer, Neyim Var ki?

İslam'ın bize öğrettiği varlık algısı ile hürriyet tanımımız arasında yakın bir ilişki var. Biz, mana-i harfîyiz, yani arızîyiz. Aslolan biz olmadığımızdan tanımlarımızın tamamı gayba bakar. İfadelerimiz noktasını ebedde bulur. Ötemizde olan şeylerle kendimize anlam ararız. Bizle başlayan ve biten cümleler ruhumuza ağır gelir. Bizim sadece parçası olduğumuz ebede uzanan cümlelere talibiz. Dolayısıyla bize kim bakarsa 'dolayısıyla' baksın isteriz.

Kendimizi tarif ederken varlığımızın zayıflığına vurgu yaparız. 'Bismillah' der başlarız mesela. 'Elhamdülillah' der bitiririz. "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki!" buyururken Aleyhissalatuvesselamın bize öğrettiğidir bu. Asla atıflar yaparak aslolanın biz olmadığımızı ortaya koyarız. Bizzat varolmak istemiyoruz! Evet, istemiyoruz! Çünkü onda hayır/varlıksallık bulmadık. Bizzat varolmak varlığımızın zatımızla birlikte yokolması anlamına geliyor. Fakat birşeye dair olursak dair olduğumuz varoldukça varolacağız. Çünkü hep onunla olacağız. Zaman bizi nereye savurursa savursun. Bir kere girdik o sonsuz kareye. Ne mutlu! Şu baki cümleye yalnız başına anlamı olmayan bir 'ile' veya bir 've' veya bir 'ki' gibi sıkışsak yeter. Bizim birşey olmamıza gerek yok ki artık! Cümle birşey olsun yeter. Elifimizi cümlede erittik. Kendimizden aşkınız.

Arızî olanın hürriyeti asıl olanın hürriyeti gibi değildir. Madem ki; hürriyet varoluşa bakar, yani varolanın varolabileceği kadar ve şekilde varolabilmesidir özgürlük, o halde Kadîm ve Kayyum olanla mümkin ve arızî olanın hürriyeti bir olmaz. Her zaman ve hiçbirşeye muhtaç olmadan varolanla sonradan ve herşeye muhtaç olarak varolanın varlığı bir değildir. Dolayısıyla o varlığın sınırlarının arttırılmasında veya tayininde onun hali Rabbisinin hali gibi de değildir.

Allah şanı ve hikmeti neyi dilerse onu yaratır ve yapar. Fakat sen canın ne isterse onu yapamazsın. Senin varlığının devamı ve selameti seni varetmeye devam edenin yaratışına bağlıdır. O yaratışın şekli dileyişine bağlıdır. O dileyişin şekli rızasına bağlıdır. Onu kendinden razı etmezsen cennet aynasından alıp vücudunu cehennem aynasına yansıtabilir. Dünya perdesinden çekilen vücudunu cehennem perdesinde gösterebilir. Hem yalnız bu kadar da değil. Mürşidim diyor ki: "Eşya vücuda geldikten sonra da Saniden alâkası kesilmez. Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için daima Sanie muhtaçtırlar."

Her an için Allah'a muhtacız. Sadece acıktığımızda, sadece canımız yandığında, sadece hasta olduğumuzda, sadece parasız kaldığımızda, sadece birşeyi arzuladığımızda, sadece korktuğumuzda değil. Bir önceki andan tastamam bağımsız diğer anın varlığı için Allah'a muhtacız. Perdede yansıyan filmin projeksiyona muhtaçlığı gibi muhtaçlığımız var. Işığını bizden kesse mahvoluruz çünkü. Karelerden hiçbiri bir diğerinin yaratıcısı değil.

Önceki Ahmedlerden hiçbirinin sonrasındaki Ahmedleri yaratacak gücü yoktu. Yatay düzlemde ve eksik boyutta nasıl göründüğü önemli değil olayın. Ahmed'in Ahmed yaratacak gücü var mı, yok mu, o mühim. Hiçbir Ahmed'in hiçbirşeyi yaratacak gücü olmadı. Ahmed Ahmedleri seyretti sadece. Kendisine biçilmiş gömleklerin içlerinden geçti. Tıpkı bir çizgifilm karakteri gibi. Tek farkı, bu çizgifilmin çizeri, karakterinin iradesine de cüz'i bir 'isteme' alanı verdi.

Dolayısıyla varolan aslolanın rızasını aramak zorundadır. Üzerinde yansıyan güneş yüzünden değer gören bir ayna "Nerede istersem orada dururum!" diyemez. Durdurmazlar. O ancak güneşi gösterdiği yerde kıymetlidir. Göstermedikten sonra kıymeti kalmaz. Yanmayan ampulleri kim takılı tutar? Delik bardakla kim birşey içer? Bizim göstermeye de, yanmaya da, tutmaya da ihtiyacımız var. Bu bizi bizzat değil dolayısıyla özgür yapıyor.

"İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu; şeriat da hürdür, meşrutiyet de. Mesail-i şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz!" derken mürşidim de buna işaret ediyor. Sen ne kadar hür olsan yine abdullahsın. Yine dolayısıylasın. Kayyum'unun seni yaratmasına muhtaçsın varolmak için. Dünyadaki ihtiyaçlarının çokluğu sana bunu hatırlatıyor. Yaraların hep bunun şahidi. Acıların, tanıştığın ihtiyaçların ve güç yetiremezliklerinin delili. Aczin ve fakrın tam burada 'makbul bir şefaatçi' oluyor. Aynalıkta hüner kazan ki güneş sende hep yansımak istesin. "Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir." Aynanın sadakati güneşin rızası yönüne dönmekten başka nedir ki?

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...