Volkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Volkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2025 Pazartesi

Yoksa Zülkarneyn aleyhisselam 'Santorini patlamasını' mı gördü?

 Aylar önce bir dostum 'epey de takipçisi olduğunu söylediği' bir ateistin sorularını yolladı bana. "Bunların cevabı verilirse kanalımda yayınlayacağım!" demiş. Hey yavrum hey! Başta ürktüm açıkçası... Evet. Meydan okumayı görünce insan ciddi birşeylerle karşılaşacağını sanıyor. Fakat, hayır, hiç de öyle olmadı. Tam anlamıyla fiyasko! Omuzlarının üstünde saksı gezdirmeyen herkesin içinden kolaylıkla çıkacağı meselelerle karşılaştım. Ve bir kez daha "Ateistleri gözümüzde fazla büyütüyoruz!" hakikatine ulaştım. Cevaplarken de muhatabımla dalga geçmemek için zor tuttum kendimi. "Belki damarına dokunup mümkün-muhtemel hidayetine engel olurum..." diye düşünmesem hiç böyle yapmayacaktım. Epey de eğlenecektim.

Neyse. Uzatmayayım. Mesela: Suallerinden birisi Zülkarneyn aleyhisselamın kıssasıyla ilgiliydi. Hani Kehf sûresinin 86. ayetinde kısacık bir mealiyle buyruluyor: "Nihayet batıya vardığında güneşi balçıklı bir suda batarken gördü." İşte sualcimiz de bu ayet hakkında diyor: "Güneşin balçıklı bir suda batması nasıl mümkün olabilir? Bugün astronomi ilmine sahip olan herkes bilir ki böyle birşey vâki değildir. Güneş uzaydadır. Gün de dünyanın kendi etrafında dönüşüyle oluşmaktadır. Yoksa güneşin çamura girmesiyle değil." Oy, oy, oy... Vay, vay, vay... İnsan gerçekten hayret ediyor. Hatta bir de "Yoksa edebiyat dersleri mekteplerden kaldırıldı mı?" diye endişeleniyor.

Zira ayeti bu şekilde 'zâhirine hapsederek' anlamak ancak edebiyattan hissesi sıfır olmakla mümkündür. Yani; bir âdem 'mecaz' nedir, 'benzetme' nedir, 'tasvir' nedir, ne çeşitleri vardır... vs. bilmez; hiçbir şekilde gündelik hayatta kullanmaz, kullananana da rastlamaz veyahut rastlasa da anlamaz; ancak o zaman Furkan-ı Hakîm'e böyle bir suçlama yapar. Fakat, demek ki, biz bu arkadaşların dünyasından epey kopmuşuz. Paralel evrene geçmişiz. Veya o arkadaşlar normal dünyadan epey kopmuşlar. Google'da şöyle birkaç tıklamalık bir arama yapıp ayetin herhangi bir tefsirini dahi okumuyorlar. Evet. TDV İslam Ansiklopedisi'nin uzunca 'Zülkarneyn' maddesine bile bakmıyorlar mesela. Çünkü orada katılacağınız-katılmayacağınız birçok yorum/tefsir altalta sıralanmış veriliyor.

Oraya da geleceğiz. Lakin önce mürşidimizin metinlerine bir bakalım. Bediüzzaman Hazretleri, Lem'alar'da, bu ayet hakkında gelen suali şöyle bir cümleyle karşılıyor: "Âyât-ı Kur'âniye, üslûb-u Arabiye üzerine ve zâhir nazara göre umumun anlayacağı bir tarzda ifade ettiği için, çok defa teşbih ve temsil suretinde beyan ediyor." Yani, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, böyle suallere sahip olmanın temelinde yatan şey 'edebiyatın inceliklerinden bihaber olmak'tır. Kur'an'ın anlaşılmasının da bir usûlü vardır. Belagatının farklı boyutları vardır. İhtisas isteyen yanları vardır. Maalesef, şimdi eline meal alan herkes müfessir kesildiği için, ortalık karışmıştır. Hakikate dönersek cevap şudur:

"(...) güneşin, hararetli ve çamurlu bir çeşme gibi görünen Bahr-i Muhit-i Garbînin sahilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde gurup ettiğini Zülkarneyn görmüş. Yani, zâhir nazarda, Bahr-i Muhit-i Garbînin sevâhilinde, yazın şiddet-i hararetiyle etrafındaki bataklık hararetlenmiş, ebahhur ettiği bir zamanda, o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası suretinde uzaktan Zülkarneyn'e görünen Bahr-i Muhitin bir kısmında, güneşin zâhirî gurubunu görmüş. Veya volkanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başında, yeni açılmış ateşli gözünde, semâvâtın gözü olan güneşin gizlendiğini görmüş. Evet, Kur'ân-ı Hakîmin mucizâne belâgat-i ifadesi bu cümle ile çok mesâili ders veriyor. Evvelâ, Zülkarneyn'in mağrip tarafına seyahati, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve güneşin gurup âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika'nın tamam-ı istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret eder."

Peki Zülkarneyn aleyhisselam kimdir? TDV İslam Ansiklopedisi'nin maddesine baktığınızda kesinlik ifade etmeyen birçok tefsirin yapıldığını görürsünüz: İran'da hüküm süren hükümdarlardan bazıları olabileceğine dair tahminler vardır. Yemen hükümdarlarından birisi olabileceğine dair tahminler vardır. (Bediüzzaman da etimolojik bir çıkarımla böyle olabileceğini söyler. Mezkûr maddeden anladığımız kadarıyla bu konuda yalnız da değildir. Birunî gibi isimler de böyle düşünmektedir. Fakat daha başkaları da 'olamayacağını' söylemişlerdir.) Hatta Yunan hükümdarlarından birisi olduğunu söyleyenler olmuştur. (İskender'in Zülkarneyn aleyhisselam olabileceği tahmin edilmiştir. Bediüzzaman da, tıpkı Fahrüddin-i Râzî Hazretleri gibi, bu ihtimale katılmaz. Evet, o, Zülkarneyn aleyhisselamın İskender'den evvel yaşadığını söyler.) Hülasa: Tahminler çoktur. Hakikatini ancak Allah bilir. Bize nasslarımızın söylediği ise, doğuya ve batıya seferler düzenleyen, hikmet sahibi bir hükümdar olduğu bilgisidir.

Şimdi yazının asıl konusuna gelelim. Bugünlerde Santorini yanardağında yeni yeni kıpırdanmalar oluyor malum. Adalar denizi sıksık depremlerle sarsılıyor. Ne diyelim? Günahımız çok. Yunanlıların günahı bizden de çok. Başımıza ne gelse hakedecek kötülük mevcuttur. Hüda taksiratımızı affetsin. Bizi azabıyla değil rahmetiyle terbiye etsin. Âmin. Fakat burada şöyle ilginç birşey var: Bediüzzaman Hazretleri, Zülkarneyn aleyhisselamın batıya yaptığı seferin 'volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini' beyan ediyor. Evet. En azından ayetin tefsirlerinden-tevillerinden birisinin bu olabileceğini söylüyor. "Veya volkanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başında, yeni açılmış ateşli gözünde, semâvâtın gözü olan güneşin gizlendiğini görmüş..." Eğer TDV İslam Ansiklopedisi'nin mezkûr maddesine geri dönersek orada şöyle bir bilginin verildiğini de görüyoruz:

"Ebü’l-Kelâm Âzâd’a göre Zülkarneyn’in Büyük Koreş olduğunu gösteren bir diğer delil, Daniel’in rü’yetindeki iki uzun boynuzlu koç imgesinin Med ve Pers krallıklarını birleştiren kişi olarak yorumlanması ve tarihte bu iki krallığı birleştiren kişinin de Koreş olmasıdır. Ayrıca arkeolojik kazılarda İstahr şehrinde bulunan ve Koreş’e ait olduğu kabul edilen heykelin baş kısmında iki boynuz kabartması yer almaktadır. Öte yandan Koreş’in doğuya ve batıya seferler düzenlediği, batı seferinde Lidyalılar’ı mağlûp ederek Ege denizine kadar ilerlediği, doğu seferinde ülkesinin sınırlarını güneydoğu ve Orta Asya’ya kadar genişlettiği, kuzeyde ise İskitler/Sakalar üzerine seferler tertip ettiği bilinmektedir (Ebü’l-Kelâm Âzâd, S̱eḳāfetü’l-Hind, I/1 [1950], s. 60-62, 71; I/3, s. 26-27, 32). Bütün bunların yanında Kafkasya bölgesinde Viladikafkas’ı Tiflis’e bağlayan yol üzerindeki Daryal Geçidi eski Ermeni kitâbelerinde Koreş Geçidi adıyla anılmaktaydı (Şîrâzî, VII, 589)."

Baştan beri beyan ettiğimiz gibi: Bütün bu okumalar "Allahu a'lem!" kaydıyla kayıtlıdır. "En doğrusunu ancak Allah bilir!" bağıyla da bağlanmıştır. Tartışmasız. Fakat, bidayetteki sual sahibi arkadaş gibi başkalarının da sualleri varsa, şöyle diyebiliriz: Wikipedia'da dahi 'Minos Patlaması' diye arattığınızda, yaklaşık 3600 yıl önce gerçekleştiği tahmin edilen, bir büyük volkanik faaliyetten bahsedildiğini görebiliyorsunuz. Yeri? Yeri, işte, tam da şimdi kıpırdanmakta olan Santorini adası civarı. Bu öyle büyük bir patlama olmuş ki, kayıtlara göre, sesi Mısır'da dahi işitilmiş. Teferruatına dair bilgiler çok. Şu sıralar bültenlerde de çokça paylaşılıyor. Bir özet bırakıp geçelim:

"Minos patlaması aynı zamanda Thera Santorini (M.Ö. 1600) patlaması olarak da bilinmektedir. Tarihte bilinen en geniş patlamalardan biridir. Patlama Thera Adası ve Minion yerleşiminde meydana gelmiştir. Girit kıyısındaki ada ve tarım alanlarını da kapsamaktadır. Patlama konusunda kesin bilgiler yoktur ama Yunan mitolojisinde geçtiği söylenmektedir. Mısır'daki gürültünün de bundan kaynaklandığı düşünülmektedir. Patlamanın eski kayıtları net olmamasına rağmen Mısır'daki Tempest Stele'sinde tarif edilen büyük fırtınanın bu olabileceği düşünülüyor. Çin Bambu yıllıklarında da volkanik kış ve belirtilen soğuk dalga ile bulgular çakışmaktadır."

Şimdi, yine "Allahu a'lem!" demeyi ihmal etmeden konuşursak, eğer Zülkarneyn aleyhisselamın seferi Adalar denizine doğru olmuşsa, yani Ege sahillerine kadar erişmişse ve bu sefer tam da 3600 yıl öncesi civarında gerçekleşmişse, evet, güneşin batışını Santorini'deki bu kıyamete doğru izlemiş olabilir. Yani Bediüzzaman Hazretlerinin bu okuması gerçekleşmiş sayılabilir. En doğrusunu Allah bilir. Yani, ateist arkadaşım, güneş sahiden çamurun içine batmıyor. Bunu müslümanlar da biliyor. Hem de epeydir biliyor. Fakat Zülkarneyn aleyhisselamın gözüne öyle bir manzara görünmüş olabilir. Kur'an da onun bu celalli hâdiseye bakarak yaşadığı hayreti bize pekçok hikmetlerle aktarıyor denilebilir. Ne diyelim? Cenab-ı Hak tekrarını yaşatmasın. Âmin. Allahümme âmin.

25 Kasım 2023 Cumartesi

Celal Şengör neden ölmek istemiyor?

“Sevgili dostlarım, kusura bakmayın, Azerbaycan’a gelemedim. Çünkü zatürre oldum. Doktor da '15 gün yatağında kalacaksın!’ dedi. Ben de yatağımdayım zaten. Öksürüp duruyorum. İnşallah çabuk geçer. Mayıs ayında Azerbaycan’a gelebilirim. Gelmeyi çok istiyorum. Çamur volkanlarını görmeyi istiyorum. Görüşmek üzere...”

Geçtiğimiz Nisan ayında rahatsızlanan Celal Şengör'ün mezkûr sözleri medyada-sosyalmedyada epey gündem olmuştu. Pek merak ettiği çamur volkanlarını daha sonra görmüş müdür bilmiyorum. Fakat, Hüda'nın bahşıyla, arzu ettiği şekilde sıhhate kavuşturulduğunu biliyorum. (Kendisi Hüda'dan bilmese bile şifa ancak 'inşaallah'la olmuştur.) Yanlış anlaşılmasın. İşin magazin tarafıyla da ilgileniyor değilim. Fakir, her zaman olduğu gibi, tefekkür ekmeğimin derdindeyim. Fakat, laf lafı açıyor, bilimadamı da bilimadamını çağrıştırıyor, makamı gelmişken bir başkasından daha alıntı yapmak şart oldu. Japon asıllı fizikçi Michio Kaku 'Paralel Dünyalar' isimli kitabında diyor ki:

"Büyük Patlama mükemmel simetriye sahiptiyse ya da yoktan varolduysa şekillenmek için eşit miktarda 'madde' ve 'karşıt madde' olmasını beklememiz gerekir. Öyleyse biz neden varız? Rus fizikçi Andrei Sakharov'un bu sorunun yanıtına ilişkin önerisi orijinal Büyük Patlama'nın hiç de mükemmel bir simetri taşımadığı yönünde. Yaratılış anında madde ve karşıt madde arasında ufak bir miktar simetri kırılması olmuştu. Böylelikle madde 'karşıt maddeye baskın gelerek' çevremizde gördüğümüz evreni olanaklı kıldı. Eğer evren 'yoktan' varolduysa o zaman muhtemelen hiçlik tam olarak boş değildi de az bir miktar simetri kırılması taşıyordu. Ki günümüzde maddenin karşıt madde üzerindeki hafif egemenliğine olanak sağladı. Bu simetri kırılmasının kökeni halen anlaşılabilmiş değildir."

İşte 'Rahmetim gazabımı geçmiştir' sırrına buradan bir parça yaklaşabiliyorum arkadaşım. Hatta kainata baktığımda da, 'Allahu a'lem' kaydıyla diyeyim, cemalin celale galip oluşu dikkatimi çekiyor. Evet. Uyanmamdan gözümü kapamama kadar geçen zamanı mekan mekan, olay olay, nesne nesne hatırıma getirmeye çalışıyorum. Hüsün açıkça baskın görünüyor. Varolmayı güzel buluyorum başta. Hayatı güzel buluyorum. Zaten birkaç sıhhat-i fikrini yitirmişin dışında kimse intiharı istemiyor. Kimse yokluğu istemiyor. Hatta, hayatın yaşanırken tamamen anlamsız, tadılırken hâzâ acı, sonucu itibariyle ise kaskatı hiçlik olduğunu savunan ateistler bile ölmek dilemiyorlar. Varlığın kaostan ibaret olduğunu savunan Celal Şengör de, ne gariptir, ölmeyi dilemiyor. Bir saniye. Yahut da şöyle düzeltmeli biraz evvel söylediğimi: Algım cemali seçmeye daha yatkın görünüyor. Onu daha iyi tanıyorum. Hiç celalî hâdiseler yaşamıyor değilim. Varlar tabii. Lakin oranları o kadar düşük kalıyor ki. Kıyaslayınca apaçık görüyorum.

Tıpkı mürşidimin Muhakemat'ta söylediği gibi:

"Ukul-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir. Şöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise, kavâid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nevide olan hüsn-ü intizamına keşşaftır. Demek cemi' fünun, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet, külliyet intizama delildir. Zira bir şeyde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahitleri tezkiye eden nazar-ı hikmetle istikrâ-i tâmmdır. Fakat bazan intizam görülmüyor. Çünkü dairesi ufk-u nazardan daha geniş; tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor. Binaenaleyh, umum fünunun şehadetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikrâ-i tâmmın tasdikiyle sabittir ki: Hilkat-i âlemde maksud-u bizzat ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayır ve hak ve kemâldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise, tebeîye ve mağlûbe ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet etseler de, muvakkattir."

Parmağıma batan diken sayısı gözümü okşayan çiçek sayısından çok düşük. Üstelik güzelliğin sûretlerinden yalnızca birisi çiçek. Sayısız başlıktan birisi. Onun da sayısız altbaşlığı var. Gözümü kenara koyup kulağımla bakıyorum bu defa âleme. Gökgürültüsünden başka korkutanım nerede? Güneşin sesi neden gelmiyor? Beni neden delirtmiyor, çıldırtmıyor, hayattan soğutmuyor? Hepsinden aşkın olarak varın varlıkta kalması da cemalin celale baskın oluşunu haber vermiyor mu? Aslolan sanki cemal de celal arada bir kendini gösterip gidiyor sadece. Böylece güzellik de görülebilir oluyor. Karanlık ne kadar az da olsa ışığın lazımıdır. Zıtlar birbirinin ihtiyacıdır. Algı kıyasla ayakta durur. Sıcak soğukla bilinir.

Kıyamete kadar böyle sürüp gidecek. O geldiğinde herşeyin dengesini ademden yana değiştirecek. Fakat, dikkat, kıyamet de sonsöz değil. Hilkatin diyeceği daha çok şey var. Göz görmemiş, kulak işitmemiş, kalb-i beşere hutûr etmemiş... Ahiret gelip kıyametle oluşan ademî hali hayra tebdil edecek. Nihayet varlık kazanacak. Varlar ebediyyen varolacaklar. Âdemler bir daha adem yüzü görmeyecekler. Çünkü Yaratan ademe değil vücuda taraftar. Çünkü Onun rahmeti gazabını geçti. İlahlığın şan u keremi böyle iktiza etti. Varlıktaki tasarrufundan tanıyorsun zaten Onu. Varın vardaki ısrarından tanıyorsun.

Süleyman Hayri Bolay, Batı Aklına Karşı Türkiye'de, Henri Poincare'den şöyle bir alıntı yapıyor: "Tabiat güzel olmasaydı bilinmek zahmetine değmeyecekti." Bunu böyle demekle Poincare'nin maksudunun da şu olduğunu zikrediyor: "Bilimadamı tabiatı güzel bulduğu için inceler..." Ona elbette hakveriyorum. Zira merakın kamçısı her zaman ilgidir. İlgiyse, açık bir ihtiyaçtan doğmadığında, gizli bir iştiyaktan kaynaklanır. Her cazibenin arkasında 'Cümle Çekim Güçlerinin Sahibi'nin imzası vardır. Fakat biz bu ilginin merkezini de çoğu zaman karıştırıyoruz. Onlar, 'Güzeller Güzelini' bildirmek için elçilerken, Güzeller Güzelini bırakıp elçilere âşık oluyoruz. Böylece işaretlerdeki güzellik de tuzak haline geliyor. İmkandan imkansızlığa dönüşüyor. Han safâsına meftun yolcu menzilinden mahrum bırakılır.

Eğer celal cemale baskın olsaydı, eşyayı araştırmaz, ondan kaçardık. Manzarasına gözlerimizi kapardık. (Nasıl ki korktuğumuzda yapıyoruz.) Seslerine kulaklarımızı tıkardık. (Nasıl ki ürktüğümüzde yapıyoruz.) Dokunuşlarından tenimizi sakınırdık. (Nasıl ki incindiğimizde yapıyoruz.) Değil derince tefekkürü, küçükçe hatırlaması dahi, hicrana boğardı yüreğimizi. (Nasıl ki sancılarımızı hatırlamak istemiyoruz.) Yani ki arkadaşım, bugün bize vazgeçilmez gelen varlık, hayattan vazgeçmemizin en mücbir sebebi olurdu. Fakat Onun rahmeti gazabını geçti. Kendisini bize kahrıyla değil keremiyle bildirmek diledi. Varlar varlıkta kalmalarını Ona borçlu oldukları gibi varlıktan memnun olmalarını da Ona borçludurlar. Öyle ki, varlığından memnun olmayaydı âdem, ademden pek bir farkı kalmayacaktı. Yaşamanın yollarında Hakîm-i Rahîmini aramayacaktı. Duracaktı Donacaktı. Zira korkacaktı.

Bilim denilen hiçbirşey vücuda gelemeyecekti. Merak diye birşey hiç tadılmayacaktı. Seyir diye bir zevk varolmayacaktı. Beşer bilmenin yollarına asla koyulamayacaktı. Korku hepsini yutacaktı çünkü. Akıl hepsinden kaçacaktı. Evet. Evet. Evet. "Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edersiniz?" diye sorulduğunda gayrı bunu da anımsa arkadaşım. Yoksa, aman, cehennemin volkanlarını da görürsün. Buradaki volkanları 'Şengör'mek mümkün olabilir de oradakileri şen görebilmek muhal içre muhaldir.

'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor

"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..."  Münazarat'tan....