Dün sosyalmedyadan paylaşırken hakkında yazmaya çok da niyetli değildim. Yani 'yazı kadar meşgul olmayı' gerekli görmüyordum. Fakat, sanki sözleşmişiz gibi, gecesinde gündem olan Ümit Özat'ın açıklamaları, hakkında birkaç şey karalamanın faydasına inandırdı beni. Neydi konu peki? İşte ona şöyle bir eşikten giriş yapalım: Bugünlerde George Orwell'ın Dali'den Karakurbağasına Bazı Düşünceler'ini okuyorum. Orwell'ın değişik dönemlerde, konularda ve yayınlar için yazdığı makale, deneme ve hatıralarından oluşuyor. Güzel bir kitap. Ufuk açıcı gözlemler-tenkidler içeriyor. Her neyse. Geneli hakkında konuşmayı terkedip hızla asıl konuya gelelim: Kitabın içinde Su Altında Ay başlıklı bir yazı da var. Bu yazıda Orwell mezkûr isimde ama varolmayan bir içkili mekana dair düşlerini kaleme alıyor. Daha doğrusu: "Londra'da nasıl bir pub olsa güzel olur?" önerilerini yazıyor. "Aman, tamam, bize ne canım bu mendebur işten?" diyebilirsiniz kârilerim. Sakın! Zurnanın zırt dediği yere geldik çünkü.
Yazının bir yerinde Orwell 'içkili mekanlara çocukların alınmamasını' eleştiriyor ve bu türden bir yasağın 'ailenin biraraya gelişini engellediğini' ifade ediyor. Gerekçesi ise şu: Bir mekana çocuklar alınmazsa çocuklu kadınlar da o mekana giremezler. O zaman mekan erkeklerin egemenliğine bırakılmış olur. Bu da aile birliğine zarar veren birşeydir. Kendisinin bu talebe işaret ettiği yerde söyledikleri ise şöyle: "Kurallara göre yalnızca bahçede bulunmalarına izin verilen çocuklar genelde pub'a sızıp bazen anne ve babalarının içeceklerini bile taşıyorlar. Bildiğim kadarıyla pub'a girmeleri kanunen yasak fakat böyle yasalar çiğnenmeyi hakediyor. Çünkü çocukları, dolayısıyla belli ölçüde de kadınları, dışlayan yasalar yüzünden ailelerin buluşması gereken yerler olan pub'lar içki satan sıradan dükkanlara dönüşüyor."
İşte bu metni okuyunca hissettiğim bir tuhaflık bana 'hakkında düşünülesi' geldi. Neydi peki o tuhaflık? Orwell'ın talebini bina ettiği zaruret durumunun benim açımdan öyle olmadığını ve dolayısıyla üzerine bina ettiği talebi de bir parça 'gülünesi' bulduğumu hissettim. Hatta, sadece ben de değil, herhangi bir müslümana böyle bir talep ifade edilse alacağı karşılık herhalde şuydu: "Yok mu lan ailenle gidecek başka mekan? Zıkkımlanmasan ne olur? Bir de çoluğunu-çocuğunu da götürmek istiyor rezil herif! Cık, cık, cık." Evet. Alıncak cevap aşağı-yukarı buydu. Çünkü bir müslümanın zaruret algısı elbette bir gayrimüsliminki ile bir değildi. Hele hele alkol gibi, bırakınız zaruretini, haramlığı sözkonusu olan bir meselede standart bir müslüman hak talebi falan tanımazdı. İçi kaldırmazdı. Tıpkı Bediüzzaman'da olduğu gibi:
"Zaruret, eğer haram yoluyla olmamışsa, haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa, su-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuşsa, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Meselâ, bir adam, su-i ihtiyarıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufâtı, ulema-i şeriatçe aleyhinde câridir, mazur sayılmaz. Tatlik etse, talâkı vaki olur. Bir cinayet etse, ceza görür. Fakat su-i ihtiyarıyla olmazsa talâk vaki olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki müptelâsı, zaruret derecesinde müptelâ olsa da diyemez ki: Zarurettir, bana helâldir."
Yani Orwell'ın, içki içmeyi zaruret, içerken aileyle birlikte zaman geçirebilmeyi ise bir hak olarak görmesinden kaynaklanan 'çocukların da içkili mekana girebilmesi' talebi bizim için baştan dansa yanlış ayakla başlamış bir hürriyet talebidir. Bir insanın böyle bir zaruret yaşadığına/yaşayacağına imanımız olmadığından üzerinden gelişen talebe de taraftarlığımız olmaz. Hatta, işte bana olduğu gibi, durumu bir parça 'gülünesi' bile bulabiliriz. Fakat ahirzamanda özgürlük (ve özellikle de liberal özgürlük) talepleri müslümanın kalp ve zihin dünyasını öyle karıştırmıştır ki, şu tarz bir talep bugün dillendirilse, buna taraftar çıkan müslümanlar olabilir. Bunu da özgürlükten sayabilirler. Neden? Çünkü zaruriyatlarını kendi özlerine göre değil elin sözlerine göre inşa etmişlerdir. Onlar için her ihtiyaç bir tür zarurettir.
Peki Ümit Özat'ın bu yazıyla ne ilgisi var? Özat dün bir maçtan sonra şöyle bir açıklama yaptı: "Pote'nin durumu ortada. 'Oruç tutma' dememize rağmen maalesef. Orucun telafisi var ama maçın telafisi yok. Kendisiyle birebir konuşacağım. Hiçbirşey ekmeğini yediğin yerden önemli değildir. Bizler müslümanız elhamdülillah. Sen burada yirmibin taraftara, maddi-manevi emek harcayan taraftara, takım arkadaşlarına, bizlere... Bir gün tutma arkadaş. Bu zor birşey değil ki. Bir şehrin kaderiyle oynamasına müsaade etmem. Biraz daha duyarlı olmak lazım. Bugün mağlup da olabilirdik. Kim der: Pote oruç, Ahmet oruç, Mehmet oruç."
İslam'da orucun-Ramazan'ın ehemmiyetine dair azıcık malumatı olan herkesin içini yakan şu sözlerin, Orwell üzerinden de dikkat çektiğimiz, 'paradigma kaymasıyla' ilgisi var bence. Özat takımının maç kazanmasının oruçtan daha önemli birşey olduğunu düşünüyor. Ekmeği asıl yediren, yani Rezzak-ı Hakiki olan Allah'ın da yalnızca bu rızka aracılık yapan, yani maaş veren futbol kulübünün önüne geçemeyeceğini sanrılıyor. Daha doğrusu: Kalbinde tuttuğu yanlış zaruriyat sıralaması nedeniyle bunun haklı bir talep olabileceğini düşünüyor.
Halbuki eğer bir küfür beldesine yaşamıyorsak, ki çok şükür yaşamıyoruz, burada zaruriyat talebinin yüzünü dönmesi gereken yer Pote değil TFF. Yani Türkiye Futbol Federasyonu. Hatta UEFA'nın bizzat kendisi. Cristmas'ı tanıyan ama Ramazan'a karşı körebe oynayan sisteme bir haklı talep iletmemiz gerekiyor kendi zaruriyatımız üzerinden. Halbuki, Bediüzzaman'ın da metninin devamında ifade ettiği gibi, bugünün keserleri hep bizden yontuyor:
"İşte, şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları müptelâ eden, bir beliyye-i âmme suretine giren çok umurlar vardır ki, su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüt ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup haramı helâl etmeye medar olamazlar. Halbuki, şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer'iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir; semâvî olamaz, şer'î değil. Halbuki, semâvât ve arzın Hâlıkının ahkâm-ı İlâhiyesinde tasarruf ve ibâdının ibâdâtına müdahale o Hâlıkın izn-i mânevîsi olmazsa, o tasarruf, o müdahale merduddur."
Ancak, yukarıda da söylemeye çalıştığımız gibi, zihinlerimizde büyük bir tahriş var. Kalplerimiz kendi zaruriyatını savunabilecek gücü yitirmiş durumda. Genel olanın norm haline geldiği ve bu genelin de genelde Batı tarafından belirlendiği bir çağdayız. Dün rüyamızda görsek sabah beladan korunmak için sadaka dağıtacağımız kabusları normal karşılar olduk. Hatta arkalarında durur olduk. Bugün eşcinsellerin özgürlüğünü savunan dindar gençler var. Neden? Kendi imanına sahip değil çünkü. En azından zaruriyat algısı yerinden oynamış. Liberal taleplerin zaruriyattan sayılması yedinci bir iman hakikati olarak itikadına yerleşmiş. Dinin buna engel olması gerektiğini bırakmış 'müsaade etmemesinden' hesap sormaya başlamış. Ne diyelim? Cenab-ı Hak tekrar bize Ehl-i Sünnetin temelleri üzerinden yükselebilmeyi nasip eylesin. Yoksa kıyamet kopsun. Daha fazla rezillik çıkmasın.
Zaruriyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zaruriyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Mayıs 2019 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...