Kur'an, arayanların kitabıdır. Bulmuşların(!) değil. Bilme'nin sonuna geldiklerini sananların hiç değil. Ne zaman böylesine rastlasan, Kur'an'ın gırtlağından aşağıya inmediği görürsün. Okudukları ona birşey söylemez olur, çünkü nüzul sebebi yoktur. Vahyin kalbe inebilmesi için ona nüzul sebepleri gerek. Tıpkı Asr-ı Saadette olduğu gibi. Hayatında bir yerlere koyabilmelisin onu. Birşeylere bağlamalısın. Birşeylerine deva olmalı. Birşeylerine ışık tutmalı. Yahut o birşeyler, seni, Kur'an'a bakmaya zorlamalı. Hayatla olmalı yani, ötesinde değil.
Kur'an bir kitaptır; evet, doğru. Fakat yalnızca bir kitap değildir. Bir mürşiddir o. Hem de hayatının her yerinde, her an'ında bir mürşid. Bir kere okunup yola çıkılması gereken değil; yolda hep yanında bulunması/bakılması gerekendir. Nasıl anlatmalı bunu? O bir kere değil, her kere inendir. Bir yere değil, her yere inendir. Bir zamanla değil, her zamanla konuşandır. Bir insana değil, her insana bakandır. İki kapak arasına almakla bitti zannetme. Tek kitap olması vahidiyetin tecellisidir. Herkesle ona özel konuşması ehadiyetin cilvesidir. Yeter ki; hayatını tara, nüzul sebeplerini gör, nur-u tevhid içinde sırrı ehadiyet inkişaf etsin, bağlantıları keşfet. Zaten tefekkür de bu arayışa denilir.
Bediüzzaman 'üç küllî muallimden' bahsediyor ya bir yerde. Kâinat, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam ve Kur'an diyor ya. İşte bu üç muallimi birlikte okursan açılıyor şifreler. Birbirinden ayrı tuttukça, kapanıyor. Kur'an bir kitap oluyor yalnız; Hz. Peygamber dersinin üzerinden zaman geçmiş bir öğretmen; kainat yalnızca dokunulan, tadılan, görülen, duyulan ve hissedilen.
Böyle yalnız yalnız olmamalı. Karşılaştırmalı ayetleri birbirleriyle. Yollar bulmalı birbirine varası. Bitirmemeli, hep okumalı. Safa ve Merve arasında koşar gibi aralarında koşmalı. Anlıyorum: Sana sadece Kur'an'da geçenleri ayet olarak öğretmişler. Halbuki tek öyle değil. Ayet, delil demek. Kainat ise, baştan aşağıya delil. Sen de bir delilsin. Senin içinde binler delil var. Birleştir uçlarını. Kainat, Kur'an'ı tefsir etsin. Kur'an, kainatı. Allah Resulü, ikisini birden. Müstemi ol, dinle hepsini.
Kur'an, sadece Allah'ın bize söylediklerinden oluşmaz. Söyletmek istediklerinden de oluşur. Cümle dua ayetleri böyledir aslında. Allah'ın bize söyletmek/düşündürmek istedikleridir. Ben de ne zaman Fatiha'yı okusam, Allahın benim dilimde görmek istediklerini Ona sunarken bulurum kendimi: "Nimet verdiklerinin yoluna ilet beni!" derim mesela, "Gazaba uğrayanların ve sapıtmışların yoluna değil."
Gazabı yalnız ahirette mi sanıyorsun? Hayır, hayır; doğru yolu kaybettiğin zaman, tekrar ona çıkıncaya kadar yaşadıkların hep gazaptır. Kaybolmak nasıldır bilir misin? Bir vakit kaybolmuşluğum var, iyi biliyorum: Hayatın azap kesilir. Kalbinde bir zakkum-u cehennem taşırsın ki, çektirdikleri, hakikat-i cehennemden beterdir.
Nereye baksan karanlık, karamsarlık, kararsızlık. Nereye baksan keder! Nereye gideceğin belli değil üstelik, bir sürü neydiğibelirsiz yol var. Azap şaşırtır seni; oradan oraya, oradan oraya koşarsın. (Bakara 17, 19; En'am 39, 122 ışık tutsun sana.) Canı yanan nereye koştuğunu nasıl bilemezse, gazaba uğrayan da nereye koştuğunu öyle bilemez, göremez, düşünemez. Yollar arasında savrulur durur. Sapıtmışlık da aslında budur. Bir kere değil, her keredir artık o sapış. Bir fiil değildir doğru yolda olmayanda sapkınlık, bir melekedir.
Acının aklını başından alması ve deliler gibi kurtulmak için başka acılara koşman. "Bu değil, şu değil, o da değil..." diye ağlaman. Susuzluğun geçsin diye deniz suyu içmen. Bunları düşünürken, Allah Resulünün münafık ahlakına dair tasvirlerini de hatırla. Yolların sayısını arttırmak, kurtuluş getirmez.
'Nimet verilmişlerin yolu...' bana mutluluğu bulduğum yer gibi geliyor. Çünkü kalpte karar olmazsa, nimet de hâzâ zehroluyor. Nedeni, niçini, niyesi belli olmuyor. Sana bütün nimetler üstünde bir nimet söyleyeyim mi? Doğru yolu bulmak, orada olduğunu tüm vicdanınla hissetmek, diğer bütün nimetleri nimet kılan asıl nimettir. Böyle düşününce; Fatiha'nın ahiri, zaten o yolu bulmakla asl-ı nimete kavuşmuşlara, ne güzel bir yol tarifidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder