13 Ocak 2015 Salı

İnsan kurgusunda hapsolmuştur

Tasannu sahibini asabileştirir. Takva, eğer içten dışa bir süreçle, dimağdaki meratibin tamamı aşılarak itikada dönüşmemişse, yani özünden (güzel olana dair bir gönül razılığından) can bulan bir hal değilse, yaşarken strese dönüşür. Öyle olmadığınız halde öyleymiş gibi yapmak, takvanın doğasında olan 'varlığa/fıtrata uygun adım atmak' değil, varlığınızla (evvelen kendi varlığınızla) savaşmaktır. İz'an etmediğiniz, hatta belki tasdik seviyesinde dahi sorunlarınız olan 'doğrulara' davranışsal tebaiyet göstermek (iltizam), 'basamakları atlamış olmanın yanetkilerini' sıkletiyle göstermeye başlar. Tavuğun yorulmadan serçeyi taklidi birkaç saniyedir.

Doğru şekilde atlatılmamış süreçler şeytan için kullanışlı malzemelerdirler. Vesvese bu boşluktan, yani ki cehaletten, yararlanır. Aleyhissalatuvesselam buyurur: “İblis safların arasındaki boşluklara girer.” Şer zaten ademîdir. Yokluksaldır. Varlığı boşluklara bağlıdır. Bu zaaftan yakalanmış bir insanın üzerinde toplum mühendisliği de kolayca yapılır. Yönlendirmelere açıktır çünkü. İltizamına tasdik veya iz'an aramayı akıl edemediği için aklı da fonksiyonunu hakkıyla icra edemez.

Ne olur? Başkalarının aklına teşne olur. Kendi yargıları netleşmediğinden havadan kanaat kapar. Umutsuzluk kapar. Öfke kapar. Manipüle olur. Değerini başkalarına ölçtürür. Onların gözünden kurgusunu izlemeyi sever. Takdir hastasıdır. Neyi ‘Allah rızası için’ neyi 'kalabalık ondan istiyor veya küser' diye yaptığı içdünyasında karışmıştır. Kalabalıkla, ama günübirlik kalabalıkla, birlikte hareket etmeye meftundur. Kemiyet ölçebildiği tek meşrulaştırıcıdır onun için. Menfaati de zaten kalabalığın kuyruğuna takılıdır. Hem asabiyet, hem kalabalık tutkusu, hem menfaat. Linç kültürü buradan beslenir. Kalabalık ‘ben’sel sorunların müsekkinidir.

Yalanın kötülüğünü bizzat içinde görmemiş, dili acılığına değmemiş, kötülüğüne 'mış gibi' iman etmiş bir müslümanın onu söylememek için verdiği savaş ‘kaplumbağanın kabuğuyla verdiği savaş’a benzer. ‘Yanlıştır’ demek istemiyorum. Kesinlikle demem. Yanlışla savaşmak asla yanlış olmaz. Ama usûlü zordur. Bazı zaman olur ki; böylesi zorlu kavgalara girenler, en nihayet pes eder, kabuğu benimserler. "Şeytan hem ye'sini, hem o zayıf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir; ya divane olur, yahut 'Her-çibâd-âbâd' der, dalâlete gider."

Risale-i Nur'u bir mürşid olarak bulmadan önce neden namaza başlayıp başlayıp tekrar bırakıyordum? Her tevbemin ömrü neden kısaydı? Neden müslümanlığım bana kurgusal/tasannu gibi geliyordu? Neden gaflet tekrar tekrar üzerine basıp düştüğüm, bazen irademle de aradığım, aynı muz kabuğuydu? Neden hayatım günahlar ve tevbeler döngüsünde sene-i devriyesini tamamlayamadan kıyameti kopan gezegenler gibiydi? Neden fısk mü’minlikten daha albeniliydi ve ona karşı direnemiyordum?

Bütün bunların şimdi, mürşidimin tabiriyle, ‘dimağdaki meratib’e uygun hareket etmeyişimin ve takvamın kurgusallığının sonucu olduğunu düşünüyorum. Ben doğruya birşeyleri sıçramış olarak iman ediyordum. İmanım herkesin imanı gibiydi. Herkes iman ettiği için ben de imanlıydım. Herkes doğrunun o olduğunu söylediği için doğru oydu. Yoksa ben bizzat sınamamış ve gerekliliğini (ve zaten ondan başkasının mümkün olmadığını) görmemiştim. Halbuki Kur'an beni uyarıyordu: "İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?" Hakikaten de sabredemiyorum. Çabuk pes ediyordum. Halbuki yine mürşidim diyordu: "İşte ey sabırsız nefsim! Sen, üç sabır ile mükellefsin: Birisi taat üstünde sabırdır, birisi mâsiyetten sabırdır, diğeri musibete karşı sabırdır." Taat üstüne sabır, o, sabrın dayandığı mantığı bilmek istiyordu. Şunu da kabul etmem lazım: O yıllarda ben ibadetlerimin Allah'a hediyeler olduğunu düşünüyordum. Bu yanlıştı. Çok yanlıştı. Hediye vermek verenin paşa gönlüne bağlıdır. Çok namaz bıraktım ardımda kılınmamış. Sonra anladım namaz kılmakla hediye alanın ben olduğumu. Zengin vermekte naz yapar amma dilenci almakta naz edemez.

"Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın." Açlık kazaya kalmaz. Hastanın gönlü 'paşa' değildir. Fakirdir. Dilencidir. Muhtaç olan sensen o namazı kılarsın. Şimdi bana ehl-i takva olduğu söyleyenen insanlarda sağlama yapmamın bir yolu var. Öfkesine/merhametine bakıyorum. Merhameti kinine baskınsa umudum var. Yok, garezi sönmeyen cinstense, "O takva derisi değil onun. Üzerine giydiği (üstelik bedenine de uymayan) bir giysidir!" diyorum. Merhamet insanı hayvan olmaktan koruyan ‘acaba’dır.

En nihayet diyeceğim şu: "Rahmetim gazabımı aşmıştır!" buyuran Allah, affedişin aslolan olduğunu söylüyor, yoksa (hâşâ) kendisi parçalar halinde de iki parçasını birbiriyle mukayese ediyor değil. Zaten biraz derin tefekkür edersen görürsün: Onun gazabı bile rahmetindendir. Ya taş atar çoban gibi koyunlarını yanlıştan çevirir. Yahut recmeder, şeytanları recmettiği gibi, onların zararlarından korur. Veyahut da mazlumların haklarını zalimlerden alır vs. Ama zalimin gözü, gafilin çeşmi, iblis nazarı öyle problemlidir ki, rahmet de onlara azap görünür. Bazı zaman cemal dahi şiddet-i zuhurundan celal görünür. Gelincik tarlasını uzaktan seyretmek gibi. Yağmuru taşıyan anaç bulutların yavrularını kara kara korkutması gibi.

Elini vicdanına koy da sen söyle bakalım arkadaşım: Öfken merhametinden mi geliyor? Yoksa merhametin öfkenin zararlarından dolayı mı sancıyor? Yani sen de ben gibi öfkeyle kem kelamlar ettikten sonra yalnız kalınca "Keşke demeseydim!" diyenlerden misin? Yoksa Allah Resulü aleyhissalatuvesselam gibi, kendi adına olan şeylerde merhametle bakan, ancak başka birisine zulmedildiğinde ona duyduğun merhametten dolayı zalime öfkelenenlerden mi sayılırsın? Al sana bir turnusol kağıdı, bir saykal, ayırmanı kolaylaştırır: Birincisi geçince canın acır. Pişmanlık yakar. İkincisi her hatırına geldiğinde memnuniyetinden/mesruriyetinden izzet kokar. Zira lezzet-i ruhaniye böyledir: Geçmez. Ruh gibi bâki kalır. Zevali yoktur ki ruha dokunanın, zeval-i lezzeti mümkün olsun da. elem versin. Dar gününde bir dostuna yardım ettin diyelim. Büyük bir müşkülünü giderdin. Maşaallah. O yardımdan aldığın lezzet hiç biter mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...