12 Ocak 2015 Pazartesi

Kusurlarınla barışmak

"Hepimiz, tabağın kenarından yürümeye çalışan sinekler gibiyiz." Virginia Woolf, Pazartesi ya da Salı'dan...

Allah bize 'subhaniyetini/kusursuzluğunu' hatırlattıkça aslında bizi teselli ediyor. "Subhanallah!" dedikçe demek bundan rahatlıyoruz. Hûda'ya bir hediye vermiyoruz bunu söylemekle, aslında Allah'tan (hem de ne tatlı) hediyeler alıyoruz. Ne kadar ahmağız biz! "Kusursuz olan yalnız benim. Sizler yaratılmış ve dolayısıyla kusura açıksınız..." demek de var bunun içinde. Bir normalleşme bu insan için, farkedebilirse. Kibrini yenebilirse. 'Ben buyum' diyebilirse. "Senin bunları yapabileceğini biliyorum. Affıma sığın." Kur'an'da ne güzel ifadeleri var bunun. Bir tanesi şu bence: "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez." Kusursuzluk iddiasına girme, itiraf ile Rabbine kaç.

Yazılarımın tartışılmasını severim. İğrenç bulunmasını da severim. İnsanların yazdıklarımdan ve dolayısıyla benden hoşlanmamasını da severim. ("O zat müşteridir ki, ilişmiş..." diye düşünürüm bazen. Bazen "Aman bunun 'esir alıcı' muhabbetinden zaten Allah'a sığınmalı..." derim.) Çürütülmeyi de severim. Eğer bu çürütme işlemi sağlam delillerle ve sağlam bir üslûpla yapılmışsa daha çok sevinirim. Çünkü çoğu zaman yazarken aslında kuyuya taş atan oluyorum. Ve yüz akıllının, bir zahmet, eğer akıllı oldukları iddiası yalan değilse, omuzlarının üzerindeki o şeyi kullanıp çıkarmalarını bekliyorum.

Hakikati istiyorum. Öğrenmek istiyorum. Daha keşfedilmemiş köşelerini görmek istiyorum. Delileri, Allah, 'akıllılar dalga geçsinler' diye yaratmamış; topluma kattıkları dengesizlikle diğerlerini tekrar denge arayışına soksunlar diye yaratmış. Delilik bir zıtlıktır ki, zıttına varlığını hatırlatır. Her zıtlık bir hatırlatmadır. Hatırlatma, gafletin ilacı. Kıymetini bilsen, iblisi yaratana bile teşekkür edersin bu nimeti için, iblisle sana öğrettiği sorular için.

Elbette herşeyin bir yolu/yordamı var. İnsanlar çıkarsınlar diye kuyuya elbombası atacak değiliz. Yıkmaya değil bulmaya çalışıyoruz. En azından bunu başarmaya çalışıyoruz. Nasıl söylemeli? 'Kuru üzüm çubuğu' demek tevazu değil. Daha önce de dedim: Bu bir tevhid ve gayba iman cümlesidir. Kendini kuru bulmak, tüm ıslaklığının içinde, ileride daha ıslak şeylerin vücuda geleceğini umut ettiğini gösterir. Son olmadığını, Ahir olanın Allah olduğunu bildiğini gösterir. Kadîr-i Mutlak olduğuna, senden daha sulu şeyleri de yaratabileceğine iman ettiğini gösterir. Neden herkes tevazuyu tasannu sanıyor? "Öyle değil ama öyleymiş gibi yapmış." Pardon fakat abiler/ablalar, herkes bizim kadar numaracı olmayabilir. Gerçekten öyle olduğunu düşünüyor olabilir.

Eğer kendini bütünün sahibi ve nihayeti gibi değil, bütünün parçası ve belki de bidayeti gibi görürsen, en azından 'bir parçasıyım' dersen, rahat edersin. Fıtrî olan rahat ettirir. Yaratılışın bunun üzerine. Allah kainatı ve zamana yayılmış bütün kainatları ortaksız yaratmış. Bütün onun. Ancak onun. Yalnız onun. Hep onun. Tevhid ne demek? Tevhid, "Şunu Allah yarattı, şunu da Allah yarattı, sonra şunu da Allah yarattı..." diye bir zinciri fethetmek değil. Tevhid, kendini aradan çekip (kendi 'mış gibi' mülk algını aradan çekip), geri kalanı, yani bütünü, kendin de içinde, Allah'a bırakmaktır. (Kuşattığın kadarıyla değil, kuşatamadıklarını da içine alan bir teslimiyetle.) O zaman sen bir bütünün ancak parçası olursun, müstakil olamazsın. "(...) nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder."

Hep sorarım kendime; acaba Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, müminleri 'bir binanın tuğlaları gibi' tarif ettiğinde kastettiği yalnızca kardeşlik mi? Yoksa eşyaya bakışlarını da mı kastediyor? Bir binanın tuğlaları gibi veya bir asmanın parçaları. Nereye denk geldiği önemli değil, isterse kuru çubuğu olsun. Bütüne dahil ve dair olsun yeter. "İman bir intisabdır." Hiçbiri bütünün sahibi değil, ama bütün onlarla birlikte güzel.

Yazma meselesine geri dönelim: Yazılarıma veya yazılanlara, hiçbir zaman, 'herşeyin sonunu getirmişler' gözüyle bakmam. Hiçbir beşerî söze öyle bakamam. Son bizim olamaz, Ahir olan Allah'tır. Ama 'birşeyin parçası olabilmişler mi' şansı tanırım. Kuyuya taş atan delinin yerinde olmakla olsun, bir işe yarayabilmişler mi? Bazılarımızı Allah 'sorsunlar' diye, diğer bir kısmımızı da 'cevap bulsunlar' diye yaratmış olabilir. Ve bana da 'sormak' düşmüş olabilir. Bir cevap arıyorum. Kulluk yolda yürümektir, vuslata ermek değil. Kendi muhakememe de çok güvenmem, hafızama da. Google bakmadan yazabildiğim kaç yazı vardır acaba? İki cümlem düzgünse, bir tanesinin beli kırıktır, olabilir. "Böylesin!" derlerse, buna da itiraz etmem. Parçalarda olur böyle şeyler. Parçalık bu kusurları kaldırır. Tevbe de zaten parçanın yüzünü tekrar bütüne ve gayesine dönmesidir, tekrar uyumla dahil olmasıdır yaratılış sürecine.

Beni hiçkimse okumayabilir veya sevmeyebilir. Öldüğüm gün, belki ondan da önce, ismim insanlarca unutulabilir. Yazdığım cümlelerden hiçbirisi bir sonraki güne de çıkmayabilir. Fakat en nihayet Allah'ın huzuruna gittiğimde acaba Rabbim bana 'Ol!' emrinin içinde işgal ettiğim yer için "Bir işe yaradın!" buyuracak mı? Ah, onu bir duysam, bir bilsem bir işe yaradım, teveccühlerinizin topuna "Yürü git!" diyebilirim. Bu meselede, kendi kelimelerimle, Mevlana Celaleddin efendim gibi düşünüyorum: Ben parça oldum, ben parça oldum, ben parça oldum! Eller bütüne sahip olmakla şâd olur, ben bütününe parça olmakla şâd oldum. Subhanallah! Bütün sensin, bütünün kusursuzluğu senindir; ben ancak parçayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...